Dün gece yine odaya yalnız girdi. Geçmişin yankıları kulağında çınlayıp durdu. İz sürer gibi bir ileri bir geri dolanırken bir ara durup etrafa bakındı. Raflarda dizili çocukça kitaplar, yan boşlukta bırakıldığı gibi duran oyuncaklar… Bir de perdenin ardından odaya süzülen sokak lambasının hüzne çalan her zamanki soluk benizli huzmesi.

Bırakılan her şey yerli yerinde duruyordu. Gelinsin görülsün ki bir şey eksikti. Onu aramasına gerek yoktu. Zira inceden işlenen nakış misali yüreğinin derinliklerinde saklıydı o.

Atalarımızın sükûnet bildirimine kulak verecek olursak gün doğmadan neler neler doğarmış! İyimserlik içinde umut aşılayan bir sözdür bu. Atalarla karşı karşıya gelip zıtlaşmanın olanağı olmasa da yarınların neler getireceğinin bilinmezliği üzerine söylenen bir sözü sizlerin yerine ben koyayım şuraya:

“Doğmamış günün kimliği söylenmez!”

Sizin için başlangıç olacak herhangi bir gün doğmadan evvel, ışık hâlâ uykudadır. O anlarda gözleriniz kapalı, düşleriniz serbestçe dolaşmaktadır... Uyandığınızda, o gün itibarıyla yarınlar olacak günlerin ilkindesiniz artık. Bu bir başlangıç olabileceği gibi belki de yeşerttiğiniz güzide heveslere ilişkin sonun başlangıcıdır.

Gün doğumuyla gelen o günlerden biri belki de bir doğum günüdür. Kabul ki çok özel, çok anlamlı bir gündür. Kim bilir yıllarınız vardır ki o kutlamaların ışığı sizin için karartılmıştır. O günden kelli yarım kalmış bir öykünün kahramanısınızdır artık. Gölgelerin içinde yürümeye bırakılan, unutturulan zamanın izini sürensinizdir çaresiz. Vah ki ne vah!

Gözleriniz, geçmişin puslu camından bir şeyler seçmeye çalışırken o özel günün sahibi olan oğulun yüzü belirir. Onun ilk gülüşü, ilk adımı, ilk kelimeleri... Anılar, yüreğinizi parçalar, hüzünle dolar içiniz. Nerelere varacağını bilemeden geçirdiğiniz geride kalan o sevinçli yıllar şimdi kalbinizi sıkıca saran anılar zincirine dönüşmüştür.

Bilinmez bir gün gelip de kapkaranlık yobaz bir gölgenin örgülediği ayrılığın soğuk nefesi daha esmeden herkese yetecek güzel bir dünya için sanat, sevgi paylaşımlarıyla dolu ne dünyalar, ne hayaller kurmuşsunuzdur birlikte. Hayallerinin peşinden koşması için onu nasıl da cesaretlendirmişsinizdir. Arınık bir kişilik olarak yetiştirirken kim bilir siz de yarım kalmış çocukluğunuzu onunla tamamlayarak birlikte büyümüşsünüzdür.

Hiç bilemezdiniz ki teneke dümbelek kof akıllıların gölgeleri onu sarıp sarmalasın da ruhunu işgal etsinler! Ne kalır geriye? Yaşanmamış hayallerin yerine sadece kocaman bir boşluk kalır sizi kahreden.

Eğer ki içine düşürüldüğünüz hasretliğin çöküntüsüyle hayal gücünüzü kaybetmemişseniz; gözlerinizi kapadığınızda yalan da olsa oğulun içinde bulunduğu bir dünyaya götürüyordur henüz yitirmediğiniz aklınız sizi.

Kimsenin yaranıza mehlem olamadığı şu dünyaya, gecenin ıssızlığında yıldızları indirip onulmaz bir yaraya dönüşmüş olan hasretliğinizi anlatmak istiyorsunuzdur.

Doğanın işleyişinde matematiksel şaşmazlık vardır. Börtü böcek, otlar için ne biçimlenmişse yaşam çizgisi ondan dışarı taşmaz. Ancak tabiat ana, insan varlığına akıl denen üstün bir ayrıcalık vermiştir ki işte o şaşar mı şaşar! İnsanımsı olan kimi mahlukatın akıl zulasında payınıza mertlikten ziyade puştluk düşer!

İçine itelendiğiniz olur olmaz yaşantıların gailesine karşı direnme gücünüzü bileylemek için diyesiniz ki “İnsanım, insanımsı olan hiçbir şey yabancı gelmez bana.” şerbetliyim, o yüzden ayaktayım, direncine sarılırsınız.

Düşündüm de bencileyin bir umarsızın, içimizdeki herhangi biri olmaktan öteye gidemeyen, bu öykünün kahramanına ne gibi katkısı olabilir ki? Olsa olsa gök kubbe altında saklı sözlerden bir demet hediyem olur:

“Hayat dediğin gelip geçici şu temaşa, sen başka başka planlar yaparken başından geçenlerden ibarettir.”

Sami Günal
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)