Son Dakika



 Son Konya olayları karşısında aklımıza gelen ilk düşünce bu oldu. Din eğitimi yerine sanat eğitimi.

Sözde kültürlü din adamı yetiştirerek halkımızı eğitmeye çalışacağımıza, iyi düzenlenmiş sanat gösterileri ile çağımızın duygu ve düşüncelerini toplumumuza aşılayabilseydik bugün bu durum daha başka olurdu.

Eski din adamlarımızın kültürsüz oldukları, bu nedenle geçmişimizdeki utanç verici olayları hazırladıkları, bugünkü koşullar içinde ise din adamlarımızın yararlı olabileceği inancı bizi yanılttı. Kültürlü din adamı yetiştirelim derken, din, yine ters amaçlar için kullanılan bir araç haline getirildi.

Bugünkü din adamlarının da geçmişteki din adamları gibi devlet yönetimini ellerinde tutmak istedikleri ve her çeşit yeniliğe karşı oldukları anlaşılmıştır.

Bunu daha iyi anlayabilmek için geçmişimize bir göz atmak yerinde olur; 10. Yüzyılda Türklerin İslamlığı benimsemesinden sonra Büyük Selçuklular döneminde ( 1065 yılında) Bağdat’ta ilk medrese açılmıştır. Zamanla bu medreseler İslamı bir yüksek öğretim kurumu haline getirdi. Halk çocukları için de dinsel ihtiyaçları karşılamak üzere  “mahalle sıbyan mektepleri” açıldı. Medreselerde Arapça olarak şer’i dersler, Aristo mantığı ile ayet ve hadislerin tefsirleri okutulur, mahalle ve sıbyen mekteplerinde de “ elifbe, tecvit ve ilmihal ile padişah ve Muhammet ümmeti için dualar ezberletilirdi.

Medreselerden çıkanlar, devletin yönetimi ve yargı alanlarında görevler alırlardı.

Böyle, bütünüyle dinsel bir öğretim ve eğitimden geçen medreselilerin, dinsel hukukun ve şeriatın temsilciliğini yapmaları ve günün koşullarına göre yapılmak istenen yeniliklere karşı durmaları doğaldır.

Nitekim, bazı ıslahat hareketlerinin yapılmasının zorunlu görüldüğü Tanzimat döneminde, din adamları ve medreseliler yeniliklere tepkiler göstermişler ve kan dökülmesine sebep olmuşlardır. Patrona Halil ayaklanması, Kabakçı Mustafa isyanı bu dönemin önemli olaylarıdır.

Tanzimat’tan sonraki dönemde de yeniliklere karşı tepkiler sürer. 31 Mart olayı bunlardan biridir.

Geri kalmamızın doğru ve kesin teşhisini ilk koyan ve bu gericilere “dur!” diyen Atatürk olmuştur. Gerçi din adamları O’na karşı da ayaklanmışlardır; fakat isteklerini elde edememişlerdi. Şeyh Sait İsyanı, Menemen olayı, Ticari ve Nurculuk hareketleri Cumhuriyet döneminde görülen gericilik hareketleridir.

Bir de Avrupa’yı bu bakımdan ele alalım: Orta Çağ’da Avrupa da bizim durumumuzdadır. Din eğitimi alabildiğine egemendir, okullarda Latince ile teolojik bilgiler öğretilmektedir. Yönetim, kilisenin elindedir. Bu durum Rönesans’a dek sürer. Rönesans hareketi, gözlem ve deneylerle doğa’nın incelenmesini yayar. Dini bilgilerle doğa olaylarının çözümlenemeyeceği anlaşılır. Sosyo- Ekonomik gelişmeler de, yeni hayat platformunda pratik öğrenim ihtiyaçlarının ön plana alınmasını gerektirir. Böylece okullar dini öğretim ve eğitimden kurtarılarak pozitif bilimlerin, sanatların öğretildiği kurumlar haline getirilirler.

Bizim toplumumuz bu evrelerden geçmediği için, Atatürk, dini eğitimi kaldırıp laik öğretimi getirmiş, dinsel hukuk yerine medeni hukuku ülkemize yerleştirmiştir.

Ayrıca, uygar ve ulusçu bir toplum olmanın gereklerini düşünerek devrimler yapmış, Türk dilini Arapça ve Acemce kelimelerden temizleyerek arı dil olma yoluna sokmuştur.

Geçmişimizde Atatürk’e benzer bir devlet adamı göremeyiz. Yalnız 1277 yılında Karamanoğlu Mehmet Bey, Konya’yı Selçuklulardan alıp Türkçe’yi resmi dil ilan eder ki, bunun da sonu getirilemez.

Atatürk’ün gerçekleştirdiği bu düzen içinde yapılacak önemli işlerden biri de sanat eğitimi idi. Batıdaki uluslar, toplumlarını eğitmek için, mevsimlere ve bölgelere göre büyük sanat hareketleri organize ederken, biz göstermelik işlerle yetindik; sanat çalışmalarını yaygın hale getiremedik. Gittikçe artan boş insanlarımızı da sazlarla, sözlerle, maçlarla oyalamaya çalıştık.

Batı’da birbiri arkasına büyük sergiler açılır, yılda birkaç kez müzik ve film festivalleri düzenlenirken, tiyatro ve bale gösterileri gittikçe yaygınlaştırılır, televizyon önemli bir eğitim aracı durumuna getirilirken bunların nedeni üzerinde hiç durmadık.

Şimdi ise yine, Türk olduğunu unutan, Türkçe’nin bilincine varamayan, uygarlığa katılmak istemeyen, eski egemenliklerine kavuşmayı ne pahasına olursa olsun kafasına koyan, bunun için eğitemediğimiz halkı ve onların elinde yetişen İmam- Hatiplileri kaba kuvvet olarak kullanan din adamları ile karşı karşıya bulunuyoruz.

Bir kez daha söyleyelim ki “Bizi yaratan doğa, insan eden de sanattır.”

Biz de bir an önce bu sözün bilincine vararak uygulamasına girişmeliyiz.

Vatan Gazetesi (31 Temmuz 1968 Çarşamba)

Fikir ve Sanat köşesi.

Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)