Nesimi'nin derisini soymaları gerekti!
Nesimi aşıkır, ama Nesimi’nin aşkı anlatılmaz, birer bir yaşanır. İçine dolar insanın, sarar tüm vücudunu. Yakar, kavurur, arındırır insanı. Arındırır ve yarınlara hazırlar. Ocaklara düşürür, ham olanları da katman katman pişirir. Ve Aşk’a ulaştırır. Onun Aşk’ı öyle günümüz modernitesinin taklitçi aşkı asla değildir, ‘’Enelhak’’ çığlığıyla Hallac’ı bulmak, onun zerresinde kendisine yer edinmektir. O yüzden her babayiğidin harcı değildir öyle Nesimi Aşkı'yla yaşamak, var olmak. Yaşayınca var olduğunu hissedersiniz iliklerine kadar. Yaşayınca dünyanın kirinden, pasından temizlenirsin, durulursun. Var olunca içinde kaybolursun koca evrenin. Ona olumlu yaklaşırsınız, zira sen onun bir parçasısın, sen onun ta kendisisin hatta. Ama bu mertebeye ulaşmak öyle kolay değil, basamak basamak yükseleceksin ve yükseldikçe farkına varacaksın aşkın. Çoğu kimse anlamayacak, farkına varamayacak senin söylediklerinin, Hakk’ı ararken düştüğün durumun, aldığın zevkin, içinde büyüttüğün Aşk’ın… Zaten farkına varmalarını beklemen de abestir. Farkına varmalarını istemiş olsaydı, Nesimi isterdi. O, bile istemedi, sağır, dilsiz ve kör insanların Hak’tan uzaklaşmışken neleri anlayıp anlamadıkları fazla da umursanamazdı. Hak istediğinin, Nur’undan yarattığının içine Işık’nı verirse verir, vermezse de Hikmet’inden sual sorulmaz. Nesimi sormadı, sorgulamadı, sadece içindeki Hakk’ın arayışına koyuldu ve içindeki ‘‘Enalhakk’’ olarak ortaya çıktı: Birisi aradı bir anlık Hakk’ı, Nesimi Aşıklıkta tek miydi? Değildi, asla, olamazdı da. Yaratılışından yüreklerinde Işık taşıyan tüm Türk şairleri Aşıklardı. Ne gariptir değil mi? ‘‘Şair’’ ve ‘‘şiir’’ kelimesi dilimize Divan edebiyatıyla, Aruzla beraber girdi. Oysa eski Türk şairlerine aşık ya da ozan, onların yazdıklarınaysa ‘‘koşuk’’ deniyordu. Şemahı da Nesimi’nin vatana sığmayan ruhu artık vücuduyla beraber diyar diyar dolaşarak ta Haleplere kadar ulaşıyordu. İçindeki hakkaniyet aşıklığıydı Onu diyar diyar dolaştıran. Ve şahların, hükümdarların, dönemin din ulemasının korktuğu da zaten bu hakkaniyetin ortaya çıkması, durmadan yayılmasıydı: Bu sesin yankısı kudretli idi, Bu seslerden biri inancımızın, diğeriyse varoluşumuzun simgesiydi. Ve Hallac-ı Mansur’un, Neimi’nin, Nesimi’nin yok edilişlerindeki neden varoluşumuzun simgesinin yöneticilerin içinde bir korku, bir hırs oluşturmasıydı. Oysa yanılıyorlardı, böyle bir durum yoktu ortada. Kendisinin iki cihana sığmayacağını söyleyen, iki cihandan daha yücede durduğuna vurgu yapan birisi neden dünyaya eğilsin ve dünyadan bir şeyler istesin? Onun isteyeceği bellidir: Kamillik. Kamilleştikçe kendi arzularını, isteklerini zaten kendisi belirleyecek ve ona ulaşacaktır. Bunu anlamayan ya da anlamak istemeyenlerse şöyle düşünüyorlardı: Sığmayan kimmiş ki iki cihana, Soymaları gerekti Nesimi’nin derisini. Soymasalardı bu halkın ruhunda Fuzuli’nin ilahi ruhu, büyük Nizami’nin adalet arayışları ortaya çık(a)mazdı ve ozanlık ve dedelik kavramları bu denli büyüyemezdi, bu denli gelişemezdi. Büyüyemeyen, gelişemeyen edebiyat da, sanat da kuşkusuz yok olacaktı, bitecekti, tükenecekti. Bitmemesi, tükenmemesi için de bir Aşık’ın kendisini kurban etmesi şarttı. O Aşık da Nesimi’den başkası olamazdı! Yurdun bir ucundan yükselmiş çığlık, Bu yıl üstad Nesimi’nin doğumunun 651.yılını kutluyoruz. Ve bu yıl Nesimi, onun yazdıkları, ortaya koydukları, düşünceleri, kamillik basamaklarını birer birer yükselmiş koşukları anlatılıyor, bizler de Nesimi’yi tekrardan okuyor ve anlamaya çalışıyoruz. O, öyle derin derya ki, okudukça yeni zerreler keşfediyorsun, yeni değerlerin farkına varıyorsun. Kendin de iyi bildin, bir eren gibi Nesimi’yi bizlere tanıtmak için çaba harcamış Azerbaycanlı şair Rafik Elekber’in “Nesimi Kaderi, Vatan Kaderi” şiiri de büyük Üstad’ın yolunun bizler için ışıklanmasında birer vesiledir. Nesimi gibi Aşık’ı anlatmak için gerçek bir Aşık olmak lazım. Rafik Elekber bu açıdan gerçekten de yazdıklarını hakkıyla yazan bir şair! Nesimi’yi anlatması da takdire şayan bir durumdur. Diğer yazdıklarıyla ilgili ise bir sonraki yazımda düşüncelerimi anlatacağım sizlere! Esen kalın! Oktay Hacımusalı
Feleğin laneti tuttu o şahsı.
Birisi lal olup Hak’tan uzakken,
Dünyayı kapladı "Enelhakk" sesi.
Bu ses vicdan sesi, bu ses gelen hak.
Dünyaya nur veren iki ses vardı,
Ezan sesleriydi, bir de "Enelhakk”
Ruhuna bir sınır koymamız gerek.
Şahlar fetva verdi o Nesimi’yi,
Tepeden tırnağa soymamız gerek.
Bu taşı, kayayı eritecekti.
Uzayıp Derbent’ten Haleb’e kadar,
Yurdun haritası gözükecekti...
Hakk’ın dergahına giden yaşıyor.
Senin soyulduğun günden,şairim,
Gamlı kaderini Vatan yaşıyor.
GERCEKEDEBİYAT.COM
YORUMLAR