Orhan Kemal üzerin Işık Öğütçü'yle konuşma / Beyazıt Kahraman
“Yüzlerce hikâye, roman, senaryo ve tiyatro yazdım. Kalemimden başka bir geçim imkânım yok ama kalemimi hiç mi hiç ‘daha iyi geçim için’ araç olarak kullanmadım, satmadım. Sanat çabalarım yeniyi, doğruyu, ileriyi bulmak, kendimi aşmak içindir. Halka dönük, halktan yana bir yazarım…” Böyle yazmıştı Orhan Kemal 1970’te tuttuğu kısa notlarında. Oğlu Işık Öğütçü, uzun ve sabırlı araştırmalardan sonra, babasının yarım kalmış, yayımlanmamış yazılarını, notlarını derlemiş ve 2007’de ‘Önemli Not’ başlığı altında yayımlatmış. Kitabın sonuna alınan ‘KISA KISA’ adlı bölümdeki notlarda şu tümcelerle anlatmış sanat anlayışını ve has sanatçıyı Orhan Kemal: “Has sanatçı yurdu ve dünyası üzerinde kötülük düşünemez. Has sanatçı satın alınamaz. Onu satın alabilecek ne para ne pul ne mevki vardır. Has sanatçı tarih boyunca iktidarlarla hep çatışmıştır. Bu da sebepsiz değildir. İktidarlar her zaman kendilerini haklı, yaptıklarını doğru, bunun dışındaki her şeyi haksız, yanlış göregelmiştir. Sanat tarihine şöyle bir bakacak olursak, düşüncesi için yüzyıllar boyunca her şeye katlanan sanatçının nelerle karşılaştığını, ne hakaretlere uğradığını, nasıl tekmelendiğini, yok edilip sürüldüğünü görürüz.” Orhan Kemal bu tümceleri bugünler için mi yazmıştı acaba diye düşünmeden edemiyor insan. 15 Eylül’de doğumunun 99. yılında anacağımız unutulmaz edebiyat emekçisi, 1969’da yazdığı ‘Yaşam ve Sanat Serüvenim’ adlı yazısının bir bölümünde şu tümcelerle tanıtmış kendini: “1914’te, Çukurova’da, Adana şehrinin Ceyhan ilçesinde doğmuşum. Babam avukat, çiftçi, sonraları parti lideri Abdülkadir Kemali Bey; annem öğretmen Azime Hanım. Beş kardeşin en büyüğüyüm… Birinci Dünya Harbinin seferberlik davulları çalınırken doğmuşum. Harp yıllarında babam Çanakkale Dardanos’ta topçu teğmeni olarak bulunmuş. Beş-altı yaşımdan itibaren beni özel bir eğitime bağlı kıldığı için, çocukluk yıllarım din dersleri ve babamın müthiş dayakları arasında geçti. O yıllarda Türkiye’nin kaderini elinde tutan İttihat ve Terakki Partisi’ndendi…” Asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü olan Orhan Kemal’in babası Abdülkadir Kemali Bey ilk TBMM’de milletvekilliği ve Adalet Bakanlığı da yapmış. Daha sonra Adana’da Ahali Cumhuriyet Fırkasını kurmuş. Partisi kapatılınca ailesiyle birlikte Türkiye’yi terk etmiş, Beyrut’a yerleşmiş. Babasının otoriter tutumuna dayanamayan ve okulla arası iyi olmayan Mehmet Raşit Öğütçü, 1932’de babasını Beyrut’ta bırakıp Adana’ya dönmüş, ortaokulun son sınıfında da eğitimini terk etmiş, çırçır fabrikalarında çalışmaya başlamış. 1937’de evlenmiş. 1938’de Niğde’de askerliğini yaparken Türk Ceza Yasasının 94. maddesine muhalefetten yargılanarak 5 yıl hüküm giymiş. 1940’ta Bursa Cezaevinde Nâzım Hikmet’le tanışması ve birlikte hapis yatması yaşamının en önemli dönüm noktalarından olmuş. Nâzım Hikmet ona yalnız edebiyatta değil iktisatta, felsefede ve Fransızca’da da öğretmenlik yapmış. 26 Eylül 1943’te serbest kalmış. 1951’de İstanbul’a yerleşmiş ve geçimini yazarlıkla sağlamış. 21 yılda yazdığı 54 yapıtla üretkenliğini kanıtlayan Orhan Kemal, 2 Haziran 1970’te çağrılı olarak gittiği Bulgaristan’da yaşamını yitirdi. Resmi belgelere göre, 35 kitabı 13 yabancı dile çevrilmiş ve yayımlanmış. Orhan Kemal’in yazarlığını ve yapıtlarını araştıranların atladığı kimi durumlar var. Kimya mühendisi olan oğlu Işık Öğütçü, babasının yarım kalan ve yayımlanmayan yapıtlarını, yazılarını, notlarını derlemiş ve ‘Yazmak Doludizgin’, ‘Önemli Not’, ‘Abdülkadir Kemali Bey’in Anıları’ ve ‘Zamana Karşı Orhan Kemal’ kitaplarını yazmış. Işık Öğütçü’yle Cihangir’deki Orhan Kemal Müzesi’nde babasının yazarlığını, yüzüncü doğum yılı hazırlıklarını ve kendi çalışmalarını konuştuk. -Işık Bey, babanız Orhan Kemal görmezden gelindi ya da unutturulmaya çalışıldı mı? -1980’e kadar çok yoğun bir ilgi vardı; anma toplantıları yapılıyordu. Orhan Kemal Roman Armağanı 1971’den itibaren düzenli olarak verildi fakat 12 Eylül 1980’den sonra tam 2000’e kadar Orhan Kemal var yok arasında. Bunda belki yayın evinin de yanlış yayın politikasının etkisi olmuştur. Duyuru yapılmazsa, gündeme getirilmezse kitap satışları düşer, okur sayısı azalır. Gerek aile olarak bizim, gerekse Orhan Kemal’in dostlarının bir isteği vardı: Bir Orhan Kemal Müzesi kurulsun. Bu istek 2000 yılında gerçekleşti. Ondan sonra çok şey değişti. Ben de bu araştırmalar sırasında babamı daha yakından tanıdım; gerçekten çok büyük bir hazinemiz olduğunu gördüm. Böyle olunca insan adamsendecilik yapamıyor; katkıda bulunmak gerekiyor. Benim yaptığım araştırmalar, birçok doktora çalışmasına, makaleye kaynaklık ediyor. Şu günlerde Orhan Kemal’in kimsenin bulamadığı, daha önce yayımlanmamış öyküleri üzerinde çalışıyorum. Bunlar yakında yayımlanacak. Babamın yaptığı söyleşiler var, yayımlanmamış. Kimsenin bulamadığı çeşitli eserleri var, şu anda onlar üzerinde çalışıyorum. Bu araştırmalar sırasında bulduğum kayıp romanı var: Yüzkarası. Şimdi bir tane daha buldum: Uçurum. Üniversitelerde onun üzerine yapılan doktora çalışmaları o kadar az ki… -Siz belli ki Orhan Kemal’in oğlu olmanın sorumluluğunu taşıyor, üzerinize düşen araştırmaları yapıyorsunuz. Peki, Orhan Kemal’in doğumunun 100. yılına yönelik çalışmalarınız, hazırlıklarınız var mı? -Evet, bu çalışmalar sırasında biraz daha geriye gittim; dedem Abdülkadir Kemali Bey’in hatıratını ortaya çıkardım; “Abdülkadir Kemali Bey’in Anıları” adıyla yayımlandı. Yine onun 1924’te çıkardığı bir gazete var: Toksöz gazetesi. O gazetede yazdığı makaleleri de önümüzdeki dönemde gündeme getireceğim. Bunlar planda yoktu fakat yaptığım araştırmalar beni öyle bir noktaya getirdi ki artık bunları bir arkeolojik keşif olarak görüyorum. Aslında planladığım, Orhan Kemal’in fotoğraflarından oluşan bir fotoğraf albümüydü. Yaklaşık olarak 300 fotoğraf ve bir de benim yaptığım konuşmaların metni girecek bu albüme. Müzeyi kurduğumuzda elimizde 70 fotoğraf vardı. Daha sonra dostlarının, arkadaşlarının elindeki fotoğraflar geldi bize. Bunu 2014’ün başlarında çıkaracağım. Bir de çok uzun zamandan beri üzerinde çalıştığım bir projem var: Mektuplar. Bu beni çok heyecanlandırıyor fakat bir taraftan da geciktiriyorum çünkü değişik bir teknik uygulamaya çalışıyorum; karşılıklı mektuplar… Örneğin babamın Nâzım Hikmet’e yazdığı mektupları bir türlü bulamıyorum. Nâzım Hikmet’in babama yazdığı mektuplar bizde var. Kitap biraz da bu yüzden gecikiyor. Fikret Otyam’la Orhan Kemal’in yazışmalar var. Biliyorsunuz, Fikret Otyam’ın ‘Arkadaşım Orhan Kemal ve Mektupları’ adlı kitabı var. Şimdi oradaki mektuplara karşılık Otyam’ın mektuplarını koyacağım. -Siz bu kaynakları nereden buluyorsunuz? Babanızda mı vardı? Babanızın arkadaşlarından mı temin ediyorsunuz? Örneğin, yayımlanmamış romanı ‘Uçurum’u buldum diyorsunuz. Nasıl elinize geçti bu kayıp roman? -Olağanüstü bir rastlantıydı. Böyle bir şey hiç aklıma gelmemişti. Bir yıldır kütüphanede araştırma yapıyordum. 1940’lara gidiyordum, 1950’leri, 60’ları tarıyordum. ‘Büyük Gazete’ diye bir dergi var, 1960-61’de çıkmış. Benim listemde var; bakacağım ama bir türlü sıra gelmiyor. Bir sabah bilgisayarımı açtığımda bir iletiyle karşılaştım. İletiyi gönderen dostum şunları yazmış: “Ben TÜRVAK Müzesi’nde bir araştırma yaparken Büyük Gazete adlı dergiye baktım. Bu dergide Orhan Kemal’in ‘Uçurum’ adlı bir romanıyla karşılaştım. Sizin bu romandan haberiniz var mı?” İşimi gücümü bırakıp derhal TÜRVAK’a gittim. Gerçekten çok değişik bir roman... Ben bu duyguyu daha önce Orhan Kemal’in yeni bir romanını, ‘Yüz Karası’nı bulunca yaşamıştım. Bir taraftan da büyük bir şanssızlığım var çünkü tefrikanın sonuncusu 21 Haziran 1961’de yayımlanmış. Toplamda 22 tefrika var; 27 Haziran 1961 tarihli dergi yok. Milli Kütüphanede, özel kütüphanelerde, Beyazıt Devlet Kütüphanesinde… Hiçbirinde yok. Sanıyorum dergi yayınına son vermiş. Çok üzüldüm. Sonunda da, sürpriz olsun diye, ben onu üç dört cümleyle bağladım. -Babanız sizi, ölümünden sonra da olsa, araştırmacılığa yönelttiği anlaşılıyor. -Çok doğru. Biraz koşullar öyle gerektirdi. Biraz da benim mühendisliğimden kaynaklandı. Mühendisliğin özünde araştırmacılık, iz sürmek vardır, matematiksel düşünme vardır. Ayrıca, elimizde çok üretken bir hazine var. Babam her yere yazmış. Ayrıca, pek çok gazetede takma adlarla da yazmış. Araştırmacı gerekli formasyona sahip değilse bunları göremez; kütüphanelerde sadece ‘Orhan Kemal’ adıyla arama yapabilir. Büyük Gazete adlı dergide de aynı şey olmuş. Fakat ilerleyen sayfalarda, ‘İlhan Demir’ imzasıyla ‘İtiraflar’ ismiyle röportajları var. Babam hayat kadınlarıyla yüz yüze söyleşiler yapmış. Böyle bir söyleşinin Türk basınında ilk kez yapıldığını sanıyorum. 1961’de beş kadınla konuşmuş. Son yaptığı söyleşinin hikâyesi ‘Serseri Milyoner’ adlı romana konu olmuş. -Babanız gerçek bir edebiyat emekçisi. Yükseköğrenim görmemiş, ortaokulun son sınıfından ayrılmış olması edebiyat eleştirmenlerinin üzerine eğilecekleri bir özelliğidir sanırım. Yaşamın zorluklarına göğüs gererek, insanlar arasında yaşayarak öğrenmiş. Deyim yerindeyse, burnu sürterek… Kendi anlatımıyla, 15-16 yaşlarında yazarlığa başlamış. İlk yazdıkları, kendi yaşamından izler taşıyor: Baba Evi, Avare Yıllar ve Cemile… Edebiyat eleştirmenlerimizin çoğu Orhan Kemal’i Türk edebiyatının Maksim Gorki’si olarak değerlendirmişler. Ağırlıklı olarak işçi sınıfını anlatmış. Siz bu konuda değişik yorumlarla karşılaştınız mı? -Orhan Kemal’in çok geniş bir insan kaynağı var. Topraksız köylüler, işçiler, Muzaffer Ağa gibi ağalar da var. Çok büyük bir gözlemci ve gerçekçi bir yazar. Rus Türkolog Tevfik Melikof, “Bir toplumu tanımak istiyorsanız, o toplumun gerçekçi yazarlarını okumalısınız” der. Orhan Kemal yükseköğrenim görmüş biri olsaydı, kendi gibi eğitimli insanlar arasında yaşayacaktı, para kazanacaktı, belki de yazar olamayacaktı. Olsa bile, anlatacakları, içinde yaşadığı kesimle ilgili olacaktı. Hayatın bütün rengi halkta. Aslında hepimiz halkız. Fakat kimsenin yüzüne bakmadığı, önemsemediği insanlardan roman kahramanları yaratabilmek gerçekten ustalık isteyen bir iş. Küçük insanların yaşamının içinde olan her şey: ezilme, sömürü, ihanet, kıskançlık, sevgi, dostluk, dayanışma, umut, zulüm, ölüm… Bunlar kitaplarında gerçekçi bir şekilde yer alıyor. Okuyunca insan diyor ki, bunları kimse uyduramaz; bunları yazabilmek için bunları yaşamak gerekir. -Sadece yaşamak değil, yaşananları güçlü bir dille anlatabilmek de gerekiyor. Orhan Kemal’in en önemli özelliklerinden biri de kullandığı sade anlatım ve başarılı konuşturmalar… Attilâ İlhan’ın deyişiyle teşbihsiz, istiaresiz anlatım... Ya da bunları çok az kullanarak… Halkın arasında yaşayarak, halktan öğrendiği dili kullanmış yapıtlarında. Yükseköğrenim görseydi, dili kesinlikle değişirdi. Çocukluğunda ve gençliğinde yaşadığı coğrafyanın etkisi de var kuşkusuz. -Ailenin yaşadığı zorlukların etkisi var. Babasının muhalif duruşu, ailenin ekonomik olarak çöküntüye uğraması, sürgüne gitmeleri, çekilen yoksulluk, geçimini sağlamak için çeşitli işlerde çalışması… Bunların hepsi, gerçekçi yazarın beslenme kaynağı. Aslında dünya edebiyat tarihinde de birçok büyük yazarın temelinde böyle derin izler vardır. Ayrıca, yazarlığın bir altyapısı vardır: Çok okumak… Bu, babasından gelen bir meziyet. Babam, “tesadüfle ve cehille yazar olunmaz” diyordu. Ayrıca buna katalizör olan başka bir faktör var: Nâzım Hikmet. Edebiyat dünyasına atılırken hemen hepimizin yaptığı ilk iş şiir yazmaktır. Âşık oluruz; şiir yazarız. Babam da şiirle başlamış ama Nâzım Hikmet onu düzyazıya yönlendirmiş, onun hayatının akışını değiştirmiş. Kuşkusuz, hapishanedeki o üç buçuk yıl boşa geçmemiş; Nâzım Hikmet babamı yetiştirmiş, ona çok şey anlatmış; çelişkileri, İkinci Dünya Savaşı’nın nedenlerini, tarih, psikoloji, sosyoloji, felsefe, iktisat… -Aslında, Orhan Kemal’in gerçek üniversitesi Nâzım Hikmet’tir, diyebiliriz. Zaten bu, yapıtlarından belli oluyor. Peki, Orhan Kemal’in 100. yaşına doğru giderken neler düşünüyorsunuz? -Biz aile olarak pek çok şey yaptık. Orhan Kemal Müzesi, Orhan Kemal Roman Armağanı ve üzerine çıkarmış olduğum kitaplar var. Bu çalışmalar ailesinin mi göreviydi, yoksa bu işlere bakan resmi ve özel kurumların, araştırmacıların ve üniversitelerin görevi miydi? Bunlar yapılarak ona sahip çıkılmalıydı. Ben artık eleştirmiyorum. Şu anda bile başlamak, onu geleceğe taşımanın ilk adımıdır. Gecikmiş bir durum yoktur. -Ve üniversiteler… -Benim yaptığım çalışmalara yıllar önce Hasan Ağabey (Pulur) bir yazısında değinmiş; ‘hayırlı evlat’ diye yazmış. Telefon açıp teşekkür ettim kendisine. Aslında hepimiz ‘hayırlı insanlar’, ‘hayırlı bilim insanları’ olmalıyız, ‘hayırlı birer edebiyatçı, yazar’ olmalıyız, ‘hayırlı işler yapan bir toplum’ yaratmalıyız. Sanatçılarımıza, değerlerimize sahip çıkmalı, onları korumalıyız. Değerli insanlarımızı, sanatçılarımızı yitiriyoruz, onları unutturuyoruz. Yeni ‘Yazar’lar da kolay yetişmiyor. Öyleyse, elimizdeki Orhan Kemal’e sahip çıkmalı, onu dünyaya tanıtmalıyız. Orhan Kemal yapıtlarında öyle konular işlemiş ki, bunları günümüzde de yaşıyoruz. Onun okunması, daha iyi anlaşılması için okullarımıza, öğretmenlerimize çok iş düşüyor. -Prof. Dr. Türkel Minibaş bunu yapıyormuş sağlığında. Öğrencilerinden, bir iktisatçı olarak küresel ekonomiyi daha iyi anlamaları için Orhan Kemal’in en az iki kitabını okumalarını istiyormuş: ‘Gurbet Kuşları’nı ve ‘Eskici ve Oğulları’nı… -Orhan Kemal değişik disiplinlerde okunur. Nisan ayında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, ‘Hukuklu Günler’ adlı bilim şöleninde ‘Orhan Kemal ve Hukuk’ adıyla bir çalıştay da düzenledi. Yapıtlarını adalet açısından incelediler ve ilginç değerlendirmeler çıktı. Toplumbilimciler, tarihçiler onun kitaplarını kaynak olarak gösteriyorlar. Bu doğrultuda ben gelecek yılı, Orhan Kemal’in yüzüncü yaşını önemsiyorum. Bakanlık, basın, üniversiteler, edebiyat kuruluşları harekete geçmeli, 2014 ‘Orhan Kemal Yılı’ ilan edilmeli. Bir hedef konmalı; bir milyon kitap okumak gibi sözgelimi… Orhan Kemal tekrar keşfedilsin. - Daha önce ‘Mevlana Yılı’ ilan edildiği gibi… -Kuşkusuz. Aslında bu tür kampanyalara devlet de önayak olabilir. Ben iki buçuk yıl önce Kültür Bakanlığı’na bu doğrultudaki düşüncelerimi ilettim. Kültür Bakanlığı’nın Orhan Kemal’i sahiplenmesini bekliyoruz. Bu konuda öncülük Kültür Bakanlığı’na düşer. Bu arada, Orhan Kemal’in şiirleri, devlet çoksesli korosu tarafından bestelenip seslendirilebilir. Şiirleri senfonik bestelenebilir. Şimdilik bize gelen bir yanıt yok. Asıl itici güç basındır. Basın “2014 Orhan Kemal Yılı”nı gündemde tutmalıdır. Halkını, insanları bu kadar çok seven, onları satmayan, onlara ihanet etmeyen bir yazara gereken değer verilmelidir. Beyazıt Kahraman (Aydınlık Kitap)ORHAN KEMAL'İ IŞIK ÖĞÜTÇÜ BEYAZIT KAHRAMAN'A ANLATIYOR
YORUMLAR