Tek başına bir yazarım / Tacim Çiçek
Tacim Çiçek bu kez bir denemeyle sayfamızda yer alıyor. Çiçek Türkiye'de yetenekli yazar olmanın çilesini anlatıyor.
kapandı yüzümüze gazete kapıları* bir
varmış bir yokmuş olduk sağlığımızda
Atıf Yılmaz, Yılmaz
Güney için diyor ki: “Yılmaz, çok zeki ve çok yönlü biriydi.
Bir taraftan dergi ve gazetelere hikâye yazıyor, bir taraftan da
sinema dünyasında çalışıyordu. Senaryo da yazıyordu. Sinemayı
çok seviyor bu yüzden de sık sık yanımıza geliyordu. Kısa
zamanda aileden biri oldu. Bir dediğimizi iki etmezdi. İyi bir
sinemacı olmak istiyordu. Dar Film’de çalışıyordu. İzin
aldı. Bizimle çalışmaya başladı. Yetenekliydi, girişkendi. Bu
Vatanın Çocukları filminin senaryo taslağını yazıp getirdi
bir gün. Böylece beni ve Yaşar Kemal’i devre dışı bıraktı
diyebilirim. Bu filmde yönetmen yardımcısı ve oyuncu da oldu.
İkinci filmi Alageyik’te hem başrol oyuncusu, yönetmen
yardımcısı ve senaryoya katkı yaparak senarist de oldu. Tabii
‘medya’ şimdiki gibi etkin ve yaygın değildi, yine de Yılmaz
Güney ünlendi. Davet edildiğimiz yerlerde kapıda bizi
karşılayanlara, bir elini şöyle (böğrüne koyarak ve öne
eğilerek) yaparak, beyler mütevazı olmaya gerek yok ben
Yılmaz Güney’im derdi. Bozulurdum. Bizi küçük
düşürdüğünü sanıp uyarırdım. Tanıştırmayı, yeri
geldiğinde yapabileceğimi söylerdim ona, ama o aynı şeyi
yinelerdi… Yıllar sonra Yılmaz’ı anlıyorum. Ve yaptığının
da görgüsüzlük olmadığını… Çünkü o, ta o zamanlardan
şimdiki sinemacı, sanatçı, aydın gibi -bu bağlam da Yılmaz’ı
çok yönlü olarak söyleyebilirim- şeyler olacağını hesapladığı
için mütevazı olmamış.”
İşte Yılmaz
Güney için yazdığım yazımdan alıntıladığım bu kısımdaki
siyah cümleyi değiştirerek diyeyim ki, mütevazı olmaya gerek
yok ben de bir yazarım. Ama tek başına bir yazarım. Bizim
ülkemizde ne yazık ki bir derginin, yayınevinin ve gazetenin
insanı olmazsanız alanınızda öyle çok yetenekli olmanızın bir
anlamı yok, maalesef. Bunu bazı edebiyatçıların hastalık
hâlleri ya da eleştiri üzerine yazdıklarımda açıkladım.
(bu yazılara, Reddediyorum’dan ulaşılabilir) Ayrıca
Söyleşiler/im adlı kitabımda benle yapılan söyleşilerde
ve Reddediyorum adlı kitabımdaki pek çok yazımda benzer
konulardaki düşüncelerimi dillendirdim. Görmezden gelmek, yok
saymak veya adına ne denirse densin hoş karşılanacak bir tutum
değil çünkü. Yayımlanmak için gönderdiğim yazılar için ‘gaz
çıkarsaydın kendin ve toplumumuz için daha iyi olurdu,’
türünden bir geri dönüş olsaydı bunu anlayabilirdim gerçekten.
Ama göndermemişim ya da onlar eskiden hiçbir yazıma yer
vermemişler gibi davranılması anlaşılır gibi değil. Gazete
Duvar’ın, K24 Kitap’ın, Artı Gerçek’in ve
diğerlerinin tavrı bu olmuştur. Öykü, roman dosyalarım için de
pek çok yayınevinden ‘programa aldık’ iletisi almama rağmen
sonradan vazgeçmelerini bildirmeleri de aynı tavırlı bir sonuç.
Geçmişte, yurtdışına gittiğim zamanlarda birkaç eposta adresi
edindim. Melik Sunay Koç, Umut Seçkin Bulut gibi
adlar kullanarak, gerçek adımla yayımlanmayan yazılarımı
görevlerini bana karşı adeta sansür aracı olarak kullanan sözde
sayfa yöneticilerine gönderdim ve ne hikmetse yayımladılar. Bunu
uzun bir süre devam ettirdim ve sonra da tüm kanıtlarıyla o
yazıların da takma adları kullananın da ben olduğumu yazdım o
sözde sayfa yöneticilerine ve sorumlularına… Hiçbir yanıt
gelmedi. Bir dergi, gazete, yayınevi niçin yapar bunu, anlamak
olanaksız. Hak eden birine arada da olsa yer vermek başka bir şey,
hak ettiği hâlde görmezden gelmek bambaşka bir şey… Bu, en
hafifinden görevini, konumunu baskı ve yasak aracına
dönüştürmektir. Peki neden? Bu basit sorunun
yanıtını ben de merak ediyorum. Kişisel bir sorunumuz olmadığı
hâlde kendi kendine tavır almanın, görmezden gelmenin, yok
saymanın bir nedeni olmalı… Benim aklımdan geçen onca sebepten
birinin bile bu sorunun muhataplarının gerekçesinin ya da
yanıtının karşılığı olabileceğini düşünmüyorum. Çünkü
kişilerin aklındakini bilebilme ya da niyet okuma gibi bir yeteneğe
sahip değilim. Kimsenin de olduğunu sanmıyorum. Ama pek çok
gerekçe tahmin edebiliriz böyle durumlarda. Ancak bu tahminler de
sorunun yanıtı verilecek olsa, o yanıtla örtüşemeyebilir…
Ben bildiğimi,
yazma ve okuma sürecinde edindiğimi başkalarıyla paylaşmaktan
zevk alırım. Ayrıca her insanın bildikleriyle karşısındakini
varsıl yaptığı gibi onun da bildikleriyle beni
varsıllaştıracağını düşünürüm. Böylece beyin
kumbaralarımız sözcüklerden oluşan bilgi paralarıyla dolar;
yeri ve zamanı geldiğinde de bu bilgi paralarını kullanırız.
Gerçek yazarların her zaman yazar adaylarına yardım etmeleri
gerektiğine inanırım çünkü. Yazmanın tek başına bir eylem
olduğunun da farkındayım tabii ki. Yaratmak, yazmak yalnızlığı
gerektirir. Konuşmalar, etkinlikler, beyin fırtınaları,
yazdıklarımızı birbirimizden sakınmamamız bence daha yetkin
olmak, başkalarının birikimlerinden ve deneyimlerinden,
tecrübelerinden yararlanmak içindir. Taklit etmek, kopyalamak veya
benzerini yapmak değil, olamaz da bir niyet ve düşünce… Yapıp
ettiğimize başkalarının nasıl baktığını öğrenmek de
isteriz. Bunun aracıları da dergiler, gazeteler, sosyal medya
platformları ve siteleridir. Ayrıca da yayınevleridir. Bu alanlara
sahip olanların gerçekçi, objektif ve nesnel olmaları da çok
önemlidir. Edebiyatı, sanatı, yazmayı, yontmayı, çizmeyi vs
kendi çevremizdekilerden ibaret saymak ve bir takımın oyuncuları
gibi davranmak hiç kimseye bir şey kazandırmaz, edebiyat ve sanat
adına.
Unutmayalım ki
hiçbir yazı, hiçbir öykü, hiçbir roman yazılmış olmak için
yazılmaz. Hiçbir sanat, hiçbir müzik eseri de boşuna değildir.
Bu çok riskli, çok emekli, çok işçilikli uğraş içimizdeki
şeyin görünene dönüşmesi ve bilinir olmasıdır. Çünkü her
eser, her çalışma beyin yongalarının kristalize olmuş hâlidir
ve kıymetlidir. Kişisel ilişkilerle hak etmeyen çalışmaların
görünür olması asla doğru değildir. Tabii ki bir şey daha var:
Ajanslar, editörler, sayfa sorumluları, yönetmenleri gerçekten de
iyi yazılar, öyküler, romanlar ararlar ve kapılarını bunlarla
ilgilenen amatörlere ve üstüne yıldız tozu düşmüşlere açık
bırakırlar. Bu diğer sanat dalları için de öyledir. Ama bunu
asla genelleyemeyiz çünkü sanatın pek çok dalında işler hiç
de olması gerektiği gibi yürümüyor, yürütülmüyor. Doğru
bildiğimiz şeyler her zaman doğru olamayabiliyor, maalesef. Bana kimler,
neden ve niçin karşılar gerçekten bilmek isterim.
Belirtmeliyim ki benzer durumu yaşayan başkaları da var
kesinlikle. Çünkü insanlar hangi düzeyde ortam yaratırsa,
ortam da aynı düzeyde insanlar yaratıyor. (K. Marks) Yaratılan
edebiyat ortamının sonuçları olan muktedirlerin yasaklarına
maruz kalanlar da çok… Kendilerinden olmak ya da olmamak nasıl
bir şeydir bilmiyorum. Bilmek de istemem. Bilmek istediğim
gerçeklik ve nesnellik dediğim içimizdeki terazinin onlarda
olmaması, varsa bile doğru tartmaması, yani bozuk olması… Yoksa
çoğu arkadaşımın, yakın dostlarımın dediği gibi, çektiğim,
bana reva görülen dilim/yazılarım belası değil. Hak bildiğin
yolda, yalnız kalsan da yürümeye devam edeceksin, der Tevfik
Fikret. Buna uygun olarak doğru bildiğimi söylemekten, yazmaktan,
polemikten kaçmam asla ve gölgeme bile bastırtmam… Böyle
biline… * Rıfat
Ilgaz’ın ‘yaşıyoruz’ şiirinden(sadece kapıları sözcüğünü
ekledim üstat ‘dergi kapakları’ demiş. Tacim Çiçek
Gercekedebiyat.com
YORUMLAR