Uzun lafın kıs(s)ası… / Mustafa Pala
Atasözü ve özlü sözler gibi yoğun anlamlı kısa anlatıların erdemine ilişkin birçok anekdot var: Voltaire, bir gün meşhur bir hırsızın hikâyesini anlatacağını söylemiş ve söze şöyle başlamış: 'Vaktiyle bir banker varmış…'; bunu demiş ve susmuş. Bunun üzerine hikâyesine devam etmesi istenince şu cevab...
“Antoloji”, Yunanca “anthos” (çiçek) ile “legein” (toplamak) sözcüklerinin birleştirilmesiyle yapılmış: “Çiçek toplamak”. Anlamın güzelliğini vermekte, dilimizdeki “güldeste” sözcüğü de “antoloji”yle yarışıyor; ama son zamanlarda “seçki”yi daha yaygın kullanıyoruz. Seçkiler, herhangi bir sanat türüne ait yetkin örneklerin seçilerek bir araya getirildiği derleme yapıtlar. Kaynaklar, ilk seçkinin tarihini eski Yunan’da MÖ 1. yüzyılın başına kadar götürüyor ve Gadaralı Meleagros’un Arkilokos, Simonides, Safo, Platon gibi şair ve filozof şairlerle 37 yeni şairden derlediği “Çelenk”e dayıyorlar. Bizim edebiyatımızda ise Kaşgarlı Mahmud’un 11. yüzyıla ait Türk dilinin Arapça yazılmış ilk sözlüğü Divân-ı Lügati’t-Türk, içerdiği sözlü dönem sav, sagu ve koşuk örnekleri nedeniyle ilk “güldeste” sayılıyor. Seçkiler, oylumları dikkate alınarak toplamda türün bütünlüklü ürünlerinin boyutlarını aşmamak üzere, edebiyat ve folklor ürünlerinin daha çok kısa türlerinin derlendiği yapıtlardır. Bu nedenle edebiyatın şiir ve kısa öykü türüyle halk kültürü ürünlerinden fıkra, masal örnekleri; seçkiler için daha uygun türlerdir. Ancak bir süreden beri sinema sanatına ait örneklerin de “antoloji” biçiminde derlendiğine tanık oluyoruz. Atasözü ve özlü sözler gibi yoğun anlamlı kısa anlatıların erdemine dair birçok anekdot var: Voltaire, bir gün meşhur bir hırsızın hikâyesini anlatacağını söylemiş ve söze şöyle başlamış: “Vaktiyle bir banker varmış…”; bunu demiş ve susmuş. Bunun üzerine hikâyesine devam etmesi istenince şu cevabı vermiş: “İyi ya, işte hikâye bitti!” Kısanın niteliğine ve “kıssalığına” ilişkin, şimdi nerede okuduğumu unuttuğum bir başka “kısa hikâye” de anımsadığım kadarıyla şöyle: “Köylüler ne güzel öykü yaratıyorlar. Her şey yalın, az söz ve alabildiğine geniş duygu. Gerçek bilgelik az söz gerektirir. Örneğin, “Tanrı bize acısın!” Gene de acı bir öykü bu!” Ama galiba kıs(s)anın hikmetini, en güzel bizim Yunus, Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin 25.632 beyitlik 6 cilt tutan Mesnevi’sini okuduktan sonra söylemiş: “Çok uzatmışsın; ben olsaydım, ‘Ete kemiğe büründüm / Yunus diye göründüm’ der, bırakırdım!” Edebiyat, sinema hatta müzik gibi çizgisel (lineer) izlenen, yani değişmelerin belli bir doğruyla ve belli bir doğrultuda gösterildiği sanatların ölçülüp tanımlanabilir formları var. Bu formlar, uzamsal ve zamansal oylumlarını, taşıdıkları içeriklere ve anlatı yapısında kullanılan araç gereçlere de bağlı olarak gelenek içinde biçimlendiriyor. Hatta sanatlar, oylumlarının uzunluk-kısalığına, büyüklük-küçüklüğüne göre alt türler veya farklı türler biçiminde bile var olabiliyorlar. Arap şiirinde “mesnevi”ye, Yunan şiirinde “destan”a kadar uzayan ürünler ve Fars şiirinde “rubai”ye, Japon şiirinde 17 hecelik “haiku”ya, anonim Türk şiirinde dört dizelik maniye kadar kısalanlar, şiirin alt türlerini oluştururken; halk anlatıları, şövalye hikâyeleri, toplumsal değişimlerin getirdiği etkilerle 17. yüzyılda romana dönüşebiliyordu. Uzunluğu ve genişliği temel farkı oluşturmamakla birlikte romanın da öykü türünü doğurduğunu saptamak zor değildir. Dahası son zamanlarda 750 sözcüğe kadar tanımlanan “küçürek”, “çok kısa”, “minimal” diye adlandırılan “kısa öykü”den daha kısa öyküler yazılıyor. Kuşkusuz bir sanat formunun uzun ya da kısa oluşu onun yapısal niteliklerini etkilemektedir; öykünün romana göre daha az karakterli, daha kısa olay örgüsünün daha az olay halkasından oluşması, daha az mekânlı, daha kısa zamanlı, daha az çözümlemeli ve daha az betimlemeli olması gibi. Tek belirleyici olmamakla birlikte, öyküde üst üste binen bu yapı parçaları sanatçıyı, ortaya çıkarmak istediği duygu ve anlamı verebilmek için daha yoğun, dolayısıyla daha simgesel bir anlatıma itiyor. Böyle bir anlatımı, sanatçılar deneyimlemekten kendini alamıyor. Sanatın belli bir yaratıcılık yetisi, yaratıcılık yetisininse belli bir zekâ düzeyi gerektirdiği su götürmüyor. Minimalin öne çıkıp değer kazandığı çağımızda başka birçok nedenle birlikte öykünün, şiirin, filmin kısası da hızla yaygınlaşıyor. Dijital teknolojinin sinemayı da ele geçirdiği bir çağda internetin sağladığı olanaklar içinde film izleme mekânlarımız ve zamanlarımız da oldukça köklü bir biçimde farklılaşıyor. Hele ellerimizdeki cep telefonlarının kameralarıyla film çekip aynı telefonda izleme olanağına ulaştığımız günümüzde filmin kısası hayatımızın her alanına kolaylıkla girebiliyor. Sanatsal nedenleri yanında sosyolojik ve teknolojik birçok gelişmenin etkisiyle sinema sanatının da alanında kısaya belli bir yer ayırdığını biliyoruz. Artık birçok film festivalindeki yarışma bölümlerinden biri de “Kısa Film” olduğuna göre “kısa filmi”, sinema sanatının bir alt türü sayabiliriz. Her ne kadar Amerikan Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi kısa filmin uzunluk sınırını 40 dakikaya kadar belirtse de “kısaların”, özgüleştikçe bundan çok daha kısa olduğu görülüyor. 1910’larda Charlie Chaplin, Laurel ve Hardy‘nin filmleriyle başlayan kısa filmler, günümüzde dijital olanaklarla bağımsız bir tür haline gelmiş bulunuyor. Uzun metrajlı filmlerin geleneksel anlatımın giriş, gelişme ve sonuç odaklı, uzun betimlemeli ve ayrıntılı çözümlemelere alan açan öykü yapısına karşılık kısa metrajlar, bu yapı ögelerini minimum düzeyde kurgulamakta ve az zamanda çok anlam üretme telaşıyla yoğun bir anlatıma, dolayısıyla simgesel ifadelendirmeye yönelmektedir. Daha zor konulara ve temalara yönelen “kısa”nın getirdiği asıl olanak ise yapımcısına daha özgür bir çalışma alanı yaratması, risk almasını kolaylaştırarak yaratıcılığını güçlendirmesidir. Edebiyatta olduğu gibi sinemaya ait seçkilerde de toplamda türe ait uzununun ortalama süresini aşmamaya dikkat ediliyor. Böyle olunca film antolojilerinde zorunlu olarak türün “kısa”ları derleniyor. Hatta buna derleme demek bile pek doğru bir adlandırma olmuyor; çünkü bu alandaki örnekler derlemecinin öznel bir seçkisi değil, genellikle proje niteliğinde ve belli bir ortak temaya oturan yapımlar olarak ortaya çıkıyor. Örneğin Fransız yapımcı Alan Brigand’ın farklı ülkelerden politik duruşlarıyla dikkat çeken Amos Gitai‘den Ken Loach’a, Samira Makhmalbaf’tan Danis Tanovic’e 11 yönetmenin çektiği 11’09¨01 September 11 adlı kısa film antolojinin ortak teması, 11 Eylül saldırılarıydı. Her biri 11.09.2001 tarihine atfen, 11 dakika, 09 saniye ve 01 kare uzunluğunda 11 kısa filmden oluşan toplamda, Amerika’nın amansız muhalif sinema oyuncusu ve yönetmeni Sean Penn’in çektiği eleştirel kısa film, simgesel ve etkili anlatımıyla öne çıkıyor ve Amerika’da büyük tepki topluyordu. Zira onun kısa bakışında, odasını gölgeleyen, ışığını engelleyen ikiz kulelerin çöküşü, yaşlı adamın karanlık odasına, solmuş çiçeklerine ışık ve canlılık getiriyordu! Yine Ladj Ly’den Pablo Larraín’e, David Mackenzie’den Nadine Labaki ve Khaled Mouzanar’a, Johnny Ma’dan Ana Lily Amirpour’a 18 yönetmenin çektiği 17 kısa film toplamı olan, 2020 İtalya-Şili yapımı Homemade (Ev Yapımı) adlı antoloji Netflix’te yayımlandı. Yönetmenler, 6 -7 dakikalık kısalarla, 11’09¨01 September 11’deki gibi bütün dünyayı, dolayısıyla kendilerini ve sinema yapma olanaklarını da etkileyen, son derece güncel bir olaya, COVID-19 pandemisine “içeriden” bakıyorlardı. Sadece evlerindeki araç gereç ve donanımı kullanan yönetmenler, günlük yaşama dair paylaşımlardan kurgu öykülere kadar geniş bir yelpazede kamera gezdiriyorlardı. Toplamın öne çıkan iki filminden birinde Mali asıllı Fransız yönetmen Ladj Ly, gerçekçi bir yaklaşımla pandemi sürecinde daha da derinleşen sosyal eşitsizliğe parmak basıyor; diğerinde ise Amerikalı genç yönetmen Ana Lily Amirpour, sanatların ve sanatçıların bu süreçten nasıl etkilendikleri üzerinde düşünüyordu. Amirpour, seçkinin Ride It Out (Dışarıda Bin) adlı 10 dakikalık son filminde, kentin boş caddeleri ve sokaklarında bisikletiyle gezen genç kız eşliğinde insanlara bu zorlu süreçle baş edebilmekte farklı bir bakış açısı kazanmaları gerektiğinin altını çiziyordu. Bu noktada sanatın, en basit ifadeyle tanıdık bir şeye yeni bir bakış açısıyla yaklaşmak olduğunu söylüyor ve sanatçıların, pandemi sürecinin insanlara dayattığı bu farklı yaşam biçiminde, onlara farklı bir bakış açısı kazandırmaları gerektiğini; çünkü ancak yeni bir bakış açısının zorlukları aşmayı sağlayabileceğini vurguluyor; “Sanat hayatta kalma yöntemidir.” diyordu. Bir başka kısa film antolojisi de felsefi bir temada, 9 farklı din üzerinden inanç sorgulamasına girişen 2014 Meksika-ABD ortak yapımı Words With Gods (Tantılarla Konuşmalar). Bu antolojideki 15 dakikalık kısa filmlerin ortak konusunu din/inanç oluşturuyor; Warwick Thornton, Aborjinel Spiritüalizm; Héctor Babenco, Umbanda; Mira Nair, Hinduizm; Hideo Nakata, Şinto Budizm; Amos Gitai, Yahudilik; Álex de la Iglesia, Katoliklik; Emir Kusturica, Ortadoksluk; Bahman Ghobadi, İslamlık ve Guillermo Arriaga Ateizm üzerinden kısa hikâyeler anlatıyordu. Guillermo Arriega önderliğinde belirlenen konseptte bir araya gelen ve “İnanç-inançsızlık üzerine bir zihin egzersizi” olarak tanımlanan filmlerde yönetmenler, belirtilen dinler ve inançlar üzerinden doğum, ölüm ve kader gibi konulara yerelden bakıyor; ama toplamın alt metninden evrensel bir insanlık portresi okumak mümkün olabiliyordu. Dinlere/inançlara dair ideolojik bir dil geliştirmekten çekine rek dolaşan kısaların sonuncusu, manidar bir biçimde “ateizm” temalıydı; dağdan inip insanlarla “tanrının öldüğünü” konuşmak isteyen Friedrich Nietzsche’nin Zerdüşt’ünü çağrıştırırcasına. Ghobadi’nin İslam’la ilgili filmini Mardin’de çektiğini, oyunculardan birinin de Yılmaz Erdoğan olduğunu da unutmadan ekleyelim. “Şehir ve aşk” temalı iki kısa film antolojisi var: ilki, 2006 yapımı Paris Je T’aime (Paris Seni Seviyorum). Ethan ve Joel Coen’den Walter Salles’e, Christopher Doyle’den Gus Van Sant’a 22 yönetmen 5’er dakikalık birbirinden farklı, Paris sevgisi üzerine 18 hikâyede romantizm, hayranlık ve mizah duygularıyla beyaz perdeyi çeşitli renklerle donatıyorlar. Diğeri de bundan mülhem New York I Love You (Seni Seviyorum New York). 2008 yapımı antolojide Jiang Wen, Mira Nair, Shunji Iwai, Yvan Attal, Brett Ratner, Allen Hughes, Shekhar Kapur, Natalie Portman, Fatih Akın, Joshua Marston ve Randy Balsmeye’nin yönettiği 11 komedi-dram tarzı kısa filmde, New York’un beş farklı bölgesinde farklı aşk hikâyelerine tanık oluyoruz. Kısaların güzelliğinden söz açan bir yazıda, daha fazla uzatıp çelişkiye düşmeden kısa keselim: Edebiyatta dilselin, sinemada görselin kısası… Mustafa PalaÇİÇEK TOPLAMAK
KISANIN HİKMETİ
SİNEMANIN KISALARI
KISA FİLM SEÇKİLERİ
GÜNCELDEN DÜŞÜNSELE
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR