Son Dakika



“En geveze kuş umuttur, yüreğimizde hiç susmaz.” (Cenap Şahabettin)

Nedir umut? Bir sözcük mü, kavram mı, duygu mu? İyi mi, kötü mü; dost mu, düşman mı?

Öncelikle tüm insanların yaşam boyu en çok kullandığı birkaç sözcükten biri desem yanlış olmaz sanırım. Olasılıkla, iki ucunu oluşturan iyilik ve kötülük ölçüsünde, belki de toplamları denli çok kullanılanlardan. Konuşmada, yazıda; şiirden romana, öyküye; tiyatrodan sinemaya, sanatın diğer alanlarına dek, sıkça ve yoğun olarak karşımıza çıkanlardan; sözellerde sözcük-kavram; görsellerde bunlardan başka çağrışım, anlam-anıştırma, tümünde algı-duygu olarak… Kaçınılmaz olarak olumsuz biçimiyle birlikte. Nedeni, olumlu anlamda, insanın içinde her zaman beslediği ve ondan beslendiği, güç ve şevk aldığı bir duygu olması. Ancak, umut, içerik ve kapsam olarak yalnızca olumlulardan oluşan bir kavram değil ne yazık ki; iyi mi, kötü mü ikilemine ve tartışmasına konu olacak türden bir ikili yapısı var. Her insanın yaşamında, her iki türde nitelenmesini destekleyip doğrulayacak çok sayıda örnek bulmak olası. Bu saptamalar sonucu olmalı, “Pandora’nın Kutusu” miti çift sonludur: açılınca, tüm kötülüklerin saçıldığı kutuda umudun da yer almış olması bile üzerinde düşünmeye değer bir durum. Kutu kapatıldığında orada kalması mı iyi, çıkması mı? Umutsuz kalmak mı, bunca kötülük karşısında tek avuntu olan umutla yaşamak mı? Böyle bir soruya hiç düşünmeden olumlu yanıt vermek daha kolay ve olağan; umutsuz yaşanmaz, umuda sarılmak yaşamı sürdürmenin olmazsa olmazlarından biri, gibi… Kötüye götürme olasılığı da olsa kimse umudun kutuda kalmasını istemez; kötüye kendisini götürmeyeceğini umarak…

Gel gelelim, insan düşünen bir varlık; ilk bakışta çoğunluk olumlu yanıt verse de sonrasında düşünecek, inceleyecek, irdeleyecek insanlar çıkacaktır mutlaka ve yanıt mitteki gibi ikili olacaktır. Ancak, ikili derken ya biri veya diğeri biçiminde anlaşılmamalı; kavram her ikisini de bağrında barındırdığı için yarattığı sonuçlara ve duruma göre hem olumlu hem olumsuz, yani hem iyi hem kötü sayılabilecektir. Umudunun peşine düştüğü için büyük başarılar elde edenler olduğu gibi, büyük acılar çeken, yaşamı acıklı sonla noktalananlar da pek çoktur.

Doğal olarak insanlar umudun ağırlıkta olan olumlu yanına sarılmayı yeğler, belki de olumlu yanının ağır basmasında bu seçimin de payı vardır. İnsanların bu yaklaşımında yadırganacak, hele ki kınanacak bir yan yok. Vurgulamak istediğim, bu seçim bile sarınılan bir umudu yansıtmaktadır. İnsanın kendini güçsüz, yetersiz veya umarsız duyduğu zaman ve durumlarda bu yaklaşım daha da belirgin olarak açığa çıkar. Örneğin, yaşı ve hastalığı ne olursa olsun ölümcül durumdaki bir hastamız için “Allah’tan (çıkmamış candan) ümit kesilmez” deriz. “Bu son ümidim, son ümidim sensin, umudum yarınlarda, gençlerde, “bir umudum sende” (Ahmed Arif), umudum yeşerdi, umut doluyum… vb. gibi sözler olumlu bakış yansıtan örneklerden. Elbette tersine de epey söylem vardır; “son ümidim de bitti”, ne umduk ne bulduk; “umudum kalmadı fani dünyada”, umutsuz vaka vs. gibi…

Umut, yaşam boyunca insana eşlik ederken türlü çeşitli biçimlerde yoluna çıkar, her bir görüntüsünün etkisi ve yarattığı sonuçlar hep değişkendir ve bu nedenle öncekiler, sonrakilere öyle kolay örnek olamaz; insan her kezinde, memeye saldıran bebek gibi ona sarılır ve hep sil baştan, deneme yanılma yoluyla yol alır. Acı sonuçlar bile yeni denemelere engel olamaz, bunlardan ders alınamaz, dolayısıyla umut konusunda, genel bir sakınımlı yaklaşım dışında, hiçbir zaman deneyimli de olunamaz. Umudun çağrısına kimse dayanamaz, kulak tıkayamaz.

Düş ve umut, yapışık ikizlere, ayrılması güç bir sarmala benzetilebilir. Tavukla yumurta gibi, düşler mi umudu yaratır, umutlar mı düş kurdurur, yanıtı zor sorulardan. Ancak, her durumda birbirlerini beslerler. Bu nedenle diyebiliriz ki, umut, gerçekleşebilecek bir düş olarak da görünebilir kişiye, topluma. Umut, her zaman ve yerde, etkili bir “itici güç” sayılır ama bir “çekici güç” de aynı zamanda. “Sopa-havuç” örneğindeki havuç, umudun insana sunulan bir diğer görüntüsünden başka bir şey değildir, aslında! Umut, “deveyi yardan uçuran bir tutam ottur” sözündeki otun da ta kendisidir. Havuç gibi, ot gibi, politikacıların “nurlu ufuklar, kalkınma, büyüme, refah, daha iyi yaşam…” ve bin bir vaatleri de umudun, göze tutulan aynadan yansıtılan kandırıcı görüntüleri değil de nedir? Hemen hemen her insanın daha çok kazanma, daha iyi yaşama isteği özendirici bir erek ama gerçekleşme olasılığı düşük olduğunda boş olabilecek, yine de vazgeçilmeyen bir umuttur. Bu konuda, piyango bileti, loto, iddia, ödüllü yarışmalar, çekiliş kuponu hatta kumar… gibi şans oyunları umudun büründüğü biçimlerden değil midir? Umutlar, işlerin rast gitmesi, çocukların sağlıklı büyümesi, okullarda başarılı olması, okuyup iş sahibi olması, yükselmesi, “büyük adam” olması, zenginleşmesi, “mürüvvetini görme”… olarak sürer gider. Süreç, torunlarla sil baştan olur. Çocuklar ana-babalarının yerini alır. Bu sırada her biri kendi boş veya dolu umutlarını besleyip peşinden giderlerken, ömürler geri saymakta, yolun sonu görünmektedir. Kervanın başını çeken eşek, umuttan başkası değildir, peşindekiler deve değil insandır ama deve uysallığıyla onun peşinden istekle giderler. Yolculuk, hedefe varmayla da çölde yitip gitmeyle de sonlanabilir. Günümüzde savaşlardan, baskılardan, yoksulluk ve açlıktan kurtulmak için insanların öbek öbek anayurtlarından kopup ölümü göze alarak başka ülkelere göçüne, boşuna “umuda yolculuk” denmiyor; bazıları mutlu, bazıları acı sonla bitse de…

Önemli Macar yazarlardan Imre Kertesz’in, basımı devletçe önce yadsınan, başlangıçta ağır tepkiler alan ancak, 2002’de Nobel ödülünü almasını sağlayan “Kadersizlik” (Can Y.) adlı romanına konu olan ve öz yaşam öyküsüne yaslanan anlatı bu konuda anmaya değer acıklı örneklerden. Roman, önce babasını Nazi kampına uğurlayan sonra da kendi Nazi polisince tutuklanıp kampa konan Yahudi bir gencin acı öyküsü üzerine kuruludur. Gencin anlatımıyla, olup bitenler öylesine olağan, öylesine kuşkudan uzak ki, durumun daha kötüye gitmeme, düzelme hatta kurtulma umudu her an yanı başlarındadır. Kertesz’in tepki çeken ve neredeyse olanları olağanlaştırarak Nazileri aklamakla suçlanmasına neden olan da bu yaklaşımıdır. Oysa kurbanlar, bunca acımasızlığı, insanın insana kötülüğünün bu düzeye gelebileceğini hayal bile edemedikleri için, bunun bir sınırı olacağı ve bir yerde sona ereceği umudunu hiç yitirmemektedir. Onları, adım adım fırınlarda yakılmak gibi korkunç bir ölüme götüren gelişmeleri olağanmış gibi karşılamalarına, büyük çoğunluğunun tepki göstermeden, karşı koymadan, koyun uysallığıyla baş eğmelerine neden olan yüreklerinde hiç susmayan umut denen kuştur. Nazım Hikmet, “Dünyanın En Tuhaf Mahlûku” şiirinde diyor ya. “Koyun gibisin kardeşim, gocuklu celep sallayınca sopasını sürüye katılıverirsin hemen ve adeta mağrur koşarsın salhaneye.” Aynı tuhaflıkla binlerce Yahudi, Gamalı Haçlı Nazi öttürdüğünde düdüğünü sürüye katılıvermiş ve cellâdının bıçağını yalayan koyunlar gibi, salhaneye değilse de “sabunhaneye” koşmuşlarsa Naziler ölçüsünde, Kertesz’in kader demeye getirdiği kendi umutlarının da kurbanı olmuş gibi görünmektedirler.

İnsanların, doğduğundan olmasa da birkaç yıl sonrasından başlayarak, hangi din, mezhep veya inanç grubundan olularsa olsunlar sarıldığı ve yaşam sonuna değin kopmadığı bir umut var ki o da kovulduğu varsayılan cennete yeniden dönüş ve elbette böylece cehennemden kaçınma umududur. Umutların en eski, en güçlü ve en kalıcılarından sayılabilecek bu umudun özü de korku ve ödül, başka deyişle dinlerin “cehennem” dediği “sopa” ile “cennet” dediği “havuç” değil midir? Boş veya dolu bu umudun insana zararı yok gibidir, hatta bir moral ve huzur kaynağı da sayılabilir. Ancak, aynı umutla tanrı adına yapılan savaşlara, yapılan kıyımlara, karartılan yaşamlara bakıldığında aynı şeyleri söylemek olası mı?

Her şeye karşın, Pandora’nın Kutusu’ndan saçılan bunca kötülük arasında umut en masumu görünmektedir ve kutuda kalmayıp çıkmış olması yeğdir. Nazım Hikmet’in dediği gibi “ama umudu var büyük insanlığın, umutsuz yaşanmıyor.” Umut, her zaman karın doyurmasa bile ruhu besler, yaşama tutunmaya yardımcı olur.  

Halk dilindeki deyişle bitirelim: “umut yoksulun ekmeği, ye Memet ye!”

Ali Günay
(Deliler Teknesi Sayı: 88)
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)