Şiirden çok şey beklemeyelim / Muzaffer Erdost
İkinci Yeni şiir akımının oluştuğu yıllarda en büyük destek Pazar Postası gazetesinin sanat sayfasını yöneten Muzaffer Erdost'tan gelmişti. Erdost, Pazar Postası'nda konuyla ilgili 1956 - 57 yıllarında seri yazılar yazmıştı.
Bizden önceki kuşağın aydınlarını düşünüyorum. Bu aydınların kapsadığı yazarları düşünüyorum. Bu yazarların emen hemen en iyileri toplum sorunlarını şiirlerinde, öykülerinde ellerinden geldiği kadar işlemişler, bir takım acı gerçekleri yapıtlarıyla ortaya koymuşlardı. Söyledikleri daha çok ülkemizde bazı yığınların ezildiği, sömürüldüğüydü. Günün düzeninden bir çeşit "şikayet mektubu" olan bu yazıları yazanlar daha çok soldaydılar. Çok partili hayata geçtiğimiz gün, bu aydınlar açık ya da kapalı liberalist bir partiye çalıştılar. Tek partili hayatın aksaklıklarına, iktisadi bir tutumun değil insan hakları tutumundan karşı koydular. Kimse de bu aydınlar, bu yazarlar için “halka verir talkını, kendi yutar salkımı" demedi. Bugün çok partili hayatımızda da birçok sorunlar ortaya çıktı. Bir bakıyoruz ki o aydınlar yığını, 1949-1950'de çalıştıkları partiye karşı duruyor. Dolayısıyla ortada gökçeyazının, yazarlarına bile dişe dokunur bir etkisi olmamıştır, dense yeri var. Günümüzün sorunlarına bakıyorum: işçi sendikaları, üniversite bağımsızlığı, yargıç güvenliği, daha buna benzer birçok sorunumuz var, Bunlar da her şeyden önce "insan hakları" konusu içinde dönüp duruyorlar. Bugün bu konuları işleyecek, yazacak bir ozan düşünebilir miyiz? Daha doğrusu, bu konuları içine alan bir şiir anlayışı var mıdır? Hem bugünün insanı, bir düşünüye, bir ilkeye bağlanması için şiirin büyüleyici etkisine burun kıvırıyor. Geçen sayılarımızda Teo'nun çevirisi Bertold Brecht'in "Okuyan bir işçinin soruları" adlı şiirini okuyan bir tanıdığım bana "Mustafa Kemal, kurtuluş savaşını tek başına mı kazandı?" diye sordu. Şiir ancak belli bir düşünüye bağlananları ya okşuyor, ya kızdırıyor. Yani şiir, artık günümüzde düşünülerin, kanıların yayılmasında büyük bir etmen değildir. Bu işi siyası, iktisadi, ya da buna benzer yazılar yapıyor. Bugün "yarın sabah olacaktır" demekle, şiir, yarın olacak sabaha hizmet edecek midir? Sanmıyorum. Turgut Uyar "Ben sanat yapıtının faydasına inanmıyorum zaten" diyor; bu sözde büyük bir gerçek payı var. Bir çağ ki, baskı-dizgi diye bir şey yok. Gazete yok, dergi yok, betik yok... Radyo yok, televizyon yok, sinema yok... Yol yok, otomobil yok, tren, uçak yok... O zaman dilden dile dolaşan, büyüleyebilecek, inandırabilecek, birçok işler görebilecek bir şiir var. Bugünün olanakları içinde, gene şiirin etkisel gücünü o kadar büyük, o kadar eşsiz kabul ediyoruz. Bazan şiirin on yılda yaptığını, bir fotoğrafın üç saatte yıkabileceği bir çağdayız. Şiiri bütün iyiliklerin, bütün erdemlerin bir tanrısı gibi düşünen, şiire gene de büyük işler yükleyen bir yığınla (zümreyle) karşı karşıyayız. Bence şiiri donkişotlaştırmaktan başka bir şey değil bunlar. Bundan önceki çağlarda beliren sorunlar, yüzyıllar boyunca sürüp geliyordu, bunu söyleyecek, yazacak, yayacak araçlar yoktu. Bugün değişen bir çağ karşısındayız. Düşünürü, aydını, bunaltan sorunların çözüm yollarını, ozan okur ile birlikte gazetelerde, dergilerde okuyor. Dolayısıyla, sorunlar bu hızlı akışın içinde değişiyor, "günlük" damgasını yiyorlar. Ozan, günün, çağının ortaya koyduğu sorunları şiirleriyle birleştiremiyor. Bugün siyasi şiir, öğretici şiir, öyküler anlatan şiir, şiirden kovuldu, Bugün toplum mu şiiri değiştiriyor, şiir mi toplumu değiştiriyor? Toplumun şiiri değiştirdiği daha büyük bir gerçek. Yukarda da söylediğim gibi işbölümlerinin çoğalması, olayları, düşünceleri kısa zamanda yayan çeşitli araçların bulunması, yönetimde iş bölümünün genişlemesi olayları hızlandırdı. "Verem" ile savaş, şiirin değil, Verem ile Savaş Derneği’nin işi oldu. Yılmaz Gruda'nın "kaçış" diye adlandırdığı bu toplum 80runlarından uzaklaşma, gerçekten bir "kaçış" mıdır? Acaba günün sorunları şiirden mi kovulmuştur, yoksa şiir toplum sorunlarından kaçmış mıdır? Bu soruyu enine boyuna konuşmadan, bunu aramadan, şiirin bugünkü eğilimini bir "kaçış" olarak değerlendirmek eksiksiz bir haksızlıktır. Kaçmak için bir sebep gerek, acaba Yılmaz Gruda bu sebepleri gösterebilecek mi? Muzaffer Erdost
(Pazar Postası, Yıl: 5, Sayı: 7 10 Şubat 1957)
Gercekedebiyat.com
YORUMLAR