Hollywood’un tek görevi Amerikan rüyasını canlı tutmak değil. Amerikan üstünlüğünü ve bu üstünlük üzerine kurduğu tarihini unutturmama görevi de var.

Asya’dan bakınca ABD’nin en önemli düşmanının Araplar ya da şimdi Trump’un dilinden düşürmediği Çinliler olduğu sanılır. Oysa Amerikan tarihi ve milliyetçiliği bir iç düşman (Kızılderililer) ile bir dış düşman (Meksikalılar) üzerine inşa edilmiştir.

Kızılderililer’in daha ilk andan itibaren yenilecekleri belliydi. Yine de Kuzey Amerika egemenleri onları barbarlığın ve haydutluğun sembolü olarak kendi toplumunu inşa ederken kullanmaya devam etti. Aslında bu sadece kuzey Amerika’da yürütülen bir politika değildi. Mesela kuzey Amerika’da Apache’ler(biz Apaçi diyoruz) yok edilirken, güneyde Antartika’ya kadar uzanan sonsuz topraklarda Tehuelche, Mapuche, Puelche, Huilliche halkları yok ediliyordu. Tüm bu katliamlar “medeniyet” adına yapılıyordu. Dönemin Arjantin devlet başkanı Sarmiento’nun yerli katliamlarını meşrulaştırmak için yazdığı “Ya medeniyet ya barbarbarlık” diye bir kitabı dahi vardır.

Bu olağanüstü büyüklükteki kıtada, birbiriyle on bin yıldan fazladır iletişimi bile olmayan her halk eninde sonunda Avrupalı fetihçilere diz çökmüştür. Soykırıma uğratılmış, dillerini, dinlerini, geleneklerini kaybetmişlerdir.

Fakat fethin başından bu yana yok edilememiş, asimile edilememiş, Fidel’in dediği gibi “Balkanizasyona” uğratılamamış tek bir merkez vardır: Meksika.

Avrupalı fetihçilerin öncüsü İspanyollar bu kıtaya ayak bastıklarında kuzeyde Aztek (Mexica) güneyde de İnka (Tihuantinsuyu) adıyla iki imparatorluk merkezi vardı. İki imparatorluk da anne tarafından kuzen olan iki fetihçi tarafından aynı taktiklerle yıkılmıştır. İnka’ların yıkılışı daha kolay gerçekleşmişse de daha fazla isyana yataklık yapmıştır. Bu kıtanın isyan merkezleri İnka ve Aztek imparatorluğunun yıkıldığı topraklardır. Buralarda isyan canlı bir gelenek olarak sürmektedir.

Gözlem çalışmalarımdan çıkardığım sonuç İnka topraklarının –Karayipler kadar olmasa da–bütünlüğünü hiçbir dönemde koruyamamış olması yönünde. Bunda kuşkusuz İnka üretim alışkanlıklarının İspanyollar tarafından kırılamamış olmasının etkisi var. Verimli bir ekonomik faaliyet geliştiremeyen İspanyollar işin kolayına kaçmış İnka döneminden kalan “Mita”(Quechua dilinde “mit’a”) adını verdikleri zorunlu çalışma vergisini uygulamakla yetinmişlerdir. Yerli erkekleri madenlerde, yol-kale yapımında dönüşümlü bir çalışma sistemine tabi tutulmuşlardır. Buradan çıkarılan değerler de Avrupa’ya taşınmıştır.

Fakat kuzeyde Meksika’da durum farklıdır. Avrupa’ya daha yakın olmasının avantajıyla ticaret gelişmiştir. İki okyanus arasında taşımacılık daha kolaydır. Toprak daha verimli ve tarım fazla emek gerektirmeyecek kadar gelişkindir. Güneyde İspanyol tekelini kurmak kolayken daha fethin en başından bu yana İngilizler ve Fransızlar da kuzeydedir. Bu çeşitlilik ve rekabet Meksika ve çevresinde ekonomik üretkenliği artırmıştır. Meksika’da yönetici sınıfta Avrupalılar yetersiz kalmışlardır. Meksika Aztek, Maya, Huaxyacac, Chichimeca gibi halkların soyluları kolayca yeni sisteme uyum sağlamıştır. Dahası İnkalarda olduğu gibi tek bir kast kurulamamıştır. Yerel egemenler her dönem halkın içinden çıkan yerel önderler tarafından yıkılmaya devam ettiğinden İspanyollar bu alttan gelen yeni kuşak liderlerle uzlaşmak zorunda kalmışlardır.

Bu hareket neticesinde Aztekler döneminde başlayan “Mexica” uluslaşması durmaksızın yayılmıştır. Böylece Meksika’nın ilk bağımsızlık ilanı “Meksika İmparatorluğu” adıyla 1821’de gerçekleşmiştir.

Latin Amerika’nın hiçbir ülkesi bağımsızlığında bu derece güçlü değildir. O tarihte bugünkü ABD topraklarının üçte biri Meksika sınırları içindedir. Orta Amerika’nın yarısı da Meksika’ya dahildir. On iki yıl boyunca Avrupa’nın en güçlü ordularıyla savaşarak bağımsızlığını ilan eden tek ülke yine Meksika’dır. Hatta ABD kurulduktan sonra onu iki kez işgal etmiş (aslında çalınan topraklarını geri almak için savaşmış) tek ülke de Meksika’dır. Amerikalılar halen Alamo Kalesinde Meksikalıların öldürdüğü askerlerine ağlarlar.

EN İYİ MEKSİKALI ÖLÜ MEKSİKALIDIR

Hocam Atilio Boron, Harvard’ta geçen bir anısını anlatmıştı. Boron, 1975 yılında tam da ABD’nin Vietnam’da  yenilgiyi kabul ettiği sırada, Samuel Huntington seminerlerine katılmaktadır. ABD’li öğrenciler Vietnam yenilgisi karşısında endişe içindedirler. Nasıl olur da “pijamayla” savaşan orman köylüleri ABD’yi yenmiştir? Yarın Sovyet Rusya’sıyla savaşırsa halleri ne olurdu? Beyaz Saray’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Huntigton öğrencilerini sakinleştirir ve şöyle der: “ABD’nin öncelikli problemi uzaklardaki Sovyetler Birliği değil, yanı başındaki Meksika’dır.”

“Medeniyetler Çatışması” teorisinin mimarına göre Meksika, ABD için öncelikli tehdittir. Çünkü Meksika 3169 km. sınır uzunluğu, taşıdığı göçler ve içerdiği kaotik problemleriyle ABD ile iç içedir. Huntington’a göre Meksika yönetilemez ve asimile edilemezdir. Milyonlarca Avrupalı göçmeni çeyrek asırda asimile eden ABD, iki yüzyıl geçmesine rağmen Meksika’da bir taşı yerinden oynatamamıştır.

İster El Chapo olsun, ister Panço Villa, sıradan Amerikalının zihninde sadece “Kötü Meksikalı” imgesi vardır. Onlar için Meksikalı kapıda bekleyen katil ve tecavüzcüdür. O yüzden ölüme layıktır. Hem de en korkuncundan.

İşte hepimizin gözünde canlanan o kötü Meksikalı Daniel Trejo’dur. İsmini bilmediğiniz halde yüzünü tanıdığınız tek Meksikalı da o’dur.

Hollywood, Trejo’nun fiziksel varlığında aradığı Meksikalıyı bulduğu günden beri en korkunç biçimlerde öldürmektedir. Trejo, Hollywood’da açık ara en fazla öldürülen aktördür. Hollywood onu ezerek, vurarak, parçalayarak en akıl almaz yöntemlerle milyonlarca kez öldürmüştür.

Mayıs ayında 76 yaşına basan aktörün ilginç de bir yaşam öyküsü var.

Daniel Trejo, 1944’te Los Angeles’de göçmen bir Meksikalı ailenin ferdi olarak dünyaya gelmiş. Gençliğinde uyuşturucuya ve şiddete bulaşmış. 1960’larda toplam altı yıl hapis yatmış. Meşhur San Quitin hapishanesindeyken yapılan turnuvalarda Kaliforniya bölgesinde ortasıklet boks şampiyonu olmuş.

Boks sayesinde uyuşturucu problemini aşmış. Cezaevinden çıkınca da uyuşturucuya karşı programlara katılıp bu konuda sorunu olan gençlere yardım etmiş.

1985’de Runaway Train adlı bir filmin çekim setinde görevli olan bir gence uyuşturucu sorunu konusunda destek olurken keşfedilmiş. Yönetmen senaryoda olmadığı halde ona bir hapishane sahnesi çekmiş.

Filmin senaristlerinden biri olan Edward Bunker o sırada yazmakta olduğu bir senaryo için Trejo’dan yardım istemiş.

İlginçtir Edward Bunker, Hollywood’un ünlü suçlularından biridir. Banka soygunu, uyuşturucu, gasp gibi suçlardan hapis yatmış. İlkinde 16 yaşında hapse düşüp 22 yaşında çıkmış. Sonrasında defalarca cezaevine girmiş. Hatta bir seferinde firar etmiş. Bir başkasında deli rolü yapmış. Olmayınca intihar süsü vermiş..

Edward Bunker bizim kötü Meksikalı'ya Hollywood’un ünlüleriyle boks dersi ayarlamış. Trejo bu sayede bazı filmlerde hapiste boks yapan elemanı oynamış. Adam o kadar sahiciymiş ki yapımcılar Trejo’nun gerçekten de hapiste yattığı sırada bu sahneleri çektikleri propagandasını yapmışlar.

Doksanlardan bu yana oynamadığı film kalmamış. Her şiddet filminin aranan yüzü olmuş. Sayısız dizide rol almış. Seslendirme yapmış, müzikallerde oynamış. Kitaplara konu olmuş. Japon Manga’larındaki karakterler arasına bile girmiş.

Bu arada açtığı Takocu 2017’de Los Angeles’in en iyi 10 restoranından biri seçilmiş.

Öyle ya Türkün kaderi Avrupa’da dönerci kralı olmaksa, Meksikalının da Takoculuktur.

Özgür Uyanık
(Buenos Aires)

Gerçek Edebiyat

 

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)