Karagöz'ün öz Türkçeciliği / Refik Halit Karay
Türk edebiyatının önemli yazarlarından Refik Halit Karay, Memleket Hikayeleri kadar Memleket Yazılarıyla da unutulmazlarımızdandır. Bu yazılarından bir kısmı öz Türkçe tartışmaları üzerinedir. Karagöz ve Hacivat gibi geleneksel figürlerimizi, bu konuyu halkın kavrayabilmesi için ustaca kullanmıştır.
Karagöz - Papucun dama atıldı, Hacivat! Şimdiye kadar sen benim dilimi düzeltmiye çalışıyordun; bundan sonra ben seninkini yola getireceğim, ben seni adama ben[1]zeteceğim! Hacivat - O kabil marifetler senin karın değildir, Karagözüm! Ben tahsil, terbiye görmüş, kibar meclislerinde büyümüş, rical ve azimle düşüp kalkmış bir ehli irfanım. Senin gibi bir cahil ve nadan bana nasıl olur da hocalık edebilirmiş? Hemen Kadiri mutlak hazretleri ve akıbetten bendenizi masun ve muhafaza buyursun, amin! Karagöz - Şu dilenci ağızlarını bırak artık... Bunları dinliyen, anlıyan kalmadı. Herkes benim gibi öz Türkçe yazıp konuşacak. Hele dur bakalım, bir deneme yapalım: Nere[1]den geliyorsun böyle? Hacivat - Fakirhaneden... Karagöz - [Bir tokat aşkederek] Dilini eşek arısı soksun... "fakirhane, bendehane" deme; "ev" de! Hacivat - Of! Eman! Karagöz - [Bir tokat daha atar] "Of'a bir diyeceğim yok; Türkçe olsa gerek... "aman! "ı istemem, Arapçaya benziyor. Hacivat -A birader, sinin-i-vefire'den beru ünsiyet eylediğim bir lisanı, fevren nasıl terkedebiliriz? Karagöz - Edersin, adama ettirirler; ense köküne vura vura ben ettireceğim. Hem bu son sözlerinden ben hiçbir şey anlamadım. Türkçeleştir onu, bakayım. Hacivat - Yaniya efendim, nasıl izah etmeli bilmem ki... Müşkül mesele! Karagöz - [Kolunu salhyarak] Geliyor, ha! Hacivat - Karagözüm, dur hele, aklımı başıma toplıya[1]yım ... Şey ... Demek istemiştim ki, nice yıllardan beri alıştığım bir dili, birdenbire nasıl bırakabilirim? Karagöz - Hah, şimdi anladım, işte! Hacivat - Anladın ama böyle kaba saba sözlerle sohbe[1]tin lezzeti çıkar mı? O "sini vefire"deki, "ünsiyet"teki, hele "fevren "deki letafet, nezaket bunlarda ne gezer? Karagöz! Ben bu işi yapamıyacağım, kibar meclislerinde kendimi kepaze edemem; sonra haysiyetim bir paralık olur; cehlime hükmederler, mahcubiyetimden yerin dibine geçerim. Karagöz - Senin dünyadan haberin yok. En çok okumuş yazmış, en bilgiç adamlar artık öz Türkçe yazmak için eski püskü lugat kitaplarından başlarını kaldırmıyorlar; köy kahvelerinden ayrılmıyorlar; gelip gidip benden laf danışıyorlar. Geçen gün yaşlı başlı, koltukları gazete ile dolu biri geldi; "biliyorsun ya, iki gözüm Karagöz," dedi, "birtakım esnaf, mal saklıyorlar, bire bin kazanmak istiyorlar, halkı soymıya kalkıyorlar; bunlara bir ad takmak lazım. Arapçaları varsa da pek ince, pek çıt kırıldım... Şunların karşılığını buluversene... Aramızda öz Türkçeyi senden iyi bilen, konuşan kim var?" Hacivat - Buldun mu? Karagöz - Bulmuşum meğerse... ''Vurguncu herifler bunlar, vurgunculuğa karşı koymalı!" der demez adamcağız, "Buldun! Buldun!" diye elime sarılıp öpmiye başlamasın mı? Hacivat - Oh, oh, memnun oldum. Avucuna usulcacık bir şey de sıkıştırdı mı Karagözüm? Karagöz - Hayır amma, "Hacivat'ı bir köşeye sıkıştır da iyice patakla!" dedi. [Bir tokat] Senin aklın hep parada, pulda... Zaten ben seni, belki iğreti dilinle beraber kötü huyun da değişir diye öz Türkçü yapacağım. Hacivat- Maşallah, Karagöz... Bu ne vukuf, ne malumat! Seni görmiyeli feylesof olup çıkmışsın, allamei zaman kesilmişsin, ebharı ulumda şinaverlik ediyorsun... Karşında lebbeste olup kaldım. Karagöz - Gözünü aç, Hacivat, dalkavukluğa gelmem. Şaf şaflı lafları bırak. Öğüyor musun, sövüyor musun, anlamıyorum. Benim bilgiçliğim, dalgıçlığım yok. Basbayağı anadilini konuşuyorum. Hacivat - Valden merhume ümmiye denilecek derece[1]de cahile ve nikü bedi tefrikten acize bir zennei gayri farika idi. Onun lisaniyle ifadei meram eylemekten iftihar olunur mu hiç? Karagöz - [Zorlu bir tokat yerleştirir] Dilin tutulsun! Hacivat - Artık tadını kaçırdın, Karagöz! Karagöz - Hah, bak tokadı yedikçe dilin düzelmiye başladı. Bu son sözlerinde bir tek yabancı laf yok! İşte, artık hep böyle konuşacaksın! Başın sıkıştı, dara geldin mi özenti, iğreti, yapmacık lakırdılar aklından çıkıveriyor; başlıyorsun benim dilimle dert yanmıya... Hem evlerimizdeki bütün öte berinin adları Türkçe değil mi? Maşa, kazan, kazma, çatı, dam, oluk, ocak, yatak, oturak... Hacivat - ... Ben öyle nezaketsizlik yapamam, haşa huzurdan, o nesneye "lazımlık" derim. Karagöz - Öyle deyince bu kap biçimini değiştirir, çiçek saksısına döner, içinde gül mü biter? Yoksa gecelik kavuğu olur da başına mı geçer? Hacivat, çıtkırıldımlığı, ikiyüzlülüğü bırak; lugat paralamaktan vazgeç. Bunca yıldır seninle karşı karşıya geçip de güzel güzel, iki hemşeri gibi konuşamadık. Sen söylersin ben anlamam; ben söylerim, sen anlamamazlıktan gelirsin. Sonunda dayak, tokat birbirimize gireriz. İkiliği kaldıralım, artık bir dilden konuşalım, ne dersin? Hacivat - "Eyvah" derim, "eleman" derim, "hele şu sernevişti siyahıma nazar kılın, ey ihvan, bahtı seringunum bendenizi şu sinnü salimde Karagöz makulesi echeli minel Cahiz eşhas ile hemayar eyledi, kemmaye ve pespaye eyledi" derim; sinemi çak çak eder, cakı giriban eylerim! Eslaftan, haya, ahlaftan hazer eylerim! Karagöz - Ulan ne çok şeyler yapacakmışsın ... Bunları yapacağına benim dediğimi yapsan daha kolay olmaz mı? (Bir tokat vurarak) Şimdi ne eylersin, bakalım? Hacivat - Peki amma, behey nadan, eski dilden yazılmış kitaplar, şiirler, gazeller, benim her gün sana okuduğum o güzel beyitler ne olacak? Altı yüz senelik varımız, yoğumuz? Karagöz - [Bir tokat daha] Hacivat - Bu tokat da ne için? Sözüm hem doğru hem de öz Türkçe değil miydi? Karagöz - Evet, öyleydi ... Amma ben zihnimi karıştıracak sözü doğru da olsa sevmem, öz Türkçe de olsa yine sevmem! Hacivat - Karagöz, sen Haccaci Zalim kesilmişsin! Karagöz - Yine mi yabancı laflar? Hacivat - Aman birader, bu dediğim söz meşhur bir adamın ismidir. Onu da mı değiştireyim? Karagöz - İşi bilgiçliğe vurup beni mat etmiye kalkışma! Uzun lafın kısası dilde ayrılık, ikilik, kofluk, özenti istemiyoruz. Elimizde altın dolu bir küp varmış; biz bunu tavan arasına atmış, şuna buna avuç açmış, dil dilencisi olmuşuz. Şimdi küptekileri seçip ayıracak, yıkayıp ışıldatacak, dilde de ağalığa erecek, bey gibi yaşıyacağız. Hacivat - Hakkın var, Karagözüm. Fakat şu tokatları bıraksan, bana bir mühlet versen, düşünsem, çalışıp çabalasam, dilimi yatırsam da ondan sonra huzuruna çıksam, o zaman bir kusur edersem, cezamı çeksem olmaz mı? Karagöz - Hah, buna diyecek yok. Sana attığım tokatlar öz Türkçe konuşamadığın için değildi; öz Türkçeye kafa tutmandan, dik başlılık etmenden, hepimizin dileğine uymak istememendendi. Geç olsun da güç olmasın; bu işi yedire yedire, sindire sindire yapacağız! Şimdi anlaştık. Hele enseni eğ bakalım! Hacivat - İki gözüm, efendim, mademki anlaştık diyorsun, mademki ben de halis muhlis, candan gönülden öz Türkçeci oldum, neden yine dayağa hazırlanıyorsun? Karagöz - Hacivat! Ben sana işin açığını söyliyeyim mi? Canım bugün seni dövmek istiyor. Osmanlıca da söylesen, öz Türkçe de, uyuşsak da, uyuşmasak da yine tokatı indireceğim. Ben dayak atmadan duramam! Hacivat - [Bir tokat kendisi aşkederek] Dayak yemeden de duramazsın, behey külhani! [Alt alta, üst üste, o bildiğimiz dövüş faslı başlar.] Refik Halit Karay REFİK HALİT KARAY KİMDİR? REFİK HALİTKARAY'IN HAYATI Refik Halid Karay
1888 yılında Beylerbeyi'nde Serveznedar Mehmed Halid'in oğlu olarak doğan
Refik Halid'in anne tarafı Kırım Giraylarına dayanmaktadır; baba tarafı ise
18. yüzyıl sonlarında bir kolu Mudurnu'dan İstanbul'a göçen Karakayış ailesindendir. Galatasaray Sultanisi ve Mekteb-i Hukuk'ta okuyan yazar, Meşrutiyet sıralarında gazeteciliğe başlamıştır. Kısa sürede hiciv yazılarıyla üne kavuşmuş, "Fecri Ati" edebiyat topluluğunun kurucularından olmuştur. "Kirpi"
adıyla yazdığı taşlamaları ve siyasal yazıları sonucu İttihat Terakki hükümetince Anadolu'nun çeşitli illerinde beş yıl sürgüne gönderilmiş, ancak 1. Dünya
Savaşı'nın son yılı İstanbul'a dönebilmiştir. Dönüşünde Robert Kolej'de öğretmenlik, Sabah gazetesi başyazarlığı, iki kez Posta-Telgraf Genel Müdürlüğü
yapan Refik Halid, bu süreçte Aydede mizah dergisini çıkarmıştır. Siyasal yazıları ve görüşleri nedeniyle memleketten ayrılmak zorunda kalan
yazar, Halep'e yerleşerek yayımladığı Vahdet gazetesindeki yazıları ve çalışmalarıyla Hatay'ın Türkiye'ye bağlanmasına katkıda bulunmuştur. 1938'de
yurda dönen Refik Halid, dergi ve gazetelerde günlük yazılar yazmış ve 20
kadar roman kaleme almıştır.
Meşrutiyet'ten Cumhuriyet'e uzanan zaman dilimini, güçlü gözlem yeteneği
ve dilinin zenginliğiyle farklı türlerdeki eserlerine taşıyan Refik Halid, Memleket Hikayeleri'nde Anadolu gerçeğini; Gurbet Hikayeleri ve Sürgün gibi
eserlerinde, derin memleket hasretini edebiyatla buluşturmuştur. Yazarın, Ago
Paşa'nın Hatıratı, Kirpinin Dedikleri gibi mizah eserlerinde; Bir Avuç Saçma,
Makyajlı Kadın gibi kroniklerinde; Minelbab İlelmihrab ve Bir Ömür Boyunca adlı hatıratlarında, çok yönlü ve renkli anlatımı, sosyal-siyasal ortamın resimlendirilmesini sağlar. Anahtar, Nilgün, İki Cisimli Kadın, 2000 Yılın Sevgilisi, Bugünün Saraylısı gibi romanlarında ise sürükleyici kurgular içinde tasvir
yeteneğiyle yaratıcılığını birleştirerek, genel olarak bireysel ilişkileri ve özel
olarak da kadın-erkek ilişkilerini mekan-zaman boyutlarında derinlemesine
ele alır, romanların geçtiği dönem ve mekanlara ait ince detaylara yer vererek
anlatımını zenginleştirir.
18.7.1965 tarihinde İstanbul'da ölen yazar Refik Halid, muhalif kaleminin
keskinliği, temiz İstanbul Türkçesi, renkli anlatımı, tasvir gücü ve yaratıcılığıyla, Türk edebiyatının en güçlü yazarlarından biridir.
(Tan, 14 Aralık 1 941 / Kısaltılmış versiyonu, Aydede, 17 Eylül 1949)
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR