Son Dakika



A. Azerbaycan'da eskiden beri kullanılan yerli lehçeye, X. ila XIII. asır İslam müellifleri, Mesudî'den Yakut-ı Hamevi’ye kadar Azeri adını verirler; ki bu lehçenin Farsça lehçelerinden olduğu muhakkaktır. Yalnız Yakubi, IX. asırda, Azeri tabirini, Azerbaycan'da yaşayan İranlı halkın adı olarak kullanılır. (Kitabü'l-Büldan, Leiden, s. 273). Mamafih sonraki müelliflerde kelimenin bu manada kullanıldığını görmüyoruz. Buna göre, Azeri kelimesinin iptida [ilkin] etnik bir tabirken, sonradan lisani bir ıstılah mahiyeti aldığı tahmin olunabilir.

B. Güney ve Kuzey Azerbaycan (Arran ve Şirvan) sahaları, XII. ila XV. asırlar esnasında tamamıyla Türkleştikten sonra, Azeri tabiriyle buralarda yaşayan Türklerin lehçesi ifade edilmek istenmiştir. XIX. asır İran ve Avrupa müelliflerinden bazıları, kelimenin eski mefhumunu bilmedikleri için Azeri tabirini sadece ”Azerbaycan’m eski Türk lehçesi" manasına aldılar. Nâsırüddin Şah Kaçar zamanında bir heyet tarafından telif edilen Name-i Dânişverân adlı eserde, eski metinlerden naklen, Hatib-i Tebrizî ile Ebülalâ Ma'arrî arasındaki bir hikâyede geçen Azeri kelimesi, şüphesiz yanlış olarak ”zebân-i türkân", yani ”Türkçe" diye tercüme edildiği gibi; İngiliz müsteşriki G. le Strange de aynı hatadan kurtulamayarak, Azeri'yi “Azerbaycan'ın eski Türk lehçesi" sanmıştır.

 İşte, belki de bir dereceye kadar, bu yanlışlığın neticesi olarak, müsteşrikler [doğubilimciler] arasında, İran Azerbaycanı ve Güney Kafkas sahalarında yaşayan Türklerin, hatta bütün İran Türklerinin lehçelerine Azeri adı verilmeye başlanmıştır. İlk defa Derbendli Mirza Kâzım Beg, Obşçaya Grummatika Turetsko-Tatarskago Yazıka adıyla 1839'da Kazan'da Rusça neşredilen eserinde(2) Azeri adını verdiği bu lehçeyi, ilk defa olarak Kuzey (yani Kafkasya'da söylenen) ve Güney (yani İran Azerbaycan'ında söylenen) olmak üzere ikiye ayırmıştır. Ondan sonra gelen birçok âlim ve müellif, mesela F. Giese, Karl Foy, H. Vambéry, Adolph Bergé, Adolph Dirr, W. Barthold ve Jirkov bu tabiri aynı manada kullandılar. 1917'de, Rus çarlığının inhilalinden [dağılmasından] sonra, Güney Kafkasya'da kurulan Türk cumhuriyetinin resmen Azerbaycan Cumhuriyeti adını alması, Azeri tabirinin buradaki Türkleri ve onların dillerini ifade için kullanılmasını intaç etmiştir [doğurmuştur].

Ancak mevzumuza girmeden evvel, şu ciheti bilhassa tasrih edelim [belirtelim] ki biz burada Azeri ıstılahım, adlarını saydığımız müelliflerden tamamıyla farklı bir manada kullanıyoruz. Bizim fikrimize göre bu ıstılah, yalnız bugünkü İran Azerbaycanı ve Güney Kafkasya Türklerinin konuştukları Türk dili şubesine veya şubelerine değil, daha geniş olarak umumiyetle İran, Kafkasya, hatta Doğu Anadolu ve Irak Türkleri arasında uzun asırlardan beri zengin bir edebiyat vücuda getiren "edebî lehçe"ye ıtlak okumak [genellemek] icap eder.

İleride yapılacak hususi tetkikler ve mukayeseler neticesinde, bütün bu geniş sahada birbirinden az veya çok farklarla ayrılan birçok şivenin ve ağızlarının mevcudiyeti elbette tespit olunacaktır. Lakin Türkçenin iki büyük edebî lehçesi olan Çağatay ve Osmanlı lehçelerinin yanında, Horasan'dan Anadolu’ya ve Kafkasya'dan Bağdat'a kadar geniş bir sahada XIV. asırdan beri hâkim olup, kuvvetli bir edebi inkişaf göstermiş olan üçüncü bir edebi lehçe daha vardır; ki işte biz Azeri ıstılahıyla bilhassa bunu kaydediyoruz.

Osmanlıca denilen Batı Oğuz edebî lehçesi ile çok yakın ve çok sıkı münasebetleri bulunan bu Azeri edebî lehçesi, hakikatte Doğu Oğuz edebî lehçesinden başka bir şey değildir. Aşağıda bu edebi lehçenin teşekkülündeki başlıca etnik ve tarihî âmiller [etkenler] izah edilirken, bu cihet daha iyi an laşılacaktır.

AZERİ - FARSÇA LEHÇESİ

Eski İslam müellifleri, Belazürî, Yakubi, İbn Havkal, Mesudî ve Mukaddesî, Azerbaycan'ın İranlı halkının hususi  bir lehçeleri olduğunu kaydederek buna Azeri adını verirler. Hatta Yakut, bu lehçeyi ora halkından başka kimsenin anlamadığımnı tasrih eder [belirtir]. J. Marquart'ın mütalaasına göre, Eşkâniyan devresinin edebî dili olan asıl Pehlevi dili, esas itibarıyla Azerbaycan lisanından başka bir şey değildir.(3) İbn Mukaffâ, Hamza-i İsfahanî ve Harizmî gibi müelliflerin Azerbaycan halkının dilini Pevlevî diye adlandırmaları da Marquart'ın bu mütalaasını teyit etmektedir.

Azerbaycan'daki yerli konuşma dilinin, yani Azeri lehçesinin İran'daki diğer lehçelerden, bilhassa Yeni Farsça dediğimiz umumi edebî dilden çok farklı olduğunu gösteren muhtelif şahadetlere maliğiz: Hakîm Nâsır-ı Husrev 438’de (1046-47) Tebriz'de meşhur şair Katrân ile görüştüğünü anlatırken, onun iyi Farsça bilmediğini, hatta Mancîk ve Dakih gibi bazı şairlerin divânlarında anlayamadığı yerleri kendisine sorup öğrendiğini kaydeder.(4)

 Hayatımı büyük bir kısmım Azerbaycan'da geçiren ve konuşma dili olarak Azeri lehçesini kullanan Katrân hakkındaki bu ifadeyi, bu lehçenin edebî Farsçadan çok farklı olmasıyla izah etmek lazım geliyor; yoksa Katrân'm bize kadar gelen birçok manzumesi, onun edebî Farsçayı büyük bir kudretle kullandığını açıkça göstermektedir. Yine bu devir adamlarından Hatib-i Tebrizî lakabıyla mâmf [bilinen] Ebü Zekeriya Yahya bin Ali'ye ait bir hikâyede. Tebriz halkının konuşma dilini Azeri diye sıfatlandırıyor.(5)

 Azerbaycan sahasına, daha Selçuklu İmparatorluğu'nun kuruluşundan evvel, birtakım Türk zümrelerinin geldiğini biliyoruz; lakin doğudan gelen mahdut [sınırlı] ve geçici muhaceret dalgalarından ziyade, kuzeyden vaki olan muhaceretler daha devamlı ve etnik bakımdan daha ehemmiyetliydi. Mamafih, bütün İran dahilinde olduğu gibi, Azerbaycan'da da Türk unsurunun ehemmiyet ve kesafet [yoğunluk] kazanması, Selçuklu İmparatorluğu devrinde oldu ve bu vaziyet Azeri lehçesinin sahasını daralttı. Fakat buna rağmen, XIII. asır başlarında Azerbaycan’da Azeri lehçesinin hâlâ yaşadığı, Yakut'un ifadesinden anlaşılıyor.

Moğol istilası ve İlhanlıların hâkimiyeti, bütün İran'da olduğu gibi, Azerbaycan’daki yerli Iran unsurunu da büyük nispette azalttı ve bunların bıraktıkları boşluk, yeni Türk muhaceretleri sayesinde dolduruldu. Azerbaycan’ın İlhanlı hükümdarları tarafından siyasi ve idari merkez ittihaz edilmesi [kabullenilmesi], muhtelif askerî kıtalarının münasip yerlerde yerleştirilmesi, Türk ve Moğol unsurunun bu sahada süratle kesafet kazanmasında çok mühim âmil [etken] olmuştur. XIV. asır başlarında göçebe veya yarı göçebe Türklerden başka, köylerde, küçük kasabalarda ve büyük şehirlerde de Türk unsuru kuvvetli bir ekseriyet kazanmış, XV. asırdaysa birtakım tarihî ve etnik âmillerin tesirier Azerbaycan artık tamamıyla Türkleşmişti.

Azerbaycan'ın etnik hüviyetindeki bu derin değişiklik. XV. asırdan sonra, Azeri dediğimiz eski yerli lehçenin ortadan kalkmasını intaç etti [doğurdu]. İlhanlıların son devirlerinde Meraga, Zencan gibi şehirlerde Pehlevi  lehçesinin konuşulduğunu kaydeden Hamdullah Mustavfi bu tabirle şüphesiz, yerli konuşma dili olan Azericeyi kastetmiştir ki bu lehçeye ait olarak, bize kadar intikal edebilmiş mahdut örnekler de bilhassa bu devirden kalmıştır. Safevilerin ceddi meşhur sufi Şeyh Safiüddin Erdebili (650-735; 1252-1334) hakkında, onun oğlu Şeyh Sadrüddin'in müritlerinden İbn Bazzâz tarafından yazılmış olan Safvetü's-Safâ adlı mühim eserdeki birkaç mensur cümle ile şeyhin söylediği rivayet edilen üç manzum parça ve bir de Şeyh Hüseyin Geylanî'nin Silsiletü’n-Neseb-t Safeviye adlı eserinde yine Safiüddin’e nispet edilen on bir manzume, o devirdeki Erdebil lehçesinin mahsulü olarak telakki edilebilir. İran'ın mahalli lehçeleri ile söylenen ve Pehlevi  adı verilen dörtlüklerden farksız olan bu manzumelere İbn Bazzâz da Pehlevi adını vermektedir.(6)

İçinde çahmak, çakmak gibi Türkçe bir kelimeye de rastladığımız bu manzumelere iptida [ilk olarak] Seyyid Ahmed Kisrevi ilim âleminin dikkatini çekmiş ve bunların Azeri lehçesinin mahdut örnekleri olması bakımından ehemmiyetini göstermiştir. İran'ın meşhur şair ve sui'ilerinden Tebrizli Şah Kasımü'l-Envâr'ın Divân'ında da Azeri lehçesiyle yazılmış bazı nadir örnekler mevcutsa bile bunlar şimdiye kadar hiç kimsenin gözüne çarpmamış ve henüz hiçbir tetkike mazhar olmamıştır. (7)


Notlar

(1) Nuzhat al-kulüb, İngilizce tercümesi, GMS, 1919, XXIII, 2. s. 87.

(2) “Almanca tercümesi J. Th. Zenker, Allgemeine Grammatik der Türkisch-Tatarı'schen Sprache, Leipzig, 1848.

(3) "Erânşahr nach der Geopraphie des Pa. Moses Xoremac'i",  Abhandlungen der Gesellschaft der Wissenschaften m Gottingen. Berlin. 1901, s. 123.

(4) Nâsır-ı Husrev, Sefemame, neşreden Ch. Schefer, Paris. 1881, s. 6: neşreden Ganîzade, Berlin, 1341, s. 8.

(5)  Ansâb-i sam’ânî, GMS, s. 1 10 b; Mu’cam al-udabâ, I, 173.

NOT: Değerli bilim insanımızın makalelerine "Azeri-Türk lehçesi İran ve Kuzey Azerbaycan'da Türkçe" makalesini yayınlayarak devam edeceğiz. (GE)

Mehmet Fuat Köprülü
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)