Oktay Rifat kaç yıldır düşündürür durur beni. Belki çevrenin etkisinden, belki de haksız düşmek korkusundan, O. Rifat'ın yalan - yanlış yargılarını hoş gördüm hep. Ama Şairler Yaprağı’nın geçen iki sayısında şairin düşünürlüğü ve kahramanlığı konusunda arka arkaya çıkan iki yazısı karşısında çekimser ya da suskun kalmanın bizlere ağır sorumlar yükleyeceğini düşünüp ağabeyimize cevap vermek zorunda kaldım.
Bir kez düşünürlük, belirli aşamaları geride bırakmış her aydın insan için var olan bir şey, insan olmanın sorum ve haysiyetini duyan bir kimse ister şair olsun ister tenekeci, düşünürlük konusunda da yetişince belli eder kendini. Ama Oktay Rifat'ın anladığı gibi sırf (şairim, öyleyse düşünür olmak zorundayım) demek için değil. Şiirin kendisinin, biçim- öz, yenilik, kalıcılık gibi sorunlarının bir kenara atılması neye? Bunlarsız da düşünür olunur ama şair olunamaz. Düpedüz düşünür olmak kimsenin tekelinde değil. Ama hem şair hem düşünür olmak Tanrının kolay bir bağışı olmasa gerek. Eğer Oktay Rifat şimdiye değin yazdığı şiir ve yazılarla bir düşünür olduğunu sanıyorsa bir diyeceğim yok elbet.
Düşünürlük yetisi bir şairde varsa bunu bize kabul ettirir zaten. Ama şairin düşünürlüğü de öteki insanların düşünürlüğünden farklı olamaz. Dünyaya, insanlığa mutluluk getiren düşünürlerle birlik olmak, şairin güçsüzlüğünü, yavanlığını affettirmez. Şiirle hayatın başka alanlarındaki işlemleri, bu işlemlerden edinilen hayrı, çıkarı terazinin bir gözüne koymak neye? Şair olmak, insanı vergiden, askerlikten ya da başka toplumsal kurallardan kurtarmadığına göre bu işi başkaca düşünebilir miyiz bilmem...
Gelelim şu kahramanlık sözüne. “Nice kötü şiirler yazmış şairler var ki onların kötü şiirleri bize batmıyor, bu şairlere bayılıyoruz” diyor Oktay Rifat. Bir kez soralım, kimmiş bu sevimli ve talihli şiir fukaraları? Böyleleri varsa, gördükleri sevindirici işlerden ötürü sevilir. Şair olduklarından değil. Şair olarak değil sevilmek, anılmak bile düşmez kısmetlerine.
Hem “halk” demekten derdi nedir Oktay Rifat'ın? Baudelaire ve halk! Bugünün Fransa’sında bile ancak şiiri kendine dert edinenler, bir gerekseme olarak duyanlar anlar Baudelaire'i. Hele halkın sevgilisi olmak, Baudelaire'in aklından geçti mi acep? Saçını yeşile boyamakla belki iç sıkıntısını gidermek, delice de sayılsa bir tutkunun duyusal akıntısına kendini koy vermek denemesini yapıyordu, şaşırtıcı yollardan sevilmek numarası değil.
Dünyamızda halkların sevgilisi olmak, çoğu zaman tepeden inme zorlama ve eğitim, propaganda yollarıyla oluyor. Her akımın, her devrimin borazancıbaşı şairleri, sanatçıları var. Kimi o ülkedeki hükümetin, kimi zıp çıktı bir eleştirmecinin, kimi de geçimim yoluna koymuş kitapçı, yayınevci kabilinden açıkgözlerin ısıtıp ısıtıp okur denen çaresiz hokkabaz seyircisine sundukları leş etlerinden dolmalardır bunlar. Elbet süreleri alabildiğine olmaz, birbirinin burnundan düşmüşçesine yenileri, gençleri türetilir bunların. Ama bir de şiirin zehir- zıkkım serencamını süren, gerçekten yetili ve cevherli şairler azınlığı var. Tanıyan, maldan anlayan bunlardır. Hangi dağın dibinde olursa olsun soy şiiri, soy şairi bunlar bulur, bunlar sever işte. Ömürlü olan, yarına kalan, hep bunlar oluyor nedense. Yoksa halk Yunus'u, Nabi'yi birer şair diye değil, birer evliya diye tutuyor. Türbelerinin pencere demirine çaput bağlıyor, bir murad, bir çıkar için mum yakıyor. Bunların şairliğindense haberleri bile yok halkın.
Oktay Rifat, böyle moda yargılara gönül vereceğine, başladığı günden bu yana önemsemediği şiirin kendisine gönül verse daha iyi eder. İşte ben, kendisinden iki kuşak daha genç bir şair, bunu söylüyorum. KAHRAMAN dediği şairlerin hayal bile edemeyeceği bir hayatım var. Sevgili şair dostlarımdan ve bu derginin okurlarından beni bağışlamalarım dilerim. KAHRAMANLİK şöyle dursun İNSAN olmanın bile daha ilk basamaklarındayım, ama ulu orta ders verenlere hele şiir bahsinde cevap verecek yetideyim. İşte meydan...
Ahmed Arif
(Şairler Yaprağı, Mayıs- Haziran 1956, Cilt 2, Sayı:23-24)
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR