İnsan Hakları ve Albert Camus / Prof. Dr. İsmail H. Demirdöven
İnsan hakları kavramının felsefede olduğu kadar edebî anlatılarda gerek öykü gerek roman, gerekse şiir olarak; o anlatının kurgusu içinde dolaylı olarak işlendiği söylenebilir. Nazım Hikmet’in şiirleri, John Steinbeck’in, Orhan Kemal’in… vb. romanları buna örnek olarak verilebilir.
Bunların dışında, felsefe ile edebiyatın, örneğin J. P. Sartre’ın, Albert Camus’nün yapıtlarında yoğun biçimde iç içe olduğu felsefî-edebî anlatılar vardır. Söz konusu anlatılarda/metinlerde kuşkusuz ki doğrudan doğruya İnsan Hakları kavramına işâret edilmez. Böyle olsaydı metnin edebî/sanatsal yanı ihmâl edilmiş, geriye sadece bir kavram anlatısı kalmış olacaktı. Yukarıda bu bağlamda adları geçen yazarların şiirlerinin, romanlarının, öykülerinin ve hâttâ oyunlarının; bu metinlerin kendilerine özgü kurguları, dolaylı olarak İnsan Hakları kavramı doğrultusunda bir yol açarak bize İnsan Hakları kavramını düşündürmektedir denebilir. *** Albert Camus’nün felsefî görüşü çerçevesinde, bu görüşün merkezini oluşturan, Türkçe’ye de “uyumsuz”, “saçma” ve “anlamsız” diye çevrilmiş olan “Absurdé” kavramı ile “Başkaldırma” kavramı bizi kolaylıkla İnsan Hakları kavramına yönlendirebildiği gibi; buradan hareketle, felsefeci-sosyolog M. Nussbaum’un “yapabilirlikler” dediği kavramlar dizisinde1, bir devletin (bir siyasal düzenin) bütün yurttaşlarına sağlaması gereken haklarla da eklemlendirilebilmektedir. Camus’a göre bir toplumu tanımak, o toplumda insana değer verilip verilmediğini anlamak istiyorsak, o toplumda insanların nasıl öldüklerine bakılmalıdır. Kuşkusuz ki bütün gerçek varlıklarda olduğu gibi insan da zaman içinde değişen, yani doğan, bir süre yaşayan ve daha sonra ölen bir varlıktır. Burada bir sorun yoktur. Ancak yaşadığı süre içinde insanın/insanların; yaşamlarını insanca sürdürebilmeleri için onlara ne gibi olanaklar sağlandığı önemlidir. İnsan “ömrü” kendi doğal akışına bırakıldığı zaman o toplumda ortaya çıkmış olan çeşitli hastalıklar, trafik kazaları, doğal âfetler vb. “doğal” karşılanmaya başlar. İnsan yaşamını tehlikeye sonan söz konusu olumsuz bu “Absurdé” durumların, önlemlerin alınabileceği/önlenebilecek durumlar oldukları son derece açıktır. Bu tür ölüm nedenleri karşısında “ne yapalım Allah’ın taktiri…” ya da “vadesi bu kadarmış…” türünden inançlara sığınılabilmekte, bu da bir kabullenilmişliği, bir boyun eğişi ve kaderciliği beraberinde getirmekte, bu bakış ve değerlendirme biçimi insanın yaşamına son derece “doğalmış” gibi katılmakta, yaşam tarzını belirlemektedir. İşte bu bağlamda, Camus’nün “absurdé-anlamsız” kavramı insanın önüne bir yaşam biçimi olarak çıkmakta; insanın dünyası bu dünyada yaşarken inançlarla bir başka dünya adına biçimlendirilmektedir. Bir başka deyişle “absurdé” kavramı burada, karşı çıkılması ve mücadele edilmesi ve giderek “başkaldırılması” gereken durumlarda bunu yapmamak/yapamamak biçiminde karşımıza çıkmaktadır denebilir.2 Camus’nün oyunlarından “Caligula”da, Caligula’nın şu sözü oldukça anlamlıdır: “İnsanlar ölüyorlar ama mutlu değiller”. Bir toplumda insanların “mutlu” ölmeleri, onlara sağlanması gereken insanca yaşam koşulları düzeninde olanaklı olacaktır. Şöyle denebilir: İnsanların kendilerini insanca gerçekleştirebilmeleri için gereken koşullar yoksa, bu koşulları insan için gerçekleştirmek, bunun için de bir bakıma çeşitli biçimlerde başkaldırmak insanların elindedir. Camus bunu “Veba” da Dr.Rieux örneği ile göstermiştir: Hepimiz ve her birimiz için… Prof. Dr. İsmail H. Demirdöven Gercekedebiyat.com
YORUMLAR