Nesin Usta’ya Mektup… / Selim Esen
6 Temmuz 1995 Aziz Usta’mızın aramızdan ayrıldığı gündür… O her ne kadar kendine ‘Nesin?’ soyadını almış olsa da bizim Aziz’imizdir. Bugün, eksikliğini derinden duyduğumuz bu değerli mizah ustasının ölümünün 21. yıldönümüdür… Ve bugün kimselere anlatamadığım derdimi ona anlatmak geldi içimden.
Bu mektup yaşamını ışıklar içinde sürdürdüğüne inandığım Usta’ya içten bir sesleniştir. İyi ki bu durumları görmedin Aziz hocam… Çok değerli Ustam, Sen gideli 21 yıl geçti. Bu süreçte ülkemizde öyle değişiklikler oldu ki, yaşamımız altüst oldu. Toprağımız şehit kanına doymuyor. Komşularımızla kavgalıyız, gençlerimiz işsiz, okullarımız İmam Hatip’ lere dönüştürülüyor. Tabelalardan ‘TC’ harfleri indiriliyor. Andımız kaldırıldı, 10.Yıl Marşı yasaklandı. 23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim, 30 Ağustos kutlamaları tarihe karıştı. Yandaş müteahhitler halka alenen küfür ediyor; “Milletin a…a koyacağız” diyor. Halkın vergileriyle yayın yapan TRT’ye çıkan profesör, “namaz kılmayan hayvandır” diyor. Yargı yağma edildi, üniversiteler laçka, ordu, o da yok edildi sayılır. Anlayacağın Usta, Türkiye gitti, gider… “Her şeyi anladım da, ordu da mı?” diyecek olursan Ordu, senin tanıdığın, 56 yıl önceki ordu değil Usta… DP iktidarından kurtulduğumuz günün ertesinde, sen, 28 Mayıs 1960 günlü Akşam gazetesindeki “Az gittik Uz gittik” adlı köşende “Sabık değil sabıkalı” başlıklı yazında ordumuzu ne de güzel değerlendirmiştin: “Kara günlerin acısıyla, ezgisiyle değil halkımızın, aydınlarımızın bu son yiğitçe davranışı karşısında, sevinç gözyaşları dökerek yazıyorum” cümlesiyle başlamış, “Hürriyet! .. Artık o, bizim için bir özlem değil; havada elle tutuyor, gözle görüyoruz hürriyeti… Bildiğimiz, yaşadığımız, daha eskiden duyduğumuz günlerden beri, bu yurt havası, böylesine hürriyetle dopdolu olmamıştı,” diye sürdürmüştün yazını. Ve de orduyu onurlandırdığın o paragrafta ne de güzel betimlemiştin olan biteni… “Hiçbir emek boşa gitmedi, hayır, hiçbiri… Atatürk’ün en kutsal varlığımız cumhuriyeti emanet ettiği, ama kendini bilmezlerin ‘çocuk çocuk’ diye küçümsedikleri genç üniversitelim! Temiz alnında taçlanan boncuk boncuk terler, akıttığın mübarek kan boşa gitmedi. O kandan, o terden, yiğit Türk ordusu, Türk ulusuna pırıl pırıl bir hürriyet armağan etti. ‘Kara cüppeli’ diye aşağılanan, saygıdeğer hocalarım, yurdumun çile çekmiş aydınları, bilginleri, sayın profesörlerim! En kara günlerde alınlarınızda parlayan ışıklar, tükettiğiniz soluk boşa gitmedi. O ışıklardan, o dertlerden, yiğit Türk ordusu, Türk ulusuna, işte bu nurlu günü yarattı. Zindanlara atılan sevgili kalem arkadaşlarım, canım kardeşlerim, ellerinden kalemlerini bırakıp, gözlerini kırpmadan, bileklerini zulmün kelepçesine uzatan yazarlarım, gazetecilerim! Namuslu kalemlerinizden, duygularınız kadar ak kâğıtlar üzerine dökülen mürekkepler boşa gitmedi. O mürekkeplerden, yiğit Türk ordusu, günümüzün tarihini yazdı. Analar, gözyaşlarınız boşa gitmedi. Ne kan, ne ter, ne mürekkep, ne gözyaşı, hayır, bunların hiçbiri boşa gitmedi ve işte bu kansız devrim yaratıldı. Üniversitelerin, gençliğin, basının, ordunun kazandığı bu büyük zaferin hiçbir taşkınlıkla gölgelenmeyeceğine inanıyoruz. İnanıyoruz; çünkü en coşkun duygularını bile olgunlukla içinde saklamasını bilen soylu halkımız, bu hürriyeti çoktan hak etmiştir. Yaşadığımız bu en olumlu, en güzel gün, yaşlı tarihin pek az görebildiği bu kansız devrim, yalnızca bir zorbalığın ve zorba uşaklarının yıkılışı değildir; biz bugün bütün ulusça, dönekliği, kaypaklığı, ikiyüzlülüğü, dalkavukluğu, çıkarcılığı, mideciliği, her türlü alçaklığı, zıbardığı yerden bir daha kalkmamasıyla yere çaldık. Bu leşlerin bir daha hortlamayacaklarına, candan, özden inanıyoruz. Türk ulusu bir daha hayal kırıklığına uğramayacak, uğrayamaz! Bir daha karamsarlık batağına düşmeyeceğiz.” Sonra bu mutlu olayın bizce, önemini, değerini şöyle açıklamıştın: “Bundan sonra hiçbir sapık, bu ulusun başına bela olma azgınlığına kapılmayacaktır. Bu mutlu devrim; halkı sürü, kendilerini de o sürüyü gütmek için tanrıca gönderilmiş kutsal çoban sananların bozgunudur. Savaş alanlarındaki ünlü yiğitliği kadar, savaş koruyuculuğu ile de ün salmış ordumuzun bu soylu davranışı, kimi Ortadoğu ve Güney Amerika ülkelerindeki bir takım ordu hareketlerine benzetilemez. Ordumuz, bu davranışıyla, doğrudan yana ve halkla birliktir. Bu, aydınların diktatör ve uşaklarına çarptığı şamardır. Bu kez siyasi evliyayı aydınlar çarptı. Düşkün kişilerle uğraşmak, benim kalemimin işi değil. Ama O’na birkaç söz söylemeden yapamayacağım: Başınıza gelenlerin hiçbiri sürpriz değil. Size hepsi söylenmişti. ‘Düşeceksin, hem fena düşeceksin!’ denildi. Ama dalkavuk alkışlarından, kendi gümbürtüsünden sağırlaşmış kulakların, hiçbiri doğru sözü duymadı. Siz, doğrunun can düşmanı oldunuz. Daha dün, gazetelerde çıkmayan bir söylevinde, yine profesörlerle, avukatlarla, aydınlarla alay ederek, şöyle dediniz: “Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten!’ Bu söz ağzına yakışmaz. Sana yakışanı şöyle demekti: ‘Dönersem kahpeyim koltuk yolunda her azimetten!’ Duyduk ki Ankara’da yakana yapışanlara, ‘Kellemi mi istiyorsunuz?’ diye bağırmışsınız. Hayır, kelleni istemiyoruz. Biz paçacı mıyız senin kelleni ne yapalım? Sahibine yaramayan kelle bize hiç gerekmez.” Evet Aziz Usta’m, 56 yıl sonra bugün, seni toprağa verişimizin 21.yılında öngörülerini okuyucunun takdirine sunuyorum… Işıklar içinde kal. Selim Esen Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR