Son Dakika



Ant, esas itibariyle, örgüt bütünlüğünü sürdürmek ve genişletmek üzere hayat tarzının bağrında gelişmiş bir örgütsel davranıştır.

Asıl ve özgün biçimiyle «ant», tam bir kandaşlık törenidir: «En eski devirlere ’ant’ kelimesi bir yabancı ile kardeşleşme ve dostlaşmayı teyid için yapılan töreni ifade etmiştir; bugünkü anladığımız mefhumu ifadeye yarayan bir terim olarak kullanılması, çok sonraki devirlere aittir. Gerek tarih kayıtlarından ve gerek folklor materyallerinden pek açık olarak anlaşılmaktadır ki, eski devirlerde ’suçlu' ile 'suçsuz’u, ’gerçek’ ile 'yalan'ı ayırdetmek için ’tanrı yargısı’na müracaat edilirken ant içmemişler, fakat ’karganmışlar’ yani kendi kendilerinin, evlatlarının, soyunun sopunun üzerine tanrının lanetini (kargışını) çağırmışlardır. (57)

«Ant» kelimesinin karşıladığı asıl kavram, belirtildiği üzere kandaş kardeşlik törenidir. İki “yabancı” kardeşleşmeye ve dost olmaya karar verirlerse, kendi kandaşlarının önünde, kollarını keserek bir kaba (ant ayağı'na) kanlarını akıtırlar. Aralarına kılıç, ok veya başka bir silah koyarak bu kaptaki kana kımız, süt ya da şarap karıştırarak beraberce içerlerdi. Silah, at ya da kız kardeşlerini değiştirirler, «antlı  adaş» olurlardı. (58)

«Ant töreni» hakkında ilk bilgiyi Herodotos vermektedir. İskitler ant ederlerken kendilerini hafifçe yaralarlar, kanlarını bir kaba damlattıktan sonra silahlarını o kana batırırlar ve her iki tarafın ant formüllerini tekrarlayarak o kaptan içerlerdi. MS II. yüzyılda yaşamış Samosatlı Lukain, İskit Toksarid’i (Toxsaris) şöyle konuşturuyor: “(İskitlerde) dost olarak biri seçildiği zaman, beraber yaşamaya, gerekirse biri başkası için ölmeğe büyük ant yapılır. Gerçekten de biz böyle yaparız; parmaklarımızı keserek kanımızı bir kaba akıttıktan sonra, kılıçlarımızın ucunu bu kana batırarak bu kaptan içeriz. Sonra sizi hiçbirşey ayıramaz.” (59)

Asya’daki kandaş topluluklar içerisinde İskitlerin, Hunları ve Türkleri etkilemeleri her alanda gözükmektedir. Nitekim, İskitlerin “anda” törenlerinde görülen kan karıştırma unsuru, Türk boylarında Tarih boyunca devam etmiştir; hattâ Osmanlılar devrine ait edebiyatta «kan yalaşma» motifine rastlanılmaktadır

ümit hassan

Osmanlılarda, II. Beyazıt dönemi şairlerinden Mesihî'nin bir mersiyesinde aynı motifi görüyoruz: (60)

Subhudem bir acep uğraş oldu
Her taraf lagze-i sabaş oldu
Dil paşa ile peykân-ı adu
Kan yalaştı ve kardaş oldu

Birinci Selim dönemi şairlerinden Ahî ise şöyle söylüyor:

Okların can almağa tirinle yoldaş oldular
Sinelerde kan yalaştılar karındaş oldular

Özellikle göçebeliklerin kabileler-arası ittifak ilişkilerinin kalıntılarında izlenebilen ve temelinde, “akrabalık” ile “akraba imişcesine birlik” arasındaki farkı kaldıran ant sayesinde görülür ki, “Esas olan, birlikle hareket etmenin iklim koşullarının, potansiyelinin varolması ve bunun da kendisini sürekli olarak eylem biçiminde göstermesidir. Asabiyetin çeşitleri olan doğrudan kandaşlık ile sonradan kandaşlık (kandaşlık varmış gibi hareket etmek) arasında uygulamada bir fark yoktur. ‘Andlaşma’ ile kurulan 'mükteseb' bağ, neseb asabiyyeti gibidir. İnsanlar sonradan kazandıkları kolektif aksiyon gücü sayesinde de akrabalar gibi hareket ederler... Dolayısıyla, asabiyyet bir kez varolduktan sonra farklı köklerden kaynaklanmış olması, kollektif aksiyon gücünün niteliğini değiştirmez.” (62)

Ant töreniyle gerçekleştirilen yeni kandaşlıklar yaratılması olayı, sonradan “kargış” formülleriyle desteklenmiş olmalıdır ki, zamanla kargış ile ant birbirlerine karışmış ve hattâ kargış yerine ant denilmeye başlanmıştır.

Babahanlığın eylemsel yönetim egemenliğiyle birlikte, kabile örgütleri arasındaki antlaşmalar, boyların başbuğları arasında fakat kabilelerin katılmasıyla yapılırdı. Böylece tarafların kanlan ve silahları birleşmiş olurdu. Kişiler arasındaki «antlı adaş»lıkla da, “göğüslerdeki canlar, ağızlardaki diller, gemlerdeki atlar, bohçalardaki giyimler”, “bir (yani ortak) olan”(63) kişiler oluşturulurdu.

«Ant» kelimesi bütün Türklerde ortaktır. Özellikle ayrı bir Türkçe halkası meydana getiren Yakut ve Çuvaşlarda da -birçok temel kandaşlık teriminde olduğu gibi yine ant kelimesi geçerlidir. Yakutçada ant, “andıgar”dır; Çuvaşçada da “andiçmek» karşılığı “antah“ kullanılır.

Yazılı tarihin «ant» hakkında verdiği bilgiler de nisbeten eskidir (M Ö I. yüzyıl). Hun hakanı Huhanye ile Çin elçileri anasındaki anlaşma münasebetiyle Çin vakanüvisleri, Hun adetleri çerçevesinde gerçekleştirilen “andiçme” törenini yansıtmaktadırlar. (65)

VI. yüzyıla ait Avarlar hakanına isnad edilen bir ant töreni de, Bizans tarihçisi Menander tarafından kaydedilmiştir. (66)  Avar hakanı Bayan’ın yemininde, «ant» ile “kargış” motifleri içiçe geçmiştir. Ancak, asıl, bir kargış olarak yemin edildiği anlaşılmaktadır. Bayan, “...(sözümü tutmazsam) dağlar ve ormanlar başımıza yıkılsın” demektedir. Bu iki gelenek «ilk» biçimlenmelerinden sonra tekrar kaynaşmışlar, yer yer kaynaşmadan da bağımsızca sürmüşler; kökende ise, en eski dönemlerde her ikisi de aynı kandaş hayat tarzından doğmuşlardır. Bu bakımdan, İnan'ın “en eski dönemlerdeki ant içme’nin gerçek ant, yani kardeşleşme olduğu”, öte yandan sonradan ant adı verilen fakat aslında ant olmayıp “kargış sayılması gerektiği”ni belirttiği iki olaydan birincisini, “en eski dönemlerde ant” diye tanımlaması yerindedir. “Ant içme” (kanları karıştırarak içme ve kardeşleşme), “sözümde durmazsam bana (bize) lânet olsun” töreninden eski görünür. Tarihî gelişim açısından karganmışlığın da eski olduğu bellidir.” (67) İlk biçimlenişiyle kargış, basit bir “sözünde durma vaadi” olarak düşünülmemelidir. İlk kargış, bütünsel kutsallığın gereğini yerine getirme hâli olarak kabul edilebilir. Ancak katmanlılıkla birlikte, doğru söylememe hâlinin çoğalmasına paralel olarak, «yemin» formunu kazanmaya başlamış olabilir. Her iki töre’nin ve tören'in (“töre”:kural; “tören”:yeni türkçede türetilmiş olarak törenin uygulanış biçimi), gerek ant’ın gerekse ant-kargış'ın (68), temelde sözünde durmak amacına yönelmiş oldukları görülmektedir. Sözünde durmak, her iki halde de, kişi tercihiyle ilişkili değildir; bir hayat tarzının geliştirilmesi ve ona güç kazandırmak gayesiyle ortaya çıkar. Kabileler ve federasyonlar açısından, yapılan ittifaklarda da, yine, inanç sistemi ile örgütsellik ilişkisinden doğan dinamizmin, yönetim için, giderek siyasallaşma için kullanılması sözkonusu olur.” (69)

NOTLAR

(56)“Alamet" (çoğul: alâmât) kelimesini en geniş anlamıyla, bütün işaret, nişan, iz anlamlarını kapsayacak biçimde kullanıyoruz. Özellikle alem (çoğul : a’lâm) demiyoruz. İkelime “bayrak, sancak, işaret vb." gibi gelişkin unsurları karşıladığı için, biz daha genel anlam ve yüklenime sahip olan alâmet'i tercih ettik ve gerektiğinde “alâmetler" olarak çoğullaştırdık. (Bu arada dikkate değer bir hususu kaydetmeliyiz. “Alem a'lâm" kelimesi de Arapçadaki ilk oluşumu itibariyle ve kökenindeki yüklenimler bakımından pekâlâ kullanılabilirdi. Zira, bu kelimenin karşıladığı, “(özel) isim, kabile başkanı. yüksek dağ  işaret (sınır işareti), bayrak sancak vb.” kavramların iç bütünlüğü ve zaman içerisindeki oluşumu düşünüldüğünde, kelimenin Arap kandaşlığının değişim serüvenini yansıttığı anlaşılır.)

(57) A. İnan. “Eski Türklerde Floklor ve “Ant", DTCFD. VI, s. 285. (Altını biz çizdik.) İnan. 'kargış'ın İslâm öncesi Arap yeminlerinden biri olduğunu belirtmektedir. Araplar buna 'mübahale' ya da “ibtihâl' derlerdi. (Kur'an-ı Kerîm'de zikredilir; bkz: Al-i İmran suresi 59. Ayet. Yine İnan’dan (aynı yerde), “İsIavIarda yemin mânasını ifade eden ‘klyatva' kelimesinin de aslında 'kargış’” olduğunu öğrenmekteyiz. Yazar ilâve ediyor: “Bu inanma Araplarda ve Türklerde olduğu gibi muayyen bir kültür merhalesinde başka kavimlerde de olmuştur."

(58) İnan, aynı, ss. 285-286; Bkz: İnan, “Adaş ve Sağdış Kelimelerinin En Eski Anlamları”, TDB, III, 1-,3 ss. 41-45.

(59) İnan, aynı, s. 286: V.V. Latışev, İzvestiya drevnip aytorov o Kavkaza i o Yujnov Rossii (Zapiski imp. R. Arh. Ob. VII), s. 552.

(60) İnan,aynı, s. 286.

(61) Ahî için bkz: İnan. S. 286 not 30: Necip Asım, Türk Tarihi, İstanbul (1316), ss. 60-61

(62) Ümit Hassan, İbn Haldun' un Metodu ve Siyaset Teorisi ss. 201 - 202 Henry Maine'nin “akraba imişçesine” davranmayı yorumlayışı konusunda. bkz: Lucy Maw. Primitive Government. s. 12

(63) İnan, aynı. s 286.

(64) Aynı s. 279; Pekarski. Yakut Sözlüğü s. 107; tercüme s. 21 ve Aşmarın, Çuvaş Dil SözIüğü, IV, s. 52.

(65) İnan, aynı s. 279.

(66) Hüseyin Namık Orkun’un (Türk Hukuku Tarihi, 1. Kısım, Adliye Vekilliği Neşri, Ankara 1935, s. 23) notu için. bkz: İnan, aynı, s. 280 not 3.

(67) Etnografyacıların "ayı andı” adını verdikleri ant motifleri itibariyle eski devirlere uzanır. Ancak, tabiatıyla, ayı’nın kutsallığı (“Kayra-khan" oluşu) çerçevesinde gerçekleştirilen bu ant’ta “ayı" faktörü, bu hayvanın ceddi âlâ kabul edildiği dönemleri gösterir; en eski totem dönemini değil. “Ayı andı", Altay, Yakut ve Salcak boylarında tesbit edilmiştir. Ant içecek Altaylı, ayı derisi üzerine oturmuş burun deliklerini öper. Altaylılar ayınım canilere ceza vereceğine inanırlar. ( İnan, aynı, s. 281)

(68) Ant-kargış şeklinde terimleştirdiğimiz yemin anlamındaki ant olayına unsurları itibarıyle baktığımızda, kandaş örgütün bütün gelişimini kademelenmiş bir biçimde izleyebiliyoruz. Antla ilişkili bir ana motif, demir’dir. Eski Türk gelenek ve göreneklerini iyi bilen Mahmud Kaşgarî, temür (demir) kelimesini açıklarken, “gök girsin kızıl çıksın” sözünü nakleder. (İnan, aynı, 280-281 : Divan-ü Lügat-it Türk, I, 5. 302; Besim Atalay tercümesi. s. 362.) Türk kabileleri ve kabileler topluluklarının andiçmeleri ya da ahidleşmeleri sırasında söylenen bu söz, “sözümde durmazsam demir benden öcünü alsın' anlamındadır ve andiçerken önlerine konulan kılıç üzerine söylenir. XIV. yüzyıl bilginlerinden Ebu Hayyam’ın naklettikleri (Ahmet Caferoğlu’nun neşri metin için bkz: İnan. aynı, s. 281 not 7) de Türklerin yemin ederken söylediklerini içerir. XVI. yüzyıldaki Kırgız-Kazaklarına Kalmuk-Torgavutiar yasındaki bir barış antlaşmasında kara başlı koç kurban edilip eller kana bastırılır. (İnan. aynı. s. 281 not 8: Kurban Ali Halidi, Tovarih-i Hamse-i Şarkî, Kazan 1911. s. 256.) Demircinin körüğü üzerine andiçme âdeti de tesbit edilmiştir. En çok silahlar (genellikle demirden mâmul silâhlar) üzerine and içilir. Andiçmek için dağlara tırmanılmasına da rastlanır. Yakutların ant törenlerinde de silâh üzerine ant yaygındır. Dikkat çeken nokta Yakut antlarında, kandaşların hemen bütün motiflerine rastlanmasıdır. Yakutların bit ant formülünde ateş motifi yanısıra ayı ya da aygır kafası motifi de yer alır. Genç şaman adayları da yaşlı şamanların yönetiminde andiçerler.

(69) Bu, bütün kandaş topluluklar için geçerlidir. Meselâ Macarlar da, “Yedi Macar” yani yedi kabilenin başkanları, başbuğu seçerler ve sadakat andı içerlerdi. And içme, kanlarını bir çanakta karıştırma yoluyla gerçekleştirilirdi. Kan içme, kabileler arası barışı ve dışa karşı ortak savunmayı da simgeliyordu. Göktürklerden sonra Hazar Hakanlığı IX. yüzyıl ortasında yıkıldığı zaman, yörede hemen hemen “egemen” olan “Macar“ “ulus‘unun başına, ulusun en kahraman kabilesi olan Macar kabilesi geçer ve bütün ulusa kendi adını verir. (F. Eckhart, Macaristan Tarihi, çev. : İ. Kafesoğlu, İ.T.K. Yay., Ankara 1949, ss. 8-9, 6.) Rasonyi’nin, “... teşkilâtları itibariyle Türk karakter“ olan Macarlar" ("Sekeller ve Adlarının Menşei”, TK, X, 113 (1972), s. 290) sözünü, daha da genelleştirerek, “kandaş karakterli” okuyabiliriz. Aslında Macarların, zamanla tam bir feodalizme dönüşecek yapıları düşünüldüğünde, siyaset öncesinden siyaset’e gidişlerinin ön şartlarının incelenmesi de önemli sayılmalıdır. “Sekele” adı ve totemik kalınma için, bkz: Aynı, ss. 292-293. Kandaş toplulukların girdikleri dinlerin en haraketli müdafi, ve bu arada “Macarların Hristiyanlığa kalkan olmaları” konusunda, bkz: Şerafettin Turan, "Türk ve Millî Oluş”, TK, 6 (1963), s. 10.” Öte yandan Dokuz Oğuzlar arasında ayrı bir Uygur oymağının bulunduğu yönündeki yorum ve belirti bir oymağın adını bir kabile ya da daha büyük bir “hegemonya”ya vermesi hâlinde, o boyun adını verdiği örgüt ile aynı hiyerarşi “rütbe"sinde bulunmayabileceği hakkında, bkz: B. Ogel, “Şine Usu Yazıtının Tarihî Önemi: Kutluk Bilge. Külkagan ve Moyunçur”. TTKB. XV (1951), ss. 377-378.

Prof. Dr. Ümit Hassan
(Eski Türk Toplumu Üzerine İncelemeler, Alan Yayınları İst. 2000. 132-136)

umit hassan
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)