Son Dakika



Bon pour l’Orient bir zamanlar okumuşlar arasında çok yaygın bir deyimdi. “Doğu ülkeleri için iyi” ya da “Doğu ülkelerine göre iyi” anlamına gelirdi.

Doğu ülkelerinden öğrenim için Fransa’ya gelip de Fransız öğrencilerin düzeyine erişememiş, ama gene de bir şeyler öğrenmiş öğrencilere verilen diplomalar ve bu diplomaları almış kişiler için kullanılırdı: bizim işimize yaramaz, ama İran’da, Irak’ta, Türkiye’de işe yarar anlamını içerirdi.

Sonra, altmışlı yılların ortalarında, Cevat Çapan çevremizdeki kimi kişiler için deyimin karşıtını yarattı: Bon pour l’Occident:  Batı’ya göre ya da Batı için iyi.

Bol bol fransızca ya da ingilizce sözcükler kullanarak, Fransızlar ya da İngilizler gibi davranmaya özen gösteren kişiler için cuk oturduğundan, deyim hemen tutunuverdi.

Ama buluşunun şu yirmi birinci yüzyılda ne denli bir geçerlik kazanacağını Cevat Çapan bile tasarlayamazdı belki.

Öyle ya, şimdi çevremiz bon pour l’Occident kişilerle dolu, romancısı var, ozanı var, eleştirmeni var, köşemeni var, tarihçisi var, politikacısı var, iletişimcisi var, profesörü var, doçenti var, var oğlu var.

İşin en ilginç yanı da Cevat Çapan’ın bon pour l’Occident diye nitelediği kişilerin türdeşleri bugün Batılı’nın bon pour l’Orient dediklerinin tek yumurta ikizleri olup çıktı.

BATI KENDİ ÜSTÜNLÜĞÜNE İNANMIŞTIR

Nedenini anlamak güç değil: Batı, yani Avrupa ve Amerika, kendi üstünlüğüne inanmıştır, Asyalı’yı, Afrikalı’yı küçümser, onun da herhangi bir konuda kendi düzeyinde olabileceğini, kendi yaptıklarını onun da yapabileceğini düşünmek bile istemez.

Böylece, şu sınırsız iletişim çağında bile, örneğin Türk yapımı bir müzik aletiyle ilgilenecekse, olsa olsa darbukamızla ilgilenir, keman ya da viyolenselimizle ilgilenmez hiçbir zaman, keman ve viyolonselin iyisi yalnız kendi topraklarında üretilir, yalnız kendi topraklarında üretilecektir.

Ayrıca, Türk malı olarak darbuka çok kolay pazarlanır: exotique’tir, oriental’dir, göbeksel ve davulsaldır, hem de incecikten Kızılderililer’i ve Zenciler’i anımsatır; bir Türk yapımcının elinden çıkmış bir viyolonselse, terimlerde bir çelişkidir.

Benim alçak gönüllü kanıma göre, şu son haftalarda Avrupa’nın, bunun sonucu olarak da Türkiye’nin gündeminden düşmeyen Orhan Pamuk’un durumu da bu!

Batılı için Allah’ına kadar exotique ve oriental’dir adam, üstelik, “şapkadan tavşan çıkarır gibi” Batılı numaralı çeker, Eco’dan oluntu ve izlekler alır, Dante’den, Yourcenar’dan kitap adları.

İmgeleri “aklının sinemasına başka bir bobin taktı”, “aklın sessiz sineması”,aklımızın beyaz perdesi”, “hafızanın bahçesi” gibi örneklerin de ortaya koyduğu gibi sıradanlıklarıyla göz kamaştırır.

Yanlış kullanımlarıyla üstgerçekçiliğin doruklarına çıkarak pencerelere “kulp” takar, adamların başlarını incecik söğüt dalları gibi “büküverir”, tek bir eli, hangi yüksekliklerden ve hangi mucizeyle, bilinmez, aynı anda iki omuza birden “sarkıtır”, atlı tramvaya bindirdiği adamı vapurdan indirir, kimi kahramanlarının azı dişleri öylesine uzundur ki ağızları kapanmaz, kimi de canını kurtarmak için “ağacın köküne kendini siper eder”, sonra tutar, kişilerin gözlerini “sonsuz bir noktaya” diktiklerini kesinleyerek Euclides’i beş bin yıllık tahtından indiriverir.

Oluntuları da özgün mü özgündür: adamın karısı evden kaçmıştır, ilk işi gidip arşivlerde aramak olur. Düşünürlüğü romancılığından da gerçeküstüdür: adam bunca yıldır ortadadır, Atatürk de içinde olmak üzere, bunca kişiyi, bunca ulusal değeri alaya alır, bunca tarihsel olayı tersinden yorumlar, ama “Şu sizin büyük ustanın herhangi bir düşünceyi tutarlı bir biçimde ve sonuna dek geliştirdiği bir denemesi var mı acaba?” diye sorsanız, en coşkulu hayranları bile  som bir sessizlikle yanıtlar sizi.

Buna karşılık, çok sıkı bir eleştirmendir, Amerika’ya gider, Türkiye’yi ve Türk toplumunu yerin dibine geçirir, Avrupa’ya gider, “Bir milyon Ermeni, otuz bin Kürt kestik!” deyiverir. Avrupalı hazdan dört köşedir, yüzde yüz bon pour l’Occident bir bon pour l’Orient bulmuştur, “Benim referansım Orhan Pamuk’tur”, der; Ferit Edgü diyecek değil ya!

Hiç kuşkusuz, başka sonuçları da olur bunun: hazretin bizim yazın  eleştirmenlerimizin dudak büktükleri Kar’ının dil yanlışlarından arındırılmış çevirisini İsviçre’de, Almanya’da, İsveç’te, darbukasever gazeteciler göklere çıkarırlar, darbukasever kurumlar da ödüllerle taçlandırır.

Bu durumda, bizim bon pour l’Occident ya da bon pour l’Orient köşemenlerimiz Batı’nın gerçek düşünürlerinin, gerçek yazın adamlarının bu tür etkinliklerin dışında kaldıklarını, bir Michel Tournier’nin ya da bir Pascal Quignard’ın işi gücü bırakıp da Orhan Pamuk’un Kar’ı ya da demeciyle ilgilenmeyeceğini uslarına getirmez, onun herhangi bir demecini ya da yapıtını eleştirmeye kalktınız mı hükümeti ve parlamentosu, gazeteleri ve televizyonlarıyla, ressamları, heykeltıraşları, lokantacıları ve uzun yol sürücüleriyle tüm Batı’nın size karşı ayaklanacağını sanırlar.

Bu kadarla kalsa, gene iyi! Ama kalmaz, Orhan Pamuk Amerika Birleşik Devletleri’nde ya da İsviçre’de Türkiye’yi ve Türkler’i aşağıladığı zaman bireysel düşüncesini dile getirmiş, kutsal düşünce özgürlüğünü kullanmış olur; ancak Türkiye’de bir Türk yazarı onun bu tutumunu, bu sözlerini eleştirdiği zaman, bunu tüm Türk ulusu adına yapmış, daha da kötüsü, bu günahı onun kişiliğinde tüm Türk halkı işlemiş sayılır, hele Türkiye’nin herhangi bir kentinde herhangi bir savcı, haklı ya da haksız olarak, Pamuk’un herhangi bir demecine ilişkin bir soruşturma açtı mı bu edim tüm Türkiye Cumhuriyeti’nin ve tüm Türk halkının düşünce özgürlüğüne karşı korkunç bir saldırısı, ilkellik, zorbalık, salaklık, Avrupa Birliği’ne katılım görüşmelerine başladığımız şu günlerde bizi Avrupa karşısında küçük düşüren ve demokrasi savlarımızı daha baştan geçersiz kılan bir korkunç saldırı oluverir.

Sanki adamlar Türkiye’yi ve Türkler’i yerden yere vurmak için Şişli’de bir savcının bon pour l’Occident romancı hakkında soruşturma açmasını beklemişlerdir, sanki kendileri yasalara ve yasallığa çok saygılıdır, sanki “Türkler 1915’te Ermeni soykırımı yapmamıştır” diyecek kişiler için ağır cezalar öngören yasalar çıkararak Montesquieu’nün kemiklerini sızlatmamışlardır.

İşte, Cumhuriyet’te bir köşemen, gerçek bir yurtsever olarak, bir savcının  Orhan Pamuk hakkında soruşturma açması karşısında, kederinden bir Yeşilçam Shakespeare’i olup çıkmış, “Ne yazık ki çok tehlikeli bir kâbusa doğru yola çıktık”, diyor, “Biz bu olayla tam bir intihara koşuyoruz”, diyor, “Bu davanın dünya medyasının takibi altında sürdürülmesi, Türkiye Cumhuriyeti açısından, 1923’ten bugüne kadar yaşanmış en büyük medyatik felaketlerden biri olacak”, diyor, “Bizim kendi bağırsaklarımıza soktuğumuz bu hançerle, bu güç üç-beş misli artacak, kan, atardamar kesilmişçesine fışkıracak”, diyor.

Sanki Habur sınır kapısından Amerikan ve İngiliz, Kapıkule’den Fransız, Alman ve Avusturya birlikleri Türkiye’ye girmek üzere, İsviçre de bunca yıllık yansızlığından vazgeçerek “Ben böyle bir Türkiye’ye girerim, arkadaş!” diyor, sanki başkent bunalım içinde tepesine bombaların yağacağı dakikayı beklemekte!

Gene de hakkını yemeyelim, bu arkadaş hiç değilse aydınlarımıza, tarihçilerimize büyük romancıya “hak ettiği” yanıtları verme, “cahil cesareti”ni “suratına vurma” hakkını tanımakta. Hürriyet’in bir cici bayan köşemeniyse, kesinlikle susup oturmamızı istiyor bizden, “O, Atatürk’le birlikte, Avrupa’da en çok tanınan yurttaşımız, üstelik coşkulu bir sanatçı, dilediği gibi çalar darbukasını, sizlere de dizlerinizi kırıp oturmak ve susmak düşer, yoksa Batılı efendilerimiz canınıza okur!” demeye getiriyor.

Nedir bu Batı korkusu? Nedir bu aşağılık duygusu? Ekmeğimizi onlar mı veriyor?

Tahsin Yücel
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)