Cihan Oğuz ile "Çoğul otopsi ve muzır estetik..."
GÖRÜŞME: OSMAN ÇUTSAY
Geçen yıl Yazılı Kağıt yayınlarında çıkan Ah Biz Şairler kitabında Türk edebiyat dünyası hakkında “kavgada söylenmeyecek” sözler edip saptamalarda bulunan ve belki de bu nedenle “pek üzerine gidilmeyen” Cihan Oğuz, kısa bir süre önce yeni şiirlerini içeren Mehteran Bölüğüyle Enternasyonal kitabını yayımladı. Türk edebiyatını yer yer “hazîre” (etrafı çitle veya duvarla çevrili, girilmesi yasak mezar) gibi görüp irdeleyen Oğuz’un, sadece eleştirel yazılarıyla değil, şiirine sindirdiği “argo” ile de birçok tabuyu geçersiz kılma çabası içinde olduğu gözleniyor. Cihan Oğuz, sorularımızı yanıtladı.
- Yeni yüzyılın ilk çeyreğinin ortasındayız ve siz bir “şiir ve şair okuma kılavuzu” kaleme alma ihtiyacı duydunuz. Öyle anlaşılıyor. İyi bildiğiniz İsmet Özel’in Şiir Okuma Kılavuzu’na bir yanıt veya “nazire“ mi bu çalışmanız?
CİHAN OĞUZ - Ah Biz Şairler, elbette bir “şiir ve şair okuma kılavuzu”. Ama İsmet Özel’e bir nazire olup olmadığını doğrusu hiç düşünmedim. En azından amacım o değildi. Benim bu tür yazılarımda genel bir “humour”, şuarayı ti’ye alma var. Şairin aslında tapılacak bir “peygamber” olmadığını, zaaflarıyla önümüzde durduğunu edebiyat tarihine hiç değilse bir not olarak düşme kaygısı da diyebiliriz. “Nazire” değil ama yazılarda bir “hazire” var: Şuaranın, yani “şairler meclisi”nin çoğul otopsisi.
Denilebilir ki, “Sana mı düştü bunu yazmak?” Elbette bana düştü. Çünkü -övünmek gibi olmasın- ben mevcut, geçmiş ve gelecek edebiyat dünyasının cismen içinde, ama ruhen dışında bir şairim. Bunu söylemekte bir beis görmüyorum; çünkü kendimle ilgili bu itiraflarım veya belirlemelerim bir “övünme” vesilesi değil, edebiyat dünyamızın ideolojik çıkmazına bakılırsa tam da bir “enayilik” yaftasıdır. Ama ben bu durumdan acayip hoşnutum. Herkesin ödül ve imza günü peşinde koştuğu bir ortamda, tüm verili kurumsal seremonilere sırt çevirmek, hatta onlarla -affedersiniz- taşak geçmek, en azından kendime verdiğim söze sadık kalmam açısından bir bahane.
-Kitabınızdaki bir “bataklık dökümü“ aslında. Elbette nilüferlere ve bazı rengarenk bataklık kuşlarının varlığına da değinmiyor değilsiniz ve bu bataklığın bir parçası olmanız nedeniyle epey hoşgörülü bir üslup kullandığınızı da ileri sürebiliriz. Seviyorsunuz bu bataklığı... Kitabınızdan o sonucu çıkardık. Peki, Türk edebiyatı bütün o vasat ve korkak şairleri, okurları ve eleştirmenleriyle şu anda nerede ve nereye gidiyor?
CİHAN OĞUZ - İyi de, “Bu bataklığı seviyorsunuz” lafının toplumsal hayattaki karşılığı da eşdeğer bir ortam içermiyor mu? Yani o zaman, sokağa çıkıp veya Meclis’e girip siyaset yapmak isteyene ne diyeceksiniz? “Ortalık sahtekârdan geçilmiyor, otur oturduğun yere!” mi? Edebiyat dünyasının bizatihi kendisi doğal bir bataklık alanı değil ki. Onu bataklığa çeviren, biz yazar ve şairleriz. Tabii bunlara, yayıncı, eleştirmen ve o yapıdaki tüm unsurları eklemek mümkün. Bataklıkla değil, aksine, o bataklığı sürdürmeye çalışanlarla uğraşmayı seviyorum. Üstelik ben, “eser” söz konusu olduğunda, Türk Edebiyatı’nın bugün inanılmaz derecede ileride olduğuna da inanıyorum. Öyle garip bir çelişki ki bu… Yani bir yandan yazar/şair için bulunmaz bir “memba” Türkiye.
Çok az ülkede bu hızlı değişim, çelişkiler yumağı, ateşli tartışmalar ve maalesef üzerine ölü toprağı serpilmiş bir zavallı halklar gerçeği var. İşin ilginç ve acınacak yanı da o zaten: İyi şairler ile iyi romancıların neredeyse tamamı “ödül budalası”. Reklam, tanıtım, yarışma ve röportaj tutkusu yüzünden kendi yeteneklerini, yaratı alanlarını sınırlıyorlar. Mesela, Adalet Ağaoğlu’nun yeni romanı çıkıyor, bir bakıyorsunuz gazetelerin haftalık kitap eklerinin hepsinde, aylık kitap eklerinin de neredeyse tamamına yakınında röportajı kapaktan yayımlanmış. İnsan 8-9 dergiye birden nasıl röportaj verir? Niçin verir? O sayfalarca lafı niçin eder? Mecbur mudur? Bildiğim tek şey, bunun kötü bir alışkanlık olduğu. Kimseye zararı var mı? Görünürde yok. Ama ben -şairliğimi geçtim- esaslı bir okur olarak, takip ettiğim kitap eklerinde aynı yazarın benzer sözlerini okumak zorunda mıyım? Edebiyatın sosyetesi olur mu? Cilası olur mu? Artistik patinajı olur mu?
- Bence her sayfasında büyük kavgalar gizli olan ve yayımlandığında ortalığı karıştırması gereken “Ah Biz Şairler” kitabının gerekli ilgiyi görmemesi, “suskunluk suikastına” maruz kalması, yani neredeyse hiç tartışılmaması, sizce nasıl açıklanabilir?
CİHAN OĞUZ - Öncelikle, söylediklerinizi “iltifat” olarak kabul ediyorum, teşekkür ederim. Ah Biz Şairler'in gizli gizli okunacağını ve sizin deyiminizle bir “suskunluk suikastına” kurban gideceğini tahmin ediyordum. Tersi olsaydı şaşırtırdı beni. Yine de, kitabı sadece kadirbilir Necmiye Alpay’ın aylık Milliyet Kitap ekinde ele alması ve üzerine hatırı sayılır sözler söylemesi, mutlu etti beni. Bir de, şair Didem Gülçin Erdem’in Üç Nokta dergisi için benimle yaptığı söyleşi var. Hepsi bu…
Kitaptaki yazıların tamamı çeşitli dergilerde yayımlanmış ve beğeni toplamış yazılardı. Tek tek yayımlandıklarında “tehlikesiz” gibi görünüyorlardı ama, galiba bir araya geldiklerinde “bomba” tehlikesi yarattılar. O yazıları ben, şiir yazarken çektiğim azabın tersine, çok keyifle yazdım. Her birini tamamladığımda, yeni bir dünya keşfetmiş kadar çocukça sevinç duydum. Çünkü şunu biliyordum: Şairler ne kendilerine ne yazdıklarına toz kondurur. Ben ise hem kendimi hem içinde bulunduğum şuarayı ti’ye almaktan acayip memnundum.
O yazılarda sık sık vurguladığım zaaflardan tamamen muaf olmam mümkün mü? Elbette değil. Ama benim “tarihe kalmak” gibi bir saplantım yok. O yüzden de, korkularımla, zaaflarımla, hatalarımla yüzleşmekten çekinmiyorum. Bunun ideolojik/poetik altyapısını samimiyetle özümsediğim için, ödül de, yarışma da, imza günü de vız gelir, tırıs gider. Ah Biz Şairler'i okumayan şairlere, okurlara ve eleştirmenlere sadece acırım. Böyle bir kitap kırk yılda bir yazılır çünkü.
- Bu büyük çöplüğü, Türkiye ve devrimle olumlu hiçbir bağı kalmamış bu "edebi" bataklığı neden bu kadar çok seviyorsunuz?
CİHAN OĞUZ - Karacaoğlan’a sormuşlar: “Elif Elif diye tutturmuşsun. Ulan kızın boyu kısacık, endamı desen yok. Nesini sevdin sen bunun?” Karacaoğlan cevap vermiş: “Siz onu bir de benim gözümle görün.” Bizimki de o hesap. Üstelik ben sizin kadar umutsuz ve karamsar değilim. Genç şairler, yeni kuşak, güzel şeyler yazıyor, yazacak. Bizim tabu kabul ettiğimiz her şeyi yıkıp, yeni bir hayat ikame edecekler. Ah bir de şu ödül saplantıları olmasa!
- Yine de bir vasatlar ve vasatlıklar bataklığı burası. Peki, kısa süre önce çıkan yeni şiir kitabınız “Mehteran Bölüğüyle Enternasyonal” bu vasatlar bataklığında nasıl bir yer alabilir? Nasıl algılanır?
CİHAN OĞUZ - Mehteran Bölüğüyle Enternasyonal, 10 yıl aradan sonra çıkan bir kitap. Bir önceki şiir kitabım Kendime Savurduğum Hançer'de de sıkça görüldüğü üzre, küfür ve argo bol. Ama ben işin suyunu çıkardığımı hiç sanmıyorum. Dozajında olmazsa, zaten o iş şiirlikten çıkar, başka bir şey olur. Bu konuya önyargıyla bakanlara veya benim şiirimde argo-küfür var diye hemen Can Yücel ile kıyaslamaya kalkışanlara tek lafım, kitabı okumaları. Tarzımız çok farklı. Ama ille de bir tanımlama yapacak olursak, Can Yücel’inkine “Osmanlı tokadı”, benimkine “pandik” diyebiliriz. O, şamarı patlattığı zaman yıldızları saydırır; ben parmak attığımda zalimin kafası duvara çarpar.
Mehteran Bölüğüyle Enternasyonal’in beklediğimden fazla ilgi görmesi doğrusu beni biraz şaşırttı. Kitabın İzmir Kitap Fuarı‘nda yok sattığına tanık olduk. İlk gün birkaç saat içinde tükendi. Birkaç gün sonra İstanbul’dan kargoyla gönderilen ikinci parti kitap da aynı gün bitti. Üstelik fuara gitmediğim halde! Kitabevlerinde -zaten az sipariş veriyorlar- bulmak zor. Bazıları farkında değil; trendi yakalasalar onlar da yok satacak belki. Bu ilgi beni korkutuyor. Ama bir yandan da yakaladığım damarın kolay bir damar olmadığını biliyorum. O şiirler, vicdan taşıyan, hayata aşkla ama pamuk ipliğiyle bağlı, kendisiyle hesaplaşmasını bilen, ‘adalet’ duygusu taşıyan bir ideolojik tercihin şiiri. Ama o ideolojik tercih “kaba” bir şiirsel atmosferde sergilenmiyor. Benim “Muzır Estetik” adını verdiğim; hayatı ve olayları ti’ye alırken, küfür ve argoyu çekincesiz kullanırken asla şiirsellikten vazgeçmeyen bir anlayışı işaret ediyor.
Mehteran Bölüğüyle Enternasyonal, üç kuşağın değer yargılarını, zaaflarını, umutlarını ve yenilgilerini aynı noktada atomize eden, egemenlere/iktidarlara/devlete kafa tutan bir cesaretin şiiri. Bu haliyle, 17’sindeki haylaz öğrenci de, 12 Eylül’ün sillesini yemiş gençlik de, kendi anadilini öğrenemediği için “bizim” dilimizle bizden daha güzel şiirler yazan Kürt şair de, ataları buharlaşıp giden Ermeniler de, ömrünce haksızlıklara uğramış küçükburjuva da, 85’inde azraili buyur etmek için gün sayan emekli işçi/memur da, hiç yüzünden genç yaşta ölen madenciler de bu şiirin aslî sahipleri.
(soL gazetesi)
YORUMLAR