Feridun Andaç'tan Erzurum kitabı
Yazar Ferdun Andaç bu kez ömrünün üçte birini geçirdiği hayatı tanıdığı kent Erzurum'a gönül borcunu ödüyor. Erzurum'a tarihsel arka planından çok, kentsel dokunun yarattığı duygusal atmosfer bir yazarın gözlem gücüyle pekişerek yaklaşılıyor.
Feridun Andaç'ın Kavşaktaki Kent: Erzurum kitabına yazdığı önsözü yayınlıyoruz: BİR KENTİ YAZMAK “Hiçbir dil yoktur ki aldatmasın.” İtalo Calvino Bir kenti var edenin ne olduğunu düşündüğümde, yaşanan ve unutulan zamanları gelir aklıma. Ve ister istemez kentin bugünündeki geçmişi ilgilendirir beni. Yaşanan onca şey... Sokakları, insanları, sinemaları, eğlentileri, çay bahçeleri, caddeleri, çeşmeleri, hamamları, tarihi mekânları... Kütüphanesi, okulları... Ve elbette ovası burayı seyre alan dağları... İşte bir kent, doğup büyüdüğüm kent kanat kanat kendini hatırlatır bana hep... Anlatıcının dillendirdiği katmanları da göz ardı etmem elbette: “Şehir beş katmandan oluşuyor; hava, binalar, cadde, yeraltı ve geçmiş. Beden de beş katmandan oluşuyor, deri, et, iskelet, organlar ve sinir/kan yolları. Şehri bulunduğumuz yerden gözlemleriz. Dışarıdan bakabilmemiz mümkün değildir ve her zaman katmanlardan birinin içinde oluruz.” (1) Yazmaya başlayınca görmeye de başlıyorsunuz aslında. Hele kentinizi yazıyorsanız, zihninizin haritasındaki imgeler yetebiliyor size. Çünkü orada yaşanmışlıklar, gözlemler, içselleştirmeler vardır. Kendi zaman bakışımı yansıtan bir kent yolculuğu kitabıdır bu. Doğduğum zamanlarla uzaklaştığım zamanların izlerini taşıyor elbette. Kuşkusuz doğduğunuz yer ruhunuzu /aidiyetinizi de belirleyendir. Kopsanız, uzaklaşsanız da buranın izlerini taşırsınız. Bir Kentin Solgun Yüzü'nü yazarken şunları demiştim: “Elli beş yıllık ömrümün üçte birlik zamanını geçirdiğim/yaşadığım kenti duygu olarak, bütün zamanlarıma yayılmış durumdadır. Bilirim ki; dil ve duygu belleğimin biçimlendiği sürecin coğrafyasıdır orası. Renkler, kokular, görüntüler... Hayata ve insana dair ne varsa; algı kapılarımın açılması da orada biçimlenmiştir.” (2) Şimdi yeniden dönüyorum kentime. Biliyorum ki artık o kent yok! İyi zamanların, iyi insanların kenti kabuk değiştirdi. Gidip gördüğüm başka kentti. Öylesine yıpranmış, örselenmiş, tarumar edilmişti ki; bir yağmadan geriye ne kalırsa o kalmıştı kentte. “Fâzıl şehir” dediğimiz kent yoktu artık. Kavşakta olmasının getirdiği yükü kaldıramamıştı. Farabi: “Fâzıl şehir tam sıhhatte bir vücuda benzer. Bütün uzuvları onu hayat devresinin sonuna kadar muhafaza etmek hususunda yardımlaşırlar,” diyordu. (3) Her adımda kentin sağlığının nasıl bozulduğunu gözlemleyebiliyordunuz. “Yeni”yi inşa ederken kentin ruhu silinip yok ediliyordu. Kent, yıllardan beri kan kaybediyordu; nitelikli göç yerini niteliksizine bırakmıştı. Kentin tarihi dokusu yapaylaştırılırken; ulusun inşa edilme sürecindeki karakteri bambaşka bir algıyla yıpratılıyor, hatta görülmezden geliniyordu. Bütün bunlar bir yana, bir kenti yazarken yaşamak duygusunun ağır bastığını söylemek isterim. Orada, kendi yaşadığınız zamanın ruhuna bakmanız kaçınılmaz. İlk söze gelenler de bunlardı. Kentimin bana taşıdığı gerçeklik duygusu bir bakıma “içgöz”üm olmuştu. Olagelen her bir şeye oradan bakıyordum o çözülüp dağılmaya ya tahammül edecektim ya da gidecektim. Gitmeyi, hatta “unutma”yı seçtim. Beni yeniden yaratabilecek bir kentin arayışında mıydım? Sanmam! Biliyordum ki; nereye gidersem gideyim beni izleyen, bende yaşayan bir kent vardı. Sesimin tınısında, derimin renginde, ruhumun derinliklerindeydi o. “Gidersen yıkılır bu kent kuşlar da ölür Bir tufan olurum sustuğun her yerde.” (Ahmet Telli) Şair böyle diyordu... Sizi bir kentten gitmeye hazırlayanlar, zamanla kentin de artık bıraktıkları, yüzünü döndükleri olacaktı. Sızılı bir şeydi bu. Ama gitmeseydim eğer, bu kitaplar yazılmayacaktı; bugünkü “ben” ben olmayacaktım. Siz duyguda, düşüncede kentinizi bırakmazsanız eğer; o da sizi bırakmaz. Kavşaktaki Kent'in bunun bir nişanesi olduğunu söylemek isterim sevgili okurum.
Feridun Andaç
Gercekedebiyat.com
YORUMLAR