Son Dakika



Perihan Mağden, İstanbul doğumlu, bu onu doğuştan İstanbul Hanımefendisi yapar. Ancak son kitabı Ali ile Ramazan’da yazdıklarına bakarsanız, yarım asırlık bir yaşamda Perihan Mağden’in değişimi böylelikle görülebilir; hızla aşağıya inen bir grafik…

Roman adına üzücüdür, Perihan Mağden için de…

Roman mı?

Diyemiyorum. Sözcüklerde klasik tanımıyla, insanı, yaşadığı çevreyi, karakterleri,  onların serüvenlerini anlatan, duygu ve tutkularını çözümleyen, kurmaca veya gerçek olaylara dayanan yazınsal tür olarak tanımlanıyor. Bu nitelikli yapıtlara verilen yazınsal bir terim olarak nitelendiriliyor. Başka tanımları da var ve en geniş tanımıyla yeniden bir yaşam oluşturma olarak adlandırabiliyorum.  İçine her şey dâhil…

Yeni bir formüle gereksinim duyuyorum. Romanın sefaleti başka türlü anlatılabilir mi?

Biçimsel açıdan bir kitap hacmi var ama ortada roman yok.

Mağden, iyi bir eğitim aldı, yaşamöyküsünde görüyoruz Robert Kolej ve Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji bölümünü bitiriyor.

Psikoloji bildiğinden emin olamıyoruz, yazdıklarıyla daha çok psikolojimizi bozuyor.

Yazmadan önce gezgin olduğunu biliyoruz, Hindistan’ı, Japonya’yı, ABD’yi geziyor, en çok da Asya’dadır.

Belki de sevimsiz romanlar yazmayı, sevmediği işlerde çalışmak zorunda kalması ile açıklayabiliriz. Sevmediği işler bana ait bir söylem değil, biyografisinde geçiyor. Yazarın sevmediği işleri yapmak durumunda olduğunu görüyorum. Sevmeden yapmak, yapmamaktan sevimsizdir.

Ben “Ramazan ve Ali”yi de sevmeden yazdığını düşünüyorum. Ramazan ve Ali kahraman değil, anti kahraman da değil. Bu kitapta kahraman yok, bulamıyoruz. Sadece birer araç, hayal perdesinde yukarıdan iplerle yönetilen, çubuklarla oynatılan iki gölge…

Gazete yazılarıyla daha çok biliyoruz, sivri bir dili var, bir yazara en çok yakışan sivri dil, ona yakışmıyor.

Biyografisinde uzun yıllar yaratıcı eleştirel yazılar olarak adlandırılan kimi farklılıkları öne çıkardığı köşe yazıları yazdığı bilgisi var. “Yaratıcı Eleştirel Yazılar” tanımı da oradan.

Babasız bir evde büyümesi,  özellikle son kitabı Ali ile Ramazan’daki roman yazma biçimi ile ilgili olabilir mi bilmiyorum. Ancak bu romanında Ali ve Ramazan’a bakış biçimi ve romanda kullandığı dil, yoksunluğun gerekçesi olabilir mi?

Kendini heteroseksüel olarak nitelendiriyor. Cinsel seçeneklerini neden söylemek gereksinimini duyduğunu bilmiyoruz. Belki bir soru üzerenidir. Ancak okur olarak cinsel tercihi bizi hiç ilgilendirmez. Yazdıklarında ve dili kullanışında bir aşağılama var.

Ardından gelen açıklamasını hiç şaşırtıcı bulmuyoruz, Perihan Mağdencedir; heteroseksüel çiftlerden mutlu olduklarını söyleyenleri sahtekârlıkla suçluyor.

YeniŞafak Gazetesi’nde kendisi ile yapılan söyleşide Beyza Akyüz’e, romanlarındaki tipler için, sosyolojik eleştiri yaptığını söylüyor. Sosyolojik bir inceleme mi, psikolojik bir değerlendirme mi? Aynı şey Homoseksüel çiftler için de söylenebilir. Pekâlâ Aragon gibi de söyleyebilir,” mutlu aşk yoktur” diyebilir, söylemiyor. Sahtekâr olduklarını söylüyor.  Mağdence yeni bir dil ya da lehçe sayılabilir mi, dilbilimcilere bırakıyoruz.

Perihan Mağden, Ali ile Ramazan’ı sevimsiz/itici/rahatsız edici gösterebilmek için, cinsel kimlik kırılmalarının da ötesinde, onlara etnik kimlikler yüklüyor. Belki de Perihan Mağden’in Ali İle Ramazan’ı yazmasının asıl gerekçesi bu. Ramazan’ı ve Ali’yi eşcinsel olarak göstermekle de yetinmiyor. Ali, romanda Arap, Nusayri, Arap Alevi olarak etnik ve dinsel bir kimlikle tanımlanıyor. Yalnızca Arap olmakla yetinmiyor, Nusayri ve alevi olarak yazılıyor. Onu daha da itici kılmak için kötücül bir geçmiş yaratıyor.  Ailesi dağılmış, geçmişi kirli. Annesi babasını öldürüyor, sonra intihar ediyor.

İlle de eşcinsel karakter yaratılacaksa, bu etnik ve dinsel kimlik verilmeden de yapılabilir. Mağden’in ereği yalnızca bu değil, bununla yetinmeyeceğini anlıyoruz. Bilinçli olduğunu ve seçimini bu bilinçle yaptığını görüyoruz. Rastlantısal değildir.

Ali gibi, Ramazan’ın da etnik ve dinsel kimliği öne çıkarılıyor Perihan Mağden, Ali’nin etnik kimliğini de farklı bir dinsel aidiyet üzerinden kurguluyor.  Ali Alevi, Ramazan Sunni.  Ramazan cami avlusuna terk ediliyor, Ramazan ayının başlamasına iki gün var, İmam’ın karısı adının bu nedenle Ramazan olmasını istiyor bebeği polislere teslim ederken.

Ali ile Ramazan’ın yolu aynı yetimhanede kesişiyor. Ali 12, Ramazan 13 yaşında. Buluğ çağındalar ki biz bunu ilk gençliğe geçiş olarak işaret edebiliriz.

Ali’nin romandaki konuşmalarını içeren söylemi tam da Perihan Mağden’in yaratıcı yazarlık anlayışına uygun. Küfürsüz konuşmuyor neredeyse. Ali ile karşılaştığında Ali Ramazan’ın kaç yaşında olduğunu öğrenmek istiyor. Yaşını söylüyor Ramazan, sözlerinin sonuna birbirinden seçkin iki küfür de eklemeden edemiyor:  “Puştoğlupuşt” , “Gavat.”(s.57)

Güzel. Küfürdeki yaratıcılığı görmüş oluyoruz. Ama asıl yaratıcılık iki eşcinsel olarak ilişkilerini anlatırken seçeceği sözcüklerle ve yaptığı betimlemelerdedir.

Ali ve Ramazan birbirlerine çılgıncasına âşık oluyor.  Âşık olduklarını bilmeden, başlarına gelenin aşk olduğunu anlamadan âşık oluyorlar, hem de doymamacasına…  Mağden şöyle yazıyor; “Başına gelenlerin adını bilmiyor. Aşka düşüyor. Tepetaklak düşüyor.”(s.23)

Daha sonraki sayfalarda bu ilişkinin doyumsuzluğunu Ramazan’ın duygularını anlatırken “Doyamayışı, doyamayışı Ali’ye”(s.34) biçiminde yineleyerek ve duyulan açlığı kazıyarak yapıyor. Biz de aşkta tepetaklak düşmek için böylesine bir açlık gerektiğini Perihan Mağden’in yazdıklarından anlıyoruz.

Ali’nin pasif, Ramazan’ın aktif eşcinsel olduklarını, Ramazan’ın on üç yaşında olmasına karşın, yetimhanenin müdürünü de beceriyor oluşundan anlıyoruz.

Yetimhane Müdürü, Ramazan’la Ali’nin bu doyumsuz aşkını öğrenince, Ali’yi kıskanıyor, elinden geleni ardına koymuyor bu yüzden.

Ramazan buna içerliyor. Müdüre, Perihan Mağden’in İstanbul Hanımefendisi olarak ağzına yarışır bir biçimde şöyle bağırtıyor; “S…..m ulan sülaleni! Seni bunca s….m yetmede mi delik? Kapa ulan bok çukuru çeneni! Bi daha Ali’ye bi laf edersen parçalarım ulan seni! Doğduğunu pişman ederim götbezirgânı.”(s.38)

Küfür dünyamız zenginleşiyor.

Argo mu?

Orada var mı bilmiyorum.

Bir alıntı daha yapmak gereksinimini duyuyorum. Perihan Mağden, Ali ile Ramazan’ın birleşmesini de aynı biçimde yazıyor. Oradan okuyoruz; “Ali ile Ramazan ilk o gece, Müdürbey’in çekyatında sabaha kadar habire birleşiyorlar.// Bir oluyorlar. Sonsuza kadar. Kısacık sonsuzlarının sonuna kadar.”(s.53)

Tam da burada Perihan Mağden’in romanı yazarken dikkatinden kaçırdığı bir yanlışı buluyoruz. -Bu romanı böyle yazmak için dikkat mi kalır yazanda?-  Perihan Mağden bu birleşmeyi ağzını sulandırarak, sonsuzları da sonsuzlaştırarak anlatırken bir hataya düşüyor.  Aynı sayfada şunlar var; “Ali ile Ramazan birleşiyorlar.” Ali’nin de Ramazan’ın da ilk birleşmesi.”(s.53)

Bu birleşmeyi Perihan Mağden Ali’nin de Ramazan’ın da ilk cinsel birleşme olarak yazıyor. Şöyle yazsa olabilirdi: Ramazan’ın, Ali ile ilk birleşmesi… Oysa Perihan Mağden “Ali’nin de Ramazan’ın da ilk birleşmesi…” olarak yazıyor ki, 38. Sayfada Ramazan Müdür Bey’e bağırırken, onu da becerdiğini söylemiyor mu? Ramazan, Ali’yi becermeden önce de Müdür Bey’i beceriyordur. Öyleyse bu Ramazan’ın ilk birleşmesi olamaz.

Perihan Mağden roman yazmıyor, onun için dikkat de etmiyor, amacı küfretmek, belden aşağı vurmak, yazdığını roman olarak kabul ettirmek. 

Yazdıklarını kendi de unutuyor Mağden.

Acemi bir yazar yazsa belki bu çelişki olağan karşılanabilir ama yaratıcı yazarlığa terfi etmiş Perihan Mağden için bunu olağan karşılamak düşünülemez bile.

Mağden’in yaratıcı yazarlığını daha iyi anlamanız için kimi alıntılar yapmak istiyorum.

Şu satırlar da Perihan Meğden’den; “ Bedenini kiralıyor Ramazan; paralı tokmakçı şu bu. Bi sürü pis kelime et, söyle, bağır, vız gelir tırıs gider.// ‘Ulan orospuçocuklarından geçilmeyen bi dünyada, orospu olmuşum ne yazar? Orospuçocuğu diilim ya bunların cümlesi gibi.”(s.84)  “Ne lan bu? Boynun emik içinde! Ne lan bu orospuçocuğu; n’apıyordun ulan, veriyo muydun bi de?”(s.99) Ali de yanıt veriyor Ramazan’a, “Vermedim Ramazanım. Valla da billa da vermedim. Yeminlen, vermedim. Sırf s….m oğlanı..”(s.99)

Perihan Mağden yeni bir Donatien Alphonse François Le Marquis de Sade olmaya mı çalışıyor?

Sade, adıyla anıldığı Sadizm’in babası, yeni kavram geliştiriyor. Sadizm dendiğinde hep adı anılıyor. Ahlakı, yok sayıyor, yasaları çiğnemekten kaçınmıyor, dini bütünüyle dışlıyor, dönemi için aşarı sayılan, ahlaksızlık olarak da nitelendirilebilecek cinsel-tensel özgürlüğü yazıyordu. İnsanın insancıl yanını yitirmesi durumunda neye dönüşebileceğini, İnsan’ın insanlığını yitirdiği yolun çıkmaz sokak olduğunu, sadizme çıkabileceğini anlatıyordu.

İçgüdüyü değil, bilinci yerine koymayı önermek istiyordu. Bunu erotizmin de ötesinde göstermeyi amaçladı. Bu yüzden yaşadığı dönemde hep yanlış algılandı, ömrünün büyük bir bölümünü akıl hastanelerinde ve farklı hapishanelerde geçirdi. On bir yılı Paris hapishanelerinde, ve  ek olarak ünlü Bastille’de on yıl yatmış. Conciergerie’de Madelonettes’te, Bitetre’de, Sainte-Pelagie’de kalan cezalarını çekti. On üç yıl Charenton Akıl Hastahanesi’nin ilaç kokan kirli odalarında kaldı.

Harcanmış bir ömre karşılık, adı bugün de anılıyor. Mağden’in Sade olmayı mı erekliyor? Başka romanlarında da var. Ramazan ve Ali’de kendini de aşıyor.

Perihan Mağden, Ali ile Ramazan’da yazdıklarıyla Sade olamıyor.

Bir Murathan Mungan bile olamıyor.

İkisinin de çok uzağındadır ve ortak tek bir yönü yoktur.

İşte Perihan Mağden’in roman diye yazdığı bu.

Bu romanı böyle yazabilmek için Perihan Mağden olmak gerekiyor, yetmez, bir o kadar da yaratıcı yazar olmak gerek.

Daha fazla alıntılarla bu rezilliği göstermeye elim varmıyor...

Bunları yazmakla yazar mı olunuyor, bu yazılanlar da roman mı sayılıyor?

------------------------------------------

(*) Perihan Mağden, Ali ile Ramazan, Doğan Kitap, Şubat 2010

Halit Payza
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)