Ardında derin izler bırakan sanatçıların, ortak özelliklerinden biri de, bize hatırlama duygusu kazandırıyor olmalarıdır.

Neşet Ertaş, geldiği yer, içerisinden çıktığı kültürel ortam, yaşadıkları ve elbette bunların  var etmiş olduğu birikimle  usta  yorumculuğu, şairliği yanında kapitalizmin öğütücü dişlileri arasında hafızasını yitirmiş insanlık için, bu  yitirilmişliğin acısını da duyumsatan önemli bir bellek aktörüdür aynı zamanda.

1938 yılında, Çekiç  Ali, Hacı Taşan ve babası-ustası Muharrem Ertaş’ın da yetiştiği Orta Anadolu bozkırında bir yanını Hacı Bektaş-i Veli’ye, Ahi Evran’a, Aşık Paşa’ya yaslayan hemen yanı başında Hasan Dede’yle çevrelenen; Bektaşilik, Ahilik gibi Anadolu coğrafyasının  en görkemli  kültürel  kurumlarıyla tanışıklık içerisinde kendine  has rengiyle varlık bulan Ulu Abdallar silsilesinin günümüzdeki temsilcilerinden biriydi Neşet Ertaş.

Halk türkülerinin  usta yorumcu ve yaratıcısı bir addı Neşet Ertaş. Kendi pınarından beslenen, kendi göletini oluşturan ve kendi denizine akan bir geleneğin sürdürücüsü… Gelenek derken, tekcil bir söylemden sözetmediğim anlaşılıyordur. Çünkü, eğer bir yerde gelenekten söz ediyorsak, orada bunu oluşturanların yaratmış oldukları köklü bir bileşimden de söz etmiş oluyoruz.

Sanatçı kişilik, yalınkat bir beslenmeyle oluşmuyor; köklü bir birikim yanı sıra o birikimi doğru kullanabilen, farkında olunmuş kişiliği de gerekli kılıyor. Türkiye gibi bir taraftan hızla kapitalizmin bütün kurumları olduğu gibi özellikle müzik dünyasını tüketim kültürünün önemli nesnelerinden biri durumuna getirmiş; bunu yaparken bir yandan da toplumsal hayatın çehresini bir biçimde şekillendirme konusunda küçümsenmeyecek ölçüde işlev üstlenmiş bir ‘sektör’de üretimde bulunan, oradan ekmek yemeye çalışan birisi olarak Neşet Ertaş, kendisini  geleneğe eklemleyen  baba Muharrem Ertaş’tan aldığı ‘ruhla’ beslenmiş, bileşime doğru yerden katkı koyan kişilikli bir sanat adamı olmuştur.

Neşet  Ertaş, kendine özgü özel ve ayırt edici yaşam biçimleri, insan ilişkileri, hayat felsefeleri, inanç sistemleri  ve daha çok da  müzik  alanındaki ustalıkları ile öne çıkmalarıyla kendisini yansıtan abdal kültürünün yetiştirmiş olduğu bir kişiliktir. Abdallık,  Asya’dan Arap yarımadasına, Afrika’dan Afganistan, Hindistan ve İran’dan Anadoluya kadar geniş bir coğrafyaya yayılmış, her coğrafyada kendine özgü karakteristik nitelikler kazanarak hayat bulmuş,  İslami zahitlik hareketleri içerisinde bugüne akmış  dinsel bir olgudur. Urum Abdalları olarak adlandırılan Anadolu kolu, Kalenderilikle de ilişkilendirilir.18. yüzyıl ozanlarından Dertli Kemter,  abdallığı tanımlarken, alevi-bektaşiöğretisinin kutsadığı üçlemeyi şöyle dile getirir:

Abdallığın binasını sorarsan
Allah bir Muhammed Ali Abdaldır
Hakikat ilminde aslın ararsan
Cümle ululardan ulu Abdaldır.

Muhammed kırklarda bir hayal gördü
Ol hayal ne imiş, aslına erdi
Firdevs-i aladan içeri girdi
Öten bülbüllerin dili Abdaldır.

Neşet  Ertaş ve onun ait olduğu geleneğin merkezinde insan yatar. Bu kamil hali anlama, kamil insanlıktır. Gönül adamlığı, yar sevdalığı ve  niyaz ehli olmaktır. O bakımdan Neşet Ertaş’ın dilinden yar sözünün, hak sözünün ve gönül sözünün düşmediğini ve  bunların birbirini tamamladığını görürüz.

Derviş geleneğine özgü, azla yetinen, insanı, sadece insanı da değil, hiçbir canlıyı incitmeyen bir felsefenin sahibidir.

Abartıdan, şatafattan uzak, çoğunca müzikle anlamlandırılmış ve  müzisyenliğin ayırt edici yaşam biçimi ve aynı zamanda da  bir meslek haline gelmiş sade bir hayat tarzının insanı olmaları bakımından Neşat Ertaş’ın içerisinden çıktığı abdal kültürü, kendine özgü form ve ses özellikleriyle Orta Anadolu bozkırına kültürel derinlik kazandıran önemli bir birikimdir.

Kırılmış ama kırmamış, örselenmiş ama örselememiş dervişanebir kültür adamıdır Neşet Ertaş. Hayatı yorumlama ve yaşamasına kaynaklık eden Bektaşi kültürü, insana, doğaya, bütün cümle yaratığa sevgi ve saygıyı  derinleştiren bir nazar kazandırır. O bakımdan da  çok kişinin ardından koştuğu örneğin devlet sanatçılığı gibi içeriği kendinden menkul payeleri usulca, usta bir bilgelikle geri çevirmesini  bilebilen, eklenebilirse adının önüne ‘halk sanatçısı’ yakıştırmasının sorumluluğunu yerine getirme gayretiyle çabasını sürdüren olmayı yeğler. Arifliği boşuna değildir. Onun dervişaneliğini besleyen, içtenliğini kusursuz kılan bu özelliğidir. Dilinden ve gönlünden düşürmediği yar aşkı, Hak aşkıdır aynı zamanda:

Hoş muhabbet güzel  oluryarinen
Gahi batın gâhi zahir görünen
Türlü türlü irenklere bürünen
Kendin bin bir donda sır eden vardır.

Neşet Ertaş, kendin bin bir donda sır eden  kutsallığa insanı oturtur: “Arayan  mevlasın bulurmuş derler/ Arayıp kendini bulmakta insan” diye  kainatın odağını insanı yerleştirir… Aşkla söyler.

Neşet Ertaş, horlanmış, ötekileştirilmiş bir kültürün içerisinden gelmektedir. Tıpkı babası ve ustası Muharrem  Ertaş, bu geleneğin bilinen bir başka öncüsü Hacı Taşan gibi.

O bakımdan, Neşet Ertaş, gelip durduğu yerde sadece  bir müzisyen olmakla  rol oynamaz, o aynı zamanda türlü nedenlerle horlanan, çingene adı altında dışlanan;  avare, serseri, tembel sayılan bu yanlış ve yanlı Abdal yazgısının da izlerini silmeye çalışır. Garip mahlasıyla söylediği şiirlerle, Anadolu aşık şiirinin önemli  bir temsilcisi olmasına karşın, Türkiye’de edebiyat dünyasına egemen olmuş algı yetersizliği onun bu yanını pek görmez; yakın zamana değin de daha çok müzikal yaratıcılığının göz önünde bulundurulması bundandır.

Oysa, onun  şiirleri özellikle sürdürücü olduğu ve eklemlendiği Bektaşi geleneği içerisindeki  ozan  yaratıcılığı, o coşkulu ama bir o kadar da yanık ezgilerin ustasını daha iyi anlamamıza kaynaklık edecektir.

Ey Garip gönüllüm, dertli yoldaşım
Niye belli değil, baharın kışın
Var mıdır sormazlar, ekmeğin aşın
Zengin isen ya bey derler, ya paşa
Fukara isen, ya Abdal derler, ya Cingan haşa 

Var olan bir gerçekliği dile getirmesi ve haklı olarak bundan  yakınması boşuna değildir.

Hak bildiğim yoldan ayrı gitmedim
Koğular getirip, gıybet etmedim
Gönülleri kırıp can incitmedim
Bir Garip sazımı çaldım giderim.

İlk plağını doldurduğu 1950’den başlayarak ama özellikle 1960’lardan itibaren, Zeki Müren’den, Barış Manço’ya, Edip Akbayram’dan Ahmet Özhan’a, Kardeş Türküler’den Selda’ya farklı müzik anlayışı ve türündeki sanatçılar tarafından eserleri seslendirilen Neşet Ertaş, sadece bu yönüyle bile çoksesli Anadolu kültürünün önemli  temsilcilerinden biri olmanın  yansıtıcısı olmuştur.

Her haline yakaşın kemlikten arınmış arifanelik içinde ‘aşk-ı sadakat ile sürdürdüğü’yaryolundaki yolculuk “insana aşığım, hak özümdedir”çığlığıyla bilincimizde yerini bulsun isterim.

Metin Turan

Folklor Edebiyat dergisi

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)