Her devrim karşıtını kendi bağrında taşır / Sami Günal
Her devrim karşıtını kendi bağrında taşır / Sami Günal
Bizim Cumhuriyet de öyle. Toplumsal sınıflar arasındaki çelişkiler doğal bir bilinçlenme süreci içinde saygın bir mücadele azmi doğurur. Mücadele ya bir devrime dönüşecek ayaklanmayla olacaktır ya da var olan demokratik rejim içinde olabildiğince bir “hak eşitleme” mücadelesine dönüşecektir. Çelişkilerin en yaşamsal ve en aşina olanına “emek-sermaye” çelişkisi denilmektedir. Her toplumun mücadele önceliğini, içinde bulunduğu koşullar -getirildiği yaşantı- belirlemektedir. Dolayısıyla Türkiye özelinde klasik “emek-sermaye” çelişkisini inkâr etmemekle birlikte yaşamsal olan ve öncelikli olarak gözetilecek temel çelişki bundan kelli “devrim ile karşı devrim” arasındadır. Devrim yıkıldıktan sonra emek-sermaye çelişkisi zaten giderilemeyecektir. Peki, her seçimde, sandıktan karşıdevrimcilerin çıktığı bir sistemin içinde devrimin korunabileceğini savlayabilir miyiz? Bu sorunun cevabını aydınlanma devrimlerini gerçekleştirmiş olan gelişmiş Batı toplumlarının içinde bulabiliriz. Sandıktan demokrasi karşıtı faşist partiler çıktığında iktidarın teslimini önlemeye varan tedbirlere kadar başvurulmaktadır. Örneğin bir zamanlar Avusturya’daki Nazizm yanlısı ırkçı partinin koalisyon hükümetinde yer alması nedeniyle Avrupa Birliği Avusturya'ya yaptırım uygulamıştı. Almanya’da artık Nazizm’in adından bile söz edemezsiniz. Çok partililik-demokrasi çelişkisi! Ne yaman bir çelişki bu böyle? Bu çelişkiyi bir soruya dönüştürmek de mümkündür. Çok partililik, demokrasi adına her koşulda kutsanmalı mıdır? Çok partili sisteme dayalı düzenler içinde özgürlüklerin ortadan kaldırılması için seçimlerin kullanıldığı tarihte hep görülmüştür. Hiçbir ülke bundan ari değildir. Varsayalım ki şeklî bir demokrasi içinde Cumhuriyet Devrimi adım adım kemirilebilmektedir. Diyelim ki rejimin sembolü olan bir başkentin idari anlamda içini boşaltmak gibi mesela. Bu durumda tehlike görünür yakınlıktadır. Hâl böyle olunca bu hassasiyet noktasında gelip dayanıyoruz çok partili sistemi sorgulamaya. Peki, çok partili sistemin olması demokrasiye her daim kapıyı açık tutar mı? Hayır! Çok partili rejim, aynı zamanda kendini vuracak olan hançeri bağrında taşır. Çok partili sistemin demokrasi doğurabilmesi için daimi bir şekilde sandıkta demokrasi yanlılarının çıkması gerek şarttır. Aksi takdirde çok partili sistem içindeki gerici partiler seçimleri kazandıkça devrim gerileyecektir. Gide gide ortadan kaldırılacaktır. Bu tecrübelerden hareketle insanlığın temel değerlerinden olan eşitlik, özgürlük ve adaleti sevmeyen bir partinin çok partililik sistemi içinde gelip iktidarı ele geçirdiğini düşününüz. Çoğunluğun ele geçirilmesiyle özgürlüklerin, eşitliklerin ve adaletin ortada kaldırıldığı düzenlere sırf çok partililik görüntüsü içinde oldukları için demokrasi mi diyeceğiz? Ne münasebet? “Öyle boş laflar vardır ki içine bir millet hapsedilir.” Bu büyük boş laflardan birisi de “Halkın, neylerse her zaman güzel eyleyeceğidir.” Halk deyince, bir irade potansiyeli ve onun gözetilmesi gereği akla gelecektir değil mi? Bir tabulaştırma hâline düşme var. Hayır efendim! Bu boş lakırdı, insanların demokrasi inancında bir zafiyet görüntüsüne düşmeyeyim kaygısıyla içine hapsedildiği boş bir laftır. Demokrasi nasıl bir rejimdir? Bu noktada ortaya bir soru daha çıkıyor. Daha doğrusu demokrasi kimlerin rejimidir? Popülizme kaçmadan ve çekinmeden esaslı bir yanıt bulmak zorundayız. Demokrasi “eğitilmiş insanlar” rejimidir. Aksi takdirde direksiyonun kime teslim edileceği belli olmaz. Eğitimsiz kitleler, sosyal ve ekonomik gerçekliklerinden bağımsız olarak biate tabi bir şekilde direktiflerle oy tercihinde bulunacaklardır. Seçimin bir ekonomik program oylaması olduğunu bilmez, bilse de umursamaz. Eğer ki umursamış olsaydı sınıflar arası dengeyi bu kadar bozan sömürü de zaten olamazdı. İşte yerel ve uluslararası emperyal uygulamalara tabi tutulacak; dolayısıyla tercih edilecek insan modelleri bunlardır. Örneğini dışarılardan aramaya gerek yok, içerideki insan tipolojilerine bakalım. İçlerinde kimilerinin şeklî diploma sahibi olması eğitilmiş beyinler oldukları anlamına gelmez. Gelseydi koca koca diploma almış generaller, profesörler eğitimsiz bir sümüklünün direktifleriyle hareket eder miydi? Biatten ari bir şekilde çağdaş normlar eşliğinde eğitilememiş topluluklar içindeki bir general, onbaşıdan direktif alabilmektedir. Eğitimsiz toplumlarda demokrasinin kurum ve kurallarıyla yerleşip sağlıklı işlemesi olası değildir. Bu dünyanın cefa yeri öbür dünyanın sefa yeri olduğuna inandırılan insanlarla devrim yürümez. Cumhuriyet bir devrimdi ve o da her devrim gibi tabiatı gereği karşıdevrimcilerini üretecekti. Dolayısıyla devrim sonrası sürgit bir yaşam sevinci kısa zaman içinde oluşamamaktadır. Sürgit olan demokratik yaşam sevinci, devrimin antitezini yenmesiyle oluşacak sentez içinde olacaktır. Bu sentezi, devrimin hâkimiyetini kuran yani onu yaşatabilmeyi üstün gayretle beceren taraf oluşturacaktır. Bu sentezin niteliği, “dikensiz gül bahçesiyle” ifade edilebilir. Devrimin öncesi, yıkılan bir “eski” olduğu için o eskinin söndürülmüş hücreleri eninde sonunda bir boşluk bulduklarında uyanıp başkaldıracaklardır. Buna, yakın tarihte verilecek bir örnek var: Orta Amerika ülkesi Nikaragu’daki Sandinist Devrimi’nin yaşadıklarıdır. Karşı devrimcilerin ülkeyi iç savaşa sürüklemeleri sonucunda Sandinistler göz yumdukları çok partililik içinde dramatik meyve topladılar. Sandinist tecrübeye bakınca devrim olan yerlerde “acil çok partili sistem” iyi bir şey değil gibi gözüküyor. Yukarıdan bu yana irdelediğimiz şekliyle çok partililik zaten her zaman demokrasi demek değildir. Ortadoğu’daki çok partili seçim örneklerini anımsayalım lütfen. Çok partililik, sadece ve sadece demokrasinin olgunlaşması sonrası olması gereken bir hâldir. Kemalist devrimin/cumhuriyetin en büyük yanılgısı çok partili sisteme erken heves etmesiydi. Gelinen politik çağdaş normlar dâhilinde tek partili kalmak yadırganabilir ama o zamanlar bu geçiş çok erkendi. Tecrübeler bunu doğruladığına göre bu yaklaşımımıza gelebilecek olan itirazlar gereksiz bir demokratlık gösterisi olacaktır. Atatürk, bu yanılgısından çabucak dönmüşken İnönü bugün bir nişane olarak övünülen tarafıyla olmayacak şartlarda devrimin kök salması tamamlanamadan çok partili dönemi açmıştır. Derine inmeye gerek yok durum ortada. Atatürk, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve serbest Fıkra denemesiyle Şeyh Sait ve Menemen olaylarını yaşayınca hatasından döndü ve defteri kapattı. O dönmüşken İnönü buna rağmen şartların olgunlaşıp olgunlaşmadığını tam anlamıyla test etmeden hem de Dünya Savaşı/faşizm ertesi ülkeyi kontrolsüz ve sigortasız bir şekilde çok partililiğe açılmıştır. Malum DP serüveni ve bugünlere geliş… Gökte üç elma düşmüyor ki dağıtırken birini de Cumhuriyet’e vereyim. En büyük devrim olan Cumhuriyet’e “Yaşasın!” desem, dileğim kabul olacak mı? Sami Günal
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR