Son Dakika



 

1929 Dünya ekonomisi için önemli bir kriz dönemiydi. Bu durum geri kalmış bir ekonomiye sahip Türkiye’yi daha çok bir cenderenin içine itmekteydi. Türk Devrimi, ülkenin içinde bulunduğu cendereden çıkmanın yolunu, “Devletçilik” programı olarak belirlemişti.

1929’dan sonra, Anadolu “Devletçilik” yoluyla sanayileşecekti. Devletçilik programının uygulanması, tek başına toplumun meslek yapısında önemli değişiklikleri getirmesi mümkün değildi, zaten getirmemiştir de. Tarımda çalışan nüfusun oranı, bütün nüfusa göre oranı değişmemiştir, hala bu oran %80’dir. O dönem sanayide çalışan işçinin oranı % 8 gibi bir değere ulaşmış olsa da bu gelişimin olması gereken kadar radikal olmadığı aşikârdır. Üstelik sanayide çalışan işçinin yarı köylü karakterini koruduğunu da unutmamak gerekir.

“Meslek yapısında bu değişikliğin azlığı ile mütenasip olarak şehirleşmede de gerçek anlamıyla bir gelişme olmamıştır. Tarım üreticiliğinin artmamış olması yüzünden, pek az emek gücü fazlası hâsıl olmuş, bu da pek az tarımsal kolun sanayi alanına geçmiş olmasına sebep olmuştur. Büyük köylü yığınları köylerine bağlı ilkel üretim şartları içinde mıhlanıp kalmıştır.”(1) ama yine de Tanzimat’tan bu yana beslenen bir kır- kent ayrımını zaten Cumhuriyet miras almıştır.

Devletçilik programı ile sanayileşme mümkün olması için gelişen tarım ile kırsalda ihtiyacı azalan emek gücünün bilinçli bir şekilde kentleri akması lazım; bir başka deyişle köylü emeği özgürleşmelidir. Bu da ancak sanayileşme ile birlikte, kapsamlı bir tarım reformunun gerçekleşmesi ile mümkündür; yalnız toplumun %80’inden fazlasının kırsal bölgelerde yaşayan Anadolu halkının atılan sanayileşme adımları ile mevcutta var olan ve daha da derinleşecek kır- kent çelişkisini ortadan kaldıracak atılımları da ihtiyacı vardı.

Kır – kent ayrımı kapitalizmle birlikte çelişkiye dönüştüğünü Karl Marx ve Engels, çalışmalarında ortaya koyarlar. “ Kırda elde edilen artığa el konulmasına dayalı feodalizme karşı, kentlerin bağrında gelişen kapitalizm kır-kent ayrımını derinleştirmiştir, kır- kent ayrımı kapitalizm var oluşuna ait bir çelişkiye dönüşmüştür.” (2)

Ayrıca emperyalizm döneminin kuramcısı olmadığı için Marx ve Engels, “kapitalist merkezlerdeki ilerlemenin / sıçramanın geri toplumsal yapılar üzerindeki etkisi konusunda bir dizi soru işareti bırakmıştır. Bu soruların yanıtlarını, emperyalizmi siyasi anlamda çözümleyen Lenin’in önderlik ettiği Sovyet Devrimi’nde, Mustafa Kemal’in önderlik ettiği ve ezilen dünyanın kurtuluş mücadelelerini ateşleyen Türk Devrimi’nde bulmaktayız.” (3)

Türk Devrimi ile birlikte, Anadolu’da tarımın sanayi ile uyum içerisinde yürütülmesi için, sanayi kentlerinin kuruluşu, özellikle kıyı bölgelerindeki gelişmeye karşı iç bölgelerinde sanayi atılımlarının gerçekleştirilmesi, devlet fabrikaları ve işletmeleri sistemi, Köy Enstitülerinin kurulması, toprak reformu* Cumhuriyetle birlikte hayata geçirilmiştir. Böylece Türk Devrimi, köylünün özgürleştirilmesini hızlandırıcı ve oluşacak olan kır kent ayrımının ortadan kaldırmaya yönelik önlemlerini gerçekleştirmiştir.

Bu önlemlerinden en önemlisi, yukarıda da bahsettiğimiz, 1937’de deneysel aşaması iki farklı model ve okulla (Çifteler, Kızılçullu) hayata geçen Köy Enstitüleridir. Yalnız iki deney merkezi birbirine karşıt model uygulaması yapılır. Kızılçullu düşüneni H.F Kanad’ın olduğu uygulayıcısının da Emin Soysal’ın, Çifteler ise düşüneni İsmail Hakkı Tonguç’un olduğu uygulayıcısı Rauf İnan’ın yaptığı okuldur.

1940 yılına gelindiğinde bu iki deney merkezinden Tonguç’un modeli ( Çifteler Okulu), verdiği başarılı sonuçlar sonucunda Köy Enstitülerini model oluşturmak üzere seçilir.

Köy Enstitüleri 17 Nisan 1940’ta çıkarılan 3803 sayılı yasa ile köy öğretmeni ve köylere yararlı diğer meslek erbabını yetiştirmek için açılmıştır. İsmail Hakkı Tonguç’un “iş içinde, iş aracılığıyla, iş için eğitim” ilkesi ile oluşturduğu, üretirken öğrenme eyleminin hayata geçirildiği bu kurumlar, kuru bir diplomanın ötesinde, kişiye üretkenlik, bilgi ve beceri ve uygulamayı kazandırmak asıl hedeftir. Üretmenin erdemine ulaşan birey bu kurumlarda hem kazandığı okuma alışkanlığı sayesinde entelektüel alanda kendini doyuracak hem de sanatsal alanda aldığı eğitim ile bu alanda da donanımlı olacaktır.

Enstitüde yetiştirilen öğretmen adayları, gidecekleri köylerde geçerli olabilecek biri teknik, diğeri tarımla ilgili olmak üzere iki ek branşta da yeterlik kazanıyorlardı. Bir Enstitülünün belki de köyde en önemli görevi, köydeki okula ait araziyi ve bahçeyi çağdaş tarım yöntemleriyle işlemek, örnek bir tarım işletmesi kurarak, öğrencileri tarım uygulamaları ile çağdaş tarım yöntemlerini öğretmektir. Öğretmenin bir diğer önemli görevi de bu bilgileri halkada artırarak, köydeki tarımsal üretimin artmasını teşvik etmekti. Enstitü aldığı eğitim sayesinde öğretmen, dönemin çağdaş tarım aletlerini kullanmasına vakıf olduğu için, çalıştıkları köylerde hem modern tarım aletlerini hem de modern tarım yöntemlerini kullanarak köyde örnek model oluşturacaktır.

Enstitülü öğretmenlerin kırsalda sayısı artıkça bir tarım reformunun da tetikleyicisi olacağı ortadadır; böylece gelişen tarım ile birlikte özgürleşecek olan emek gücü şehre akacak, Devrim’in ekonomik programının gerçekleştirdiği sanayi teşekküllerinde işçi sınıfına dönüşecekti. Böylece tarım toplumu yerini, sanayi toplumuna bırakacaktı. Dolayısıyla da Türk Devrimi’nin nihai hedefi olan “Muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkmak.” hedefi için en önemli adım gerçekleşmiş olacaktı. Yalnız 2. Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile birlikte CHP içindeki değişen dengeler, partinin zamanla güçlenen gerici kanadını, parti içinde söz sahibi yapınca; Atatürk gibi bir liderin eksikliği ile birlikte hem toprak reformu yarım bırakılmış hem de Köy Enstitüleri kapatılmıştır.

Çok partili rejime geçiş ile birlikte, yarım kalan Devletçilik programı, unutulan “Köylü, milletin efendisidir.” şiarı, yarım bırakılan toprak reformu ve köylerde yetişecek aydın neslin mimarı olacak Köy Enstitülerinin kapatılması ile geri kalmış toplum yapısını değiştirmek mümkün olamamıştır. Zaman içinde kır-kent ayrımı da şuursuzca gerçekleşen kırdan kentte göç ile yerini "kır- kent- metropol" ve metropollerde ise "varoşlar- standart kentsel alanlar- siteler ve lüks alanlar" ayrımına terk etmiştir.

(1) İki Yüz Yıldır Neden Bocalıyoruz? , Niyazi BERKES, Yön Yayınları, s.104
(2) Prof. Dr. H.Çağatay KESKİNOK,  Bilim ve Ütopya, Sayı: 287, S. 54
(3) Prof. Dr. H.Çağatay KESKİNOK,  a.g.d. ,s. 55

*(Toprak Reformu ile 1944 tarihine kadar Cumhuriyet döneminde dağıtılan arazinin genel toplamı 11-12 milyon dekara ulaşmaktadır. Cumhuriyet’in kurulmasından itibaren süre gelen  feodal yapıdaki isyanlar ve Atatürk'ün zamansız ölümü  toprak reformunun yarım kalmasına neden olmuştur.)

KEMAL TEK
GERCEKEDEBİYAT.COM


ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)