Guillaume Apollinaire, 26 Ağustos 1880'de Roma'da doğdu. Annesi Angelica de Konstrowtzky, 1863 ayaklanmasına katıldıktan sonra Polonya'dan İtalya'ya kaçan Michel - Apollinaris'in kızıydı. Apollinaire'i dünyaya getirdiği sırada henüz 21 yaşındaydı. Hercai bir hayat sürüyordu. Apollinaire'in babasının kim olduğu hakkında öne sürülen söylentiler değişiktir. Bir İtalyan papazının adı üzerinde duranlar çoğunluktadır.

Bayan Konstrowtzky, 1882 yılında ikinci bir erkek çocuk dünyaya getirdi. 1885 yılında Roma'dan ayrıldı, bir süre sonra Monaco'da yaşadı. Guillaume ile kardeşi Albert eğitimlerine Monoco'da Katolik Saint-Charles okulunda başladılar. Apollinaire, Bölge şiirinde andığı ilk dostu Rene Dalize'le bu okulda tanıştı.

Apollinaire'in çocukluğu, bir iki kısa yolculuk dışında hemen hemen Fransa'nın güney kıyılarında geçti. Cannes, Nice liselerinde okudu. Parlak bir öğrenciydi. 1897 yılında Nice Lisesi'ni bitirdi.

Bayan Konstrowtzky, 1889 yılında çocuklarıyla Paris'e yerleşti. Apollinaire'in ilk edebi çalışmaları bu sıralara rastlar. Bir borsa komisyoncusunun yanında küçük bir iş bulabilmiştir. Durmadan, karmakarışık okur; romanlar, hikayeler, tek perdelik oyunlar yazar.

1901 yılında zengin bir Alman kadını, Milhau vikontesi, Apollinaire'i kızına yetiştirici olarak yanına alır. 1901 Ağustos'undan 1902 Ağustos'una kadar Apollinaire bir yılını Almanya'da Bayan Milhau'nun çeşitli konaklarında, çiftliklerinde geçirir. Rhein bölgesini, Bonn, Polonya, Duesseldorf, Münih, Berlin, Prag, Coblence kentlerini tanır.

Apollinaire, gene bu sırada Bayan Milhau'nun yanında eğitici olarak çalışan genç bir İngiliz kızına, Annie Pleyden'e aşık olur.

Gulliaume Apollinaire imzalı ilk şiirleri, hikayeleri bu yıl içinde Paris dergilerinde görülür. Alkoller'de yer alan Rhenanes başlıklı 9 şiir ile öbür çoğu şiirleri bu yılın izlenimlerini taşır.

GUILLAUME APOLLINAIRE YAŞAMI ve SANATI

Annie Pleyden'e olan aşkı, Apollinaire'in sanatını kuvvetle etkiler. Bu aşk gönlünce yürümemiştir. Annie Pleyden'den dilediği ölçüde karşılık görmez. Evlenme teklifi reddedilir. 1902 yılında Paris'e dündükten sonra, 1903 Eylül'ünde, 1904 Mayıs'ında Annie'yi görmek için iki defa Londra'ya gider. Teklifini tekrarlar. Annie, 1904 Haziran'ında Amerika'ya güç eder. Artık aralarına Okyanus girmiştir. Annie'yi bir daha görmeyesiye kaybeder.

Bu üç yıl, Apollinaire'in tek düşüncesi Annie'dir. Yüzü Gülmeyenin Türküsü, Mor Zambaklar, Annie, Elveda gibi şiirlerinde hep Annie'nin gölgesi vardır. Landor Road Göçmeni'nde, Landor Road adı, Annie'nin Londra Banliyösü'nde oturduğu sokağın adıdır.

Apollinaire, Almanya dönüşü Paris'te bir bankada küçük bir iş bulur. İki yıl sonra bankanın işleri bozulunca açıkta kalır. Gazetecilik, çevirmenlik yapar. Bu süre içinde sanatçı çevrelerinde çok aranılan, masası daima kalabalık bir kimse olmuştur. Genç Picasso, Max Jacob, Andre Salmon, belli başlı dostları arasındadır.

1908 yılında genç bir ressam kadınla karşılaşır: Marie Laurencin. Bu karşılaşmadan sonra çok geçmeden âşık olur. Apollinaire resimle ilgilenir. Resimle ilgili denemeler, eleştiriler yazar; Marie Laurencin'e daha yakın olabilmek için evini değiştirir, Auteuil'e taşınır. 1912'de bu yakınlık sona erince Auteuil'de oturamaz olur, Saint - Germain Bulvarı'na yerleşir.

Mirabeau Köprüsü, Bulunmuş Saç Demeti, Bu Solan Alaca Karanlıkta gibi şiirleri Apollinaire'in ikinci büyük aşkı ile bağlantılıdır.

Bu arada ilk kitabı L'Anclianteur Pourrissant, Andre Derain'in desenleriyle 1909'da yayımlanır. 1910'da yayımlanan romanı L'Hereslarque et Cie, yılın Goncourt armağanı oylamasında ilk turda üç oy alırsa da son turda kazanamaz. Gene bu yıl İtalyan tiyatrosu üstüne bir kitabı çıkar.

1911'de "Hayvan Hikayeleri ya da Orfe Alayı" Raoul Dufy'nin desenleriyle basılır. 1913 yılında "Kübist ressamlar" adlı denemeleriyle hemen ardından 1893 - 1913 yılları arasında yazdığı şiirlerini topladığı "Alkoller" basılır. Aynı yıl, Marinetti'nin futurizm hareketine Milano'da yayımlanan bir bildirisiyle katılır.

1914 yazında Birinci Dünya Savaşı patladığı sırada, Nice'te kibar tabakadan bir kadınla, Bayan Louise de Coligny - Chatillon ile tanışarak âşık olur. Bu tanışmadan kısa bir süre sonra topçu olarak birliğine katılmak üzere Nice'ten ayrılır. Bindiği Marsilya treninde Oran'lı genç bir kızla, Madleine Pages ile yakınlık kurar. Birliğinin bulunduğu Nimes'den bir yandan Louse de Coligny'ye ( Lou) her gün bir şiir vazıp gönderirken, bir yandan da Madleine'e her gün aşk mektupları yazar.

1915 sonlarında asteğmen olarak piyadeye geçer. Madleine ile mektup yoluyla nişanlanırlar, 1916 yılı başında izinli olarak nişanlısı ile buluşmaya Oran'a gider.

17 Mart 1916 günü, öğleden sonra, cephede fıkralarını devamlı olarak yayımladığı Mercure de France'ın son sayısını okuduğu bir sırada, az ötesinde patlayan bir obüsten sıçrayan mermi miğferini deler, Apollinaire başından ağır bir şekilde yaralanır. İyileşmesi uzun sürer. Hastaneden çıktıktan sonra Paris'te geri bir hizmete alınır. Başı hep sargılıdır. İyileştiği sanıldığı bir dönemde, 9 Kasım 1918 günü tutulduğu İspanyol nezlesinden kurtulamayarak ölür.

Yakınları anılarında, yaralandıktan sonra Apollinaire'in çok değiştiğini anlatırlar. Asteğmen üniformasıyla övünür, kendisini hastaneye görmeye gelenlere vatan sevgisi, vatandaşlık üstüne uzun, ciddi nutuklar verirmiş.

Apollinaire, 2 Mayıs 1918'de, Kızıl Saçlı Dilber'le Bayan Jacqueline Kolb'la evlenir. Aşktan yana yüzünün güldüğü bu mutluluk dönemi, genç yaşta ölümüne kadar ne yazık ki ancak altı ay sürer.

Apollinaire'in bu dönemde yayımlanan başlıca kitapları şunlardır: Le Poete Assasine - Hicivli Hikâyeler 1916, Vitam İmpendere Amori - Şiirler 1917, Les Memeiles de Tiresias - Oyun 1918, Caligrammes - Savaş ile Barış Şiirleri 1918.

La femme Assise, Il ya, Anecdotiques, Üzgün Nöbetçi vb. kitapları ile iki oyunu ölümünden sonra kitap halinde basılmışlardır.

Apollinaire'in ölümüyle Paris'in sanat çevreleri en canlı kişilerinden, tepe noktalarından birini kaybeder. Hikâye anlatmada, konuşmada, sanat meselelerini yaratıcı bir güçle açıklamada ustalığı ile yaşamı boyunca sanatçıları çevresine toplayan bir kimse olarak yaşamıştır. Dil öğrenmede üstün bir kabiliyeti olduğu bilinir. İtalyanca, Rusça, Almanca, İngilizce bildiği başlıca diller arasındadır.

Apollinaire'in şiirinin önemi gün geçtikçe artıyor. Ölümünden bu yana geçen yarım yüzyıl içinde Fransa'nın Baudelaire ile birlikte en çok sevilen, okunan şairi durumuna ulaşmıştır. Son yıllarda Fransa'da ay geçmiyor ki kitaplarının yeni baskısı çıkmasın, üstüne yazılmış kitaplar, denemeler yayımlanmasın. Ünü dünyanın bütün dillerinde bu oranda yayılmakta devam ediyor.

Andre Billy, Apollinaire'in sanatı üstüne şunları yazıyor:

"Ölümünden kısa bir süre önce, Yeni Düşünce ile Şairler üstüne Vieux Colombier'de verdiği konferansını bazı düzeltmelerle Mercure de France'ta yayımlamıştı. Şiirili geleceği ile ilgili düşüncelerinin aldığı son biçim bu yazısında görülür. Hemen hemen bir bildiri denilebilecek bu yazısı ölümüyle bir vasiyet niteliği kazanmıştır."

Apollinaire'e göre yeni düşünce neydi? Bu düşünceyi nasıl tanımlıyordu?

İlkin klâsik miras yoluyla: Sağlam bir sağduyu, tam bir eleştiri düşüncesi dünyayı insan ruhunu bütünüyle içine alan bir görüş, duyu sömürmeyi önleyen bir görev duygusu. Ardından romantik miras yoluyla tamamlıyordu: Yaşantının yükselmesine yardımcı her alanın araştırılması. Hemen ekliyordu:

"Budunsal alansa eksiksiz olduğu ölçüde imgeleme sınırlan içinde de, gerçeği geliştirmek, aramak, yeni düşüncenin başlıca nitelikleri işte bunlar."

Bu eğilim öteden beri vardır. Fakat varlığının bilincine ilk kez ermektedir. Bugüne kadar edebiyat alanı dar sınırlarla kuşatılmıştı. Düz yazı ya da şiir yazılıyordu. Düz yazıya biçim veren gramer kurallarıydı.

Şiirin ise sık sık tartışılan fakat tellim ayakta kalan tek kanunu uyaklı diziydi. Özgür şiir biçim alanında yapılabilecek araştırmaların bir evresi olarak kalıyordu. Biçim araştırmaları hem büyük hem de geçerli bir yer kazandı.

"Büyük bir ataklıkla çok ileriye vardırılan baskı oyunları çağımızdan önce hemen hemen bilinmeyen bir göz lirizmi doğurma olanağı sağlamıştır. Bu oyunlar daha da ileriye vardırılarak sanatların bileşimini, müziği, resmi, edebiyatı içine alabilir... Sinemanın en eksiksiz bir halk sanatı bir imgeler kitabı olduğu bir çağda, şairlerin film yapımcıların kaba imgeleme yetileriyle gönlü olmayanlar, daha ince düşünebilenler için imgeler yaratmaya çalışması tuhaf kaçacaktı. Film yapımcılarının incelik kazanacakları, gramofon ile sinemanın kullanılan tek anlatım biçimine ulaşacakları gün, şairlerin şimdiye kadar bilinmeyen bir özgürlüğe kavuşacakları şimdiden söylenilebilir.

Şairler henüz ellerinde bulunan olanaklarla kendilerini bu yeni sanata hazırlarlarsa, hiç şaşılmasın. Bu yeni sanat, salt kelimeler sanatından daha geniştir. Sinemada, duyulmamış yaygınlıkta bir orkestranın yöneticileri olarak, sesleri, görüntüleri, insan düşünce ile dilleri, türkü, dans, bütün sanatları, bütün oyunlarıyla bütün dünya, şairlerin emrindedir. Geleceğin görünür, duyulur kitabını yazmakta Morgan'ın Gibel dağında yarattığı yalgını (serabı) yaratmak tek çıkar yoldur."

Neden şiirde de gazetecilikte olduğu ölçüde özgürlük tanınmasın? Telefon, telsiz, telgraf ile havayolları döneminde şair uzaklıklar karşısında bu kadar ölçülü davransın? Sanat ulusal kalmaktan çıksın demek değildir bu...

"Yeni düşünce Fransız düşüncesinin bütün yüceliğini ortaya koyan klâsiklerin büyük niteliği görev ile düzene dayanır. Üstelik, bunlara özgürlüğü de ekler. Yeni düşünce içinde birbiriyle sarmaş dolaş olan düzen ile özgürlük yeni düşüncenin özelliği olduğu ölçüde gücüdür de."

Apollinaire, yeni düşünce araştırmalarının bir karışıklık bir gülünçlük tehlikesi ile karşılaşabileceğini gizlemesi için bir neden olamaz.

"Şairin yığdığı, yeni düşüncenin yığdığı malzemelerdir bunlar. Bu malzemenin yaratacağı dip gerçeğin sadeliğinden, alçakgönüllülüğünden ötürü küçümsenmemesi gerekir. Çünkü sonuçları büyük, çok büyük nesneler olabilir."

"Bu yenilik araştırması da neye? Güneşin altında yeni olan yok, diye karşı çıkılabilir. " Şairin bu gibilere karşı diyeceği vardır: "Başımın röntgenini aldılar. Yaşarken kafatasımı gördüm. Buda mı yenilik değil?" Yeni düşünce demek oluyor ki özellikle şaşırtma ile tanımlanır. Şaşırtma yeni düşüncenin en büyük olanağıdır:

"Şaşırtma, şaşırtmaya ayırdığı önemli pay ölçüsünde yeni düşünce kendinden önceki bütün sanat ile edebiyat lıareketlerinden ayrılır. Yeni düşünce estetizm değildir, olamaz da, bütün formüllerin züppeliğin düşmanıdır. Yeni düşünce bir okul olmayı değil, sembolizmden natüralizme kadar edebiyatın bütün okullarını içine alan büyük akımlarından biri olmayı diler.

"Girişkenlik düşüncesinin yerleşmesi, çağının açıkça anlaşılması, bilginlerin her alanda her gün tansıklıklar keşfettikleri iç ile dış dünya üstüne bu keşiflerden aşağı kalmayan yeni görüşlere ulaşılması yolunda savaşır."

Düşüncelerini teori bakımından geliştirebilmesine, belki de bunun sonucu olarak uygulamaları gerçekleştirmesine, Apollinaire'in ölümü engel oldu. Yeni düşüncenin heyecanları da onunla birlikte söndü. Nedir ki tümüyle değil. Bir sonrası dönemin şiiri tümüyle bir şaşırtma şiiri oldu, öyle bilinçaltının araştırması olarak sembolizm, edebiyata karşı estetiğe karşı Apollinaire'in ilkelerine, özellikle şaşırtma ilkelerine dayanan yeni düşüncenin bir çıkışıydı. Apollinaire olarak da kaldı. Bunun içindir ki Apollinaire'in günümüz şairlerinin öncüsü olarak kabul edilmesi yerinde olur.

1917'de Apollinaire, bir yayınevine "Fleurs du Mal"in yeni bir baskısını hazırlamış, baskının önsözünde, yeni düşünce ile ilişkilerini inceledikten sonra sağlıklı bulmadığı yapısını iyi karşılamadığı, Baudelaire düşkünlüğünün sonunun geldiğini açıklamıştı. Roger Allard, "Baudelaire ile Yeni Düşünce" adlı broşüründe, Apollinaire'e karşılık verdi. Bu karşılıktan değineceğim tek nokta, yazarın Apollinaire'i Baudelaire'in mistik heyecanını anlamamış olmakla suçlamış olması sadece.

Bu konuda ne denilirse denilsin Apollinaire'in mistik heyecana çok yabancı olduğu kanısındayım. Yeni Düşünce bildirisinde fizik üstünden en ufak bir iz görünmez. Apollinaire ile yakınlığımız, konuşmalarımız öbür dünyayı pek umursamadığını bana söyleyebileceği derecedeydi. Doğuştan iyimserliği yaşamaya olduğu gibi ölüme de onu körü körüne inanmaya itiyordu. Gizli, esrarlı nesnelere merakı vardı. Fakat bu merak bu gibi nesnelerin çekici, masal yönleriyle ilgiliydi.

Derinlerine daldığı Hıristiyan efsanelerine bile yazdıklarında pek az değinir. Ne akılcı ne de mistik olan felsefesi, insanın kaderi ile evrenin sırrı önünde tetikte durmak olarak özetlenebilir. Öyle bir şair duruşu ki ne esinden ne de türküden ayrılmaz. Düşünüşü tellim müzikli tellim de parasızdır. Özellikle doyulmaz tattaki düz yazılarında bana kalırsa en çok yaklaştığı Gerard du Nerval'de olduğu gibi, Apollinaire'de de nefes almak ile esinlenmek hem tek hem de eş nesnelerdir.

Ona göre her nesne şiir malzemesi biçim değiştirmeye, türküye geçiş nedenidir. Bir eşya, bir karşılaşma, bir sözü kaptı mı, kişisel uyumunu katar, düşlerinin rengi, hareketi ile ayarlar, tek kelime ile kaptıklarını yeniden yaratırdı. Kaleminden aktarılmış tek söz çıkmamıştır...

Apollinaire'in bana göre edebiyat tarihine tuttuğu yeri söylemem gerek. Tarih bakımından Chenier ile Lamartine'e kadar uzanan büyük romantik şairlerin sonuncusudur. Romantizmle başlayan lirizm yayılma hareketi, şairin heyecanlarını, duyuşlarını gittikçe doğrudan doğruya, gittikçe daha katıksız bir biçimde açıklamasına kayarak Apollinaire'le uç bulur. Deneyi geniş ölçüde kullanılmış, şiir yetisinin gelişmesinde kendisinin aşılmasına da çalışılmıştır. Ama ne pahasına? Sonunda bu koca atılgan, bu büyük düşünce serüvencisi karşıdan bakıldıkça bir denge öğesi olmuş, aslında o da kendini öyle görmüş, öyle olmak istemiştir.

Çok tehlikeli bir oyun oynadı, yarıdan çoğunu da kazandı. Bu kadarı çok sayılır. Eserlerinin büyük bir kısmı unutulmayacak değerdedir. Bizlerin iç hazinesini tükenmeyecek gibi zenginleştirdi. Nerval, Baudelaire, Mallarme, Verlaine, Apollinaire olmasa sevmenin acısı, yaşamanın tadı, tümüyle yüzyılımızın duygululuğu, bütün ayırtıları, bütün incelikleriyle belki de çok başka olur, belki de hiç olmazdı. Onlar olmasa sevdiğimiz gibi sevmez, acı çektiğimiz gibi acı çekmez, ne üzgünlüklerimiz ne de sevinçlerimizde olduğumuz gibi üzgün ya da sevinçli olurduk.

Bizim en ıssız, el uzanmamış ocaklarımızın koruyucu tanrılarıdır onlar. İçimizde yaşarlar. Nedir ki biçimle birlikte ölmezler. İnsan ile şiir bugün için kendilerine verdiğimiz anlamı korudukça, onlar da tanık, örnek olarak kalacaklardır.

(Kasım 1965, İstanbul)
 

NECATİ CUMALI
Guillaume Apollinaire, Aşk Şiirleri, S. 135 - 143

Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)