Batılıların Modern Türkiye üzerindeki görüşleri / Prof. Dr. Suat Sinanoğlu
Oktay Sinanoğlu'nun kardeşi Prof. Dr. Suat Sinanoğlu'nun 'Türk Hümanizmi' kitabından alınmıştır.
Her şeyden önce Atatürk devriminin İslamologların ilgisinin dışında kalan bir inceleme alanı olduğunu belirtmek gerekir; çünkü İslam bilginleri dikkatlerini doğal olarak Arap evrenine çevirirler; bunun da nedeni Kuran dilinin Arapça olması ve çeşitli İslam kültürlerinin Arap uygarlığının klasik dönemine az ya da çok idealleştirdikleri bir örnek olarak bakmalarıdır. Öte yandan, Osmanlı İmparatorluğu kendi başına bir konu olarak ele alınmayıp, daha çok kültürünün kaynağı olan Arap evreni, Bizans İmparatorluğu, İtalyan deniz cumhuriyetleri ve nihayet büyük Avrupa devletleri ile kurduğu ve sürdürdüğü ilişkiler açısından incelenmektedir. Bu nedenle Atatürk devrimi çok uzun bir zaman yalnızca gazetecilerin ve dünyada olan bitenlerle ilgilenen aydınların incelediği bir konu olmaktan kurtulamamıştır. Pek az bilim adamı devrimle ilgilenmiştir; bu ilginin sonucunda büyük değer taşıyan eserlerin meydana geldiği de söylenemez. Sayısı sınırlı Batılı bilgin ve Batılı aydınların modern Türkiye üzerine bugüne kadar vardıkları çeşitli yargılar çoğunlukla Türk ülkesinin ve Türk ulusunun genel dış görünümüne dayanmaktadır. Bundan önceki bölümde bu yargıların niçin son derece yüzeysel kalmaya mahkum olduğu üzerinde duruldu. Cumhuriyet Türkiyesi üzerine ileri sürülen değişik kanılar kısaca üç kategoride toplanabilir: 1-Bir yanda, ana çizgileri ile de olsa, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihini bilen, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Anadolu halkının giriştiği Kurtuluş Savaşı üzerinde bilgi sahibi olan bilgin ve aydınlar vardır: Bunlar yargılarını bugünkü Türkiye ile yarım yüzyıl önceki Türkiye arasındaki karşılaştırmaya dayandırırlar; bu karşılaştırmayı yargılarına ölçüt olarak alırlar. Böyle bir karşılaştırmadan doğan izlenim hayranlığa varır. Yabancı gözlemcilerin bu yargısının ekonomik, teknik, toplumsal ve siyasal alanlarda elde edilen başarılar ve sağlanan gelişmelerle doğrulandığı genel bir görüştür. Gerçekten, aradaki bütün aşamalar atlanılarak, 'kara sabandan traktöre; dinsel öğretimden, ağırlığı modern bilimlere veren ve insanın muhakeme yeteneklerini geliştirmeyi amaçlayan laik bir öğretime; çarşaftan bikiniye; tek kişinin mutlak egemenliğinden; kadınlara erkeklerle hak eşitliği tanıyan ve milletvekili adaylarının önemli bir yüzdesinin partilerin yerel örgütlerince gösterilmesini isteyen en ileri bir demokrasiye geçmeyi başarmış olan bir topluma hayran olmamak olanak dışıdır. Hele, özellikle büyük kentlerde günlük yaşamın Avrupalı görünümü ve Avrupalı örneklerine göre kurulan modern kurumlar bu görüşü destekleyen sağlam tutamaklardır. Bu aydınlara bakılırsa, Türk toplumu geleceğe güvenle bakabilecek genç, gücü taşkın, dinamik bir toplumdur. 2- Buna karşılık, ikinci kategoriye sokabileceğimiz bilgin ve aydınlar, tıpkı öbürleri gibi, devrimin başardığı maddi eserleri incelemekle yetinmekte, ancak dünyayı başka bir açıdan, kendi Batılı uygarlıklarının yükseğinden görmektedirler. Onlar bugünkü Türkiye’yi Batı evreninin en ileri ülkeleri ile karşılaştırmakta, bu ülkede bilim ve teknik alanlarında gözledikleri sayısız eksiklikleri, toplumsal ve siyasal yaşamdaki aksaklıkları, çelişkileri aleyhine değerlendirmekte, geriliğinin birer örneği saymaktadırlar. Avrupa'daki örneklerine göre kurulmuş olan kurumlarda biçimin ruhtan çok ilerde olduğunu saptadıkIarı için de, Türkiye’yi bütün gerilikleri ile sıradan bir Ortadoğu ülkesi olarak görmektedirler. 3- Birbirine tümüyle karşıt iki görüşü benimseyen ve gerek hayranlık duymakta, gerek devrimin başarılarını küçümsemekte aynı ölçüde aşın gider görünen bu iki kategoriye giren aydın ve bilginlerin yanında üçüncü bir kategori daha vardır; bunu oluşturanların sayısı çok değildir ve Türk toplumunun çözmek zorunda kaldığı sorunların özünü kavrayamamakla birlikte, ülkenin manevi yanı ile ilgilidirler. Bu kategorinin insanları ülkenin manevi durumunu tümüyle olumsuz bir ışık altında görmekte birleşirler. Onların gözünde, Türkiye’de “Avrupalaşmış” çok küçük bir azınlığın karşısında, geri kalmış, dogmaların esiri, zihnini çalıştırmakta tembel, ilkel kamların ve kuruntulu inançların kölesi olan büyük halk yığınları bulunmaktadır. Fikir düzeyinde oluşturulan sağlam kanılardan yoksun bulunan bu “Avrupalılaşmış” azınlığın toplumsal ve siyasal yaşamda bir dizi reforma ve modern tekniğin benimsenmesine razı olmasının tek nedeni -onlara göre- Batılıların eriştiği refaha kavuşma, kavuşmakla da üzeri uluslar topluluğuna katılabilme umududur. Türk toplumunun dış görünüşü göz önünde tutulur ve bu üç kategorinin görüşleri bir bir incelenirse, birbirinden çok farklı olmakla beraber, aynı gerçeğin değişik yanlarını vurgular görünen bu yargıların her birinin bir doğruluk payı olduğunu teslim etmek gerekir. Çünkü ülke, Atatürk’ün 1933 yılında söylediği bir söylevde belirttiği gibi, sürekli ve hızlı bir değişim süreci içindedir: “Geçen on sene gelecek devirler için bir başlangıçtan başka bir şey değildir. Bununla beraber, eski devirlerin tarihi karşısında, cumhuriyetin bu senesi, eşi görülmeyen bir diriliş ve göz kamaştırıcı bir ileri atılış abidesidir." Genellikle Türkiye’nin dış görünümüne ve günlük yaşamın gerçeklerine dayanan bu yargıların, Batılı bilginlerin bugün Türk toplumunun karşılaştığı manevi sorunların bilincine varmaktan bir hayli uzak olduklarını açıkça ortaya koyduğunu kabul etmek gerekir. Oysa, aslında Avrupalıların beş-altı yüzyıl önce aştıkları bir bunalımın benzerini geçirmekte olan Türk toplumunun çözmek durumunda olduğu yaşamsal sorunların niteliğini anlamakta bu bilginlerin güçlük çekmemesi gerekir. Ne çare ki, Avrupalılar, Batı’nın uzun ve derinlere inen kültürel deneyimi ile Türkiye’nin bugünkü kültür sorunları arasında herhangi bir bağlantı ya da benzerlik kurabilme yeteneğinden yoksun görünüyorlar .(...) Prof. Dr. Suat Sinanoğlu Akademisyen, Çevirmen, Yazar 1918 İstanbul - 2000 Ankara Eğitim: Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yazar, çevirmen, akademisyen. (D. 1918, İstanbul – Ö. 2000, Ankara). Babası Nüzhet Haşim Sinanoğlu’nun dışişleri görevlisi olarak Roma’da bulunduğu sırada, ağabeyi Samim Sinanoğlu ile birlikte Torquato Tasso Lisesi’ni bitirdi. Ardından Roma Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne girdi; ancak 1940’ta İtalya’nın II. Dünya Savaşı için hazırlıklara başlaması üzerine, Türkiye’ye döndü ve aynı yılın sonbaharında Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ni bitirdi. Bilindiği üzere Klasik Filoloji, Türkiye’de ilk olarak 1936 yılında Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde, Fransız Filolojisi’ne bağlı olarak kurulmuştu. Rohde, 1937’de Azra Erhat’ı yanına tercüman ve asistan olarak almış ve böylece Klasik Filoloji’nin temelleri atılmıştı. İşte Suat Sinanoğlu, bu enstitüye girmiş ve 1940’ta mezun olduktan sonra, ağabeyi gibi asistan olarak fakültede kalmıştı. Suat Sinanoğlu, Eski Yunanca’ya, Samim Sinanoğlu ise Latince’ye yönelmişti. Suat Sinanoğlu, 1985’te emekli oluncaya kadar burada hocalık yaptı. 1943’te “Bukolik Şiirin Kaynakları” adlı çalışmasıyla doktor ve 1946’da “Epigram Bukoliği ve Theokritos” adlı çalışmasıyla da doçent oldu. Bundan sonra Yunan Dili ve Edebiyatı üzerindeki araştırmalarını yoğunlaştırdı. Ülkemizde Eski Yunan Dili eğitim ve öğretiminin temellerini attı. Yaptığı çevirilerle Eski Yunan Edebiyatı’nın ülkemizde tanınmasına katkıda bulundu. Sinanoğlu’nun en önemli yapıtlarından birisi de, felsefî bir yaklaşım altında Atatürkçülüğü yorumladığı “Türk Humanizmi” (1980) adlı kitabıydı. Daha önce “L’Humanisme à venir” (1960) adıyla Fransızca olarak yayımladığı bu çalışmasında, Atatürkçülük’ün maddî ve manevî unsurlarıyla bütünsel bir Batılılaşma olduğunu ve böyle bir Batılılaşmanın ise sanılanın ve korkulanın tersine, toplumu taklit aşamasından tahkik aşamasına yükselteceğini savundu. Ona göre, ancak böyle bir yaklaşım hümanizm olarak adlandırılabilirdi. Sinanoğlu’na göre Atatürkçülük’ün böyle yorumlanmasından başka bir şey olmayan “Türk Hümanizmi”, tarihteki İtalyan Hümanizmi ile Alman Neo-Humanizmi’ne eklemlenecek ve Avrupa Uygarlığı’nın kaynağı olan “Klasik Düşünce”yi, hem Türkiye’ye ve hem de onun aracılığıyla Hıristiyan Avrupa’nın sınırlarının ötesine taşıyacaktı. UNESCO nezdinde Türk milli komisyonu başkanlığı görevinde de bulunmuş olan Prof. Dr. Suat Sinanoğlu,“Türk Hümanizmi” adıyla ülkemizde yeni bir hümanist yaklaşım geliştirdi. Türkiye Klasik Çağ Araştırmaları Kurumu’nu kurduğu, Klasik Filoloji eğitiminin gelişmesine katkıda bulunduğu ve hümanizm kavramının ve kültürünün tanıtılmasında ve yaygınlaştırılmasında önemli görevler yaptığı gerekçesiyle 2001 yılında TÜBA Hizmet Ödülü’ne lâyık bulundu. ARAŞTIRMA-İNCELEME-SÖZLÜK: Epigram Bukoliği ve Theokritos (1946), Kelimelerin Etymonu Esas Tutularak Tertiplenen Yunanca-Türkçe Sözlük (1953), L’Humanisme à venir (1960), Yunan Dili Grameri I (1975), Yunanca Uygulama Kitabı (Candan Türkan Şentuna ile, 1979), Türk Humanizmi (1980) ÇEVİRİ: Iphigeneia Tauris’te (Euripides’ten), Yunan Tarihi (Ksenophon’dan), Kriton (Platon’dan), Aias (Sophokles’den), Yunan Çoban Şiirleri (Theokritos’tan). KAYNAKÇA: Remzi Demir - Doğan Atılgan, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi ve Türkiye’de Beşerî Bilimlerin Yeniden İnşası - Elli Portre (2008), Önceki Başkanlarımız (unesco.org.tr, 7.7.2015), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2017). Gerçekedebiyat.com
(Türk Hümanizmi, Cumhuriyet kitapları, 1998)
SUAT SİNANOĞLU KİMDİR?
SUAT SİNANOĞLU'NUN ESERLERİ:
(Kaynak: biyografya.com)
YORUMLAR