Bölgemize yakında barış geleceği umudunda olanları tekrar uyarmak isterim: Emperyalizmin maşaları arasında zorlanmış bir barış tanımı olamaz.

20. yy içinde eski Osmanlı topraklarının şu veya parçası üzerinde savaş, isyan, darbe veya katliamların yaşanmadığı tek bir yıl geçmemiş olduğu gibi, çoğu yıl iki, üç veya daha fazlası yaşanmıştır. Arnavutluk ve Makedonya isyanları, Trablusgarp ve Balkan Savaşları, Yemen, Arap, Dürzi, Ermeni isyanları, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı'nın Ortadoğu cepheleri, Kurtuluş Savaşı, Kürt isyanları, Filistin'de Arap ayaklanması, Arap-Yahudi çatışmaları, Yunan İç Savaşı, Arap-İsrail Savaşları, Ürdün ve Lübnan'da Filistinlilerin katliamları, Lübnan İç Savaşları, Lübnan'a işgal gücü çıkarılması ve çekilmesi, Suriye ve Irak'ta mezhep ve etnik nedenlerle katliamlar, Kıbrıs Savaşı, İntifada, Lübnan işgalleri, Nasır'ın Yemen savaşlarına müdahalesi, , İran-Irak Savaşı, Kuveyt'in işgali, Irak'ın işgali, Yugoslavya'nın parçalanması, Bosna katliamları, Kosova çatışmaları, Arap sözde baharı, Tunus, Libya ve Mısır'da çatışmalar, Kaddafi'nin sonu, Kürt isyanlarının devamı, Körfez emirliklerindeki mezhep çatışmaları ve daha yüzlercesi...  HEPSİ YAKIN DÖNEMDE VE HEPSİ OSMANLI TOPRAKLARI ÜZERİNDE CEREYAN ETTİ.

Osmanlı mirasının paylaşılmasının her aşamasında hem batılıların müdahalesi, hem de batılılarla işbirliği yapanlar olmuştur. İşbirlikçiler daima olacaktır. Etkileri ise koşullara bağlıdır.

Yeni koşullar Soğuk Savaş döneminden farklı bir işbirlikçi kuşağın öne çıkmasını gerektirmiştir, çünkü batıdaki yeni muhafazakar dalga dünyanın dört köşesine ulaşmıştır. Mali sermaye önce Amerika'da Büyük Kriz sonrasında (ağırlıkla Roosevelt döneminde getirilen ve Reagan dönemine kadar iyi-kötü korunan) regülasyonları yıkmış, uluslararası planda ise  bazı ulusal devletlerin sermayenin önüne çıkardığı tüm kısıtlamaları din + mikro milliyetçilik eğilimlerini kullanarak daha kolay aşmıştır. Günümüzde mali sermayenin emirberleri bütün geleneksel değerlerini bir anda kenara itmişlerdir. Ulusçu eğilimleri öne çıkanlar (Musaddıktan Kaddafi'ye kadar) ardı ardına tasfiye edilmişler ve yerlerine emperyalizmin en aşağılık hizmetkarları getirilmiştir.

Tabii ki süreçler karmaşıktır. Örneğin İran'da Şah'tan sonraki süreci kontrol edememişlerdi. Keza Nasır'ı denetleyemediler ama Sedat ile daha iyi anlaştılar. Genel eğilimler ortada olsa da, her durumu kendi özel koşulları içerisinde ele almak şarttır.

Mali sermayenin pervasızlaşmasında Soğuk Savaş'ı kazanmasının etkisi büyüktür. Reagan hasmının içteki zayıflığını ve Helsinki sürecinin sonunu hızlandırdığını bilmese "yıldız savaşları"  ile  nihai darbeyi indirmeye geçmezdi. Bunları değerlendirip tedbir alamayan güçler sonraki otuz yıl içerisinde tasfiye oldu ki, bunlar çoğunlukla eski Osmanlı toprakları üzerinde kurulmuş rejimlerdi. Ve batı, İslam coğrafyasını altüst etme planlarını Soğuk Savaş'ın bitmesinden de önce, daha 1980'lerde uygulamaya koymuştu.

DİĞER YANDAN

1980'lerde akıllı kişiler bunu görmüştü elbette. Bu kadar büyük planlar gizli kalamazdı ve ilk adımları da hemen sezildi. Ama iş tedbire gelince bunu nasıl alabilirlerdi. Kimileri zaten muhalif oldukları için etkili konumda değildi. Etkili olabilecek konumda olanlar ise her geçen yıl ellerinin kollarının biraz daha bağlandığını, olanaklarının kısıtlandığını görüyorlardı.

Emperyalizm ve işbirlikçileri o kadar kapsamlı bir eylem programıyla, o kadar farklı cephelerden taarruz ediyordu ki, buna karşı direniş ancak topyekün seferberlikle olabilirdi - o da gizli işgal altındaki bir ülkede mümkün olmadı. Olması için başka bir irade gerekliydi. Bu oluşmamıştı.

Burjuva demokratik devrimleri Hollanda ve ABD'de nispeten rahat oturdu, İngiltere'de biraz, Fransa'da daha fazla sarsıntı geçirdi ama sonuçta hepsi yeni rejimlerini korudu. Bunun nedeni rejime sahip çıkan istikrarlı bir sınıfın varlığıydı. Burjuva demokratik devrimini yarım yamalak yapıp sonradan birliğini kuran Almanya ve İtalya bu süreçte tökezleyip faşizm çukurundan geçmek durumunda kaldılar. Benzer sıkıntıyı İspanya ve Portekiz de yaşadı.

20. yüzyılın yeni kurulan rejimlerinde ise sorun bunlara sahip çıkacak bir tabanın yaratılmasıydı. Rusya proletarya adına ama ona aldırmayıp eski devlet anlayışını üstlenen bir bürokrasiye dayandığı için günahları ve sevaplarıyla kısa sürede çöktü. Türkiye'de ise bürokrasi yaratmayı amaçladığı muhafazakar mülk sahipleri tarafından hizmetkar rolüne dönmeye zorlandı. Kamu hizmetkarı değil, öncelikle büyük mülk sahiplerinin hizmetkarı olacaksınız dendi. Bu sürecin kırılma noktaları emperyalizme iyi hizmet etmeyenlerin tasfiyeleriydi. Burjuvazi giderek güçleniyor olsa da emperyalizmin desteği olmadan bu tasfiyeyi yapamazdı. Tasfiyelerin niteliği ise Soğuk Savaş'ın ve sonraki dönemin ihtiyaçlarına göre zaman içinde farklılaştı.

ÇOK BÜYÜK BİR SORUNUMUZ VAR

(sadece bir olsaydı gene iyiydi ya...)

Toplumları analiz ederken referanslarımızı çoğu zaman batıdan alıyoruz, bu ölçütlere göre değerlendirmeye çalışıyoruz. Bu durum zihinleri en iyi ihtimalle yoruyor, çoğunlukla da altüst ediyor. Bir zamanlar kaba Marksistler beşli şemayı çekip çekiştirerek bütün dünya toplumlarına uygulama çalışmışlar ve Marksizme büyük zarar vermişlerdi. Halbuki doğu Avrupa bile son derece farklı özelliklere sahipti.

Öte yandan, her kavram dikkatle ele alındığında gerçekliğin başka bir yanının kavranmasını sağlayabilir. Sonuçta her toplumda yöneten/yönetilen, ezen/ezilen ayırımları ve üretim/paylaşım/yeniden üretim süreçleri vardır. Ama bunların özellikleri ve üst yapıya yansıma/geri yansıma biçimler farklıdır. Bu nedenle... Burjuva Demokratik Devrimleri (BDD) derken dikkatli olmalıyız. Yani bir avuç göçebe bedevi ile birkaç kıyı kasabasından oluşan bir ülkede "BDD olmadı da şu-bu oldu" demenin manası yok. Tabii bu uç bir örnek oldu. Bir yandan BDD'lerin ön koşulları nelerdir diye bakmak, aynı zamanda ele alınan toplumun özgün koşullarını anlamaya çalışmak gerekir.

PAZARLIK YİNE GİZLİ

Osmanlılar Birinci Dünya Savaşı'na sadece üç kişinin bilgisi altında imzalanan gizli bir antlaşma ile sürüklendiler ve ülkenin üçte ikisini yitirdiler. İmparatorluğun tasfiyesi kaçınılmazdı ama tasfiye işgal  koşullarında yapılmamalıydı.

Günümüzde de Suriye ve Irak konusunda bazı pazarlıklar yapılmış olduğu anlaşılıyor ama bunların ne olduğu konusunda hiçbir bilgimiz yok. Kaderimiz gene birkaç kişinin pazarlığına kaldıysa yandığımızın resmidir. Ne var ki en başta Meclis bu konuda halka karşı vazifesini yapmıyor. Bu da grubu olan partilerin hepsini vebal altına sokuyor.

Dünyanın hangi demokratik ülkesinde sınır toprakları komşu bir ülkeye saldıran binlerce silahlı çete için üs haline getirilebilir?

Üstelik bu çeteler Türkiye halkına ve güvenlik güçlerine bile kabadayılık yapıyor. Tek başına bu durum bile ülkemizde demokratik süreçlerin işlemediğinin açık göstergesidir. Düzgün bir ülkede, bu olayların binde biri bile kıyametler kopartır, siyasi depremler birbirini izlerdi.

Mehmet Tanju Akad

Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)