Küs kardeşler: ‘Avni’ ile ‘Küçümen’
1955 doğumlu usta karikatürist Haslet Soyöz’ün 20 yaşını sürdüğü 1975’de, her hafta yolunu gözlediğimiz Gırgır’ın 129. sayısında bir karikatürü yayınlanmış… Bilmiyordum, sosyal medya sayfasında karikatür dünyasının büyük hazinesinden sık sık “mücevher parçaları” paylaşan Ali Şur sayesinde rastlantıyla öğrendim: Oğuz Aral Anadolu’dan gönderilen amatör karikatürleri yayınlayıp, üzerine eleştiriler yaptığı Çiçeği Burnunda Karikatürcüler köşesinde genç Haslet’in karikatürü için bakın ne yazmış: “Çalışmalarınızı çok çok sevdim Haslet kardeş. Yalnız çizerken kendinize “Ben bunları kimin için çiziyorum?” diye sık sık sormalısınız. Sanatın kaymağını yiyen beş-on kişilik bir “entelektüel tabakası” için karikatür yapacaksanız bir diyeceğim yok. Ama hiç olmazsa her gazete okuyan vatandaşımızın karikatürlerini anlamasını istiyorsanız çizgileriniz daha az moderen (!) olmalı. Okur karikatüre bulmaca çözer gibi bakmamalı. Yenilerini bekliyorum.” Haslet Soyöz bu yorumdan sonra Gırgır’a karikatür yolladı mı, pek sanmıyorum… Ali Şur dostumuzun arşivinden bir şey çıkarsa öğreniriz! Altı yıl sonra 1 Haziran 1981’de, Milliyet Sanat dergisinin; “Türk Karikatüründe Gençler” sayısında, dönemin genç usta karikatüristlerinden Haslet Soyöz, Oğuz Aral’a yanıt hakkı kullanmış sanki! “(…) İçtenlikle çizilmiş karikatürleri, düz bir aynaya benzetiyorum. Bu ayna, ister süslü bir çerçeve içinde, ister çerçevesiz ve basit olsun, görüntünün gerçekliğini bozmaz. Panayırlarda ve lunaparklarda gördüğümüz girintili çıkıntılı aynalar ise, görüntüyü bozup çarpıtır ve gülünçleştirirler(!) Bazı karikatürleri de tıpkı bu aynalara benzetiyorum. Bu karikatürlerde de asıl olan gerçek, gülünçlükle çarpıtılmıştır. Şimdi bu iki ayna türünü yanyana koysak, şüphesiz en çok ilgiyi girintili çıkıntılı ayna çeker. Bu ayna türünün doğruluğunu, ilgi çekmesine (veya derginin çok satışına) sığınarak savunmak yanlıştır. Bunu savunanlar, olsa olsa yine panayırdaki gibi bu aynaları halka gösterip, “güldürerek” bu yolla çok para kazanan ya da kazanmayı düşleyen kişilerdir. Ne yazık ki bu düşüncedeki insanlar, kendilerini halkın sözcüsü sayarak, “Halk bundan anlar - şundan anlamaz” diyerek, yeteneği olan birçok çizeri satın almakta ve onlara dilediklerini yaptırmaktadırlar… Bu şartlar altında gerçek sanatçı olmak çok zor iştir. Ve gerçek sanatçı olmanın bedeli de çok ağırdır.” Epeyce sert bir yazı… Kabul ediyorum, iki farklı karikatür anlayışı, evet… Haslet’in dediği gibi “içtenlikle çizilmiş karikatürlerse” kendi içinde çok değerli iki anlayıştan bahsediyoruz oysa. Oğuz Aral, Gırgır’da içtenlikle çizilmiş yazısız karikatür de yayınladı az da olsa, Haslet Soyöz, Milliyet’te yıllarca içtenlikle çizdiği sanat sayılmayacak yazılı karikatürleri de oldu. İçtenlikle çizilmiş karikatür anlayışları arasında kavgaya varan soğukluk ve ağır suçlamalar gerçekten gerekli miydi, yoksa bir üçüncü yol bulmak mümkün müydü, bu yazı ‘içtenlikle’ bunu merak ediyor… Kavgayı ayıranlara dönüp; “Ama önce o başlattı!” diyen çocuklar olur ya, karikatürcüleri kabaca “Dergiciler ve Dernekçiler” diyebileceğimiz bölünmeyi, galiba önce Oğuz abimiz başlatmış gibi gözüküyor. Belki de öncesi vardır, Oğuz ağabeye haksızlık ediyorumdur fakat, zaten amacım bunca yıl sonra haklı haksız tartışması yapmak değil. Keşke Oğuz Aral hayatta olsaydı da ben, uzun zamandır aklımda gezdirdiğim ve Haslet Soyöz’ün Gırgır’da yayınlanan karikatürünü yeni görmemle yeniden gün yüzüne çıkan sorumu doğrudan kendisine sorabilseydim. Bu nedenle Oğuz abimize bir açık mektup yazmak zorundayım bugün: Sayın Oğuz Aral, çok sevgili ustamız Oğuz ağabey… Sizinle Gırgır’daki odanızda tanıştığımda, karikatürünü yayınladığınız 1975 yılındaki Haslet’in yaşlarındaydım. Çat kapı geldiğim o gün beni iyi karşıladınız, karikatürüme önerilerde bulundunuz. Davet ettiğiniz ‘pazartesi toplantılarında’ gözlemlemiştim ki siz, bana göre toplumun her geçen gün daha çok alıştığı “Yazısız” karikatürleri istemiyor, halkın anlaması için yazının şart olduğunu savlıyordunuz. Karikatürün altında okunan dizgi yazı değil, eskisinden farklı olarak “balon içinde yazısı olan karikatür” istiyordunuz. Ne kadar başardım bilemiyorum fakat benim gönlümde, Haslet Soyöz’ün de sevdiği karikatür anlayışı vardı ki buna; “Grafik Mizah” da diyen oldu, “Çizgiyle Mizah”da… Gırgır’a karikatür gönderen genç amatörlerin övüncü ‘arka sayfada’ yayınlanan yazısız tek karikatürüm dışında size karikatürümü beğendiremediğim için zamanla yorulum, ne yalan söyleyeyim biraz kırgın Gırgır’dan uzaklaştım. Haftalık mizah dergilerinin izleyicisi olmayı sürdürdüm tabi… Başlangıçta balon içindeki yazılar az ve öz olurdu fakat yıllar içinde giderek yazı kalabalığına dönüştüğünü gözlemliyordum karikatürlerin. Bu kadarını eminim siz de hesap edememiştiniz. Kendi içinde komiği başarsa da, “her gazete okuyanın anladığı” fakat, bir karede sekiz - on balonun olduğu “karikatürlere” gelindi. Bırakın Haslet’i ya da beni, sizin değerli öğrencilerinizden Yakup Karahan bile: “Eskiden bir karikatürü 20 karede ancak anlatırdık. Şimdi bir karikatürde 20 balon. Memleketin yazarı çizeri bile malzemeden çalıyor.” diyerek komik bir tespit yaptı. Başınızı ağrıttım, artık konuya gireyim Oğuz ağabey… Ellerimle hazırladığım iki adet ‘sayfa maketi’ göstermek istiyorum size… Acaba, diyorum, ilk yıllarda Gırgır’ın bir sayfasını “yazısız karikatürlere” ayıramaz mıydınız? “Yazısız Gırgır” sayfası, yani “Biz Bıyıksızlar” gibi tek başına özgün bir sayfa… Yazısız olmasının dışındaki tek ölçütün “komik” olduğu bir sayfa… (Maket-1) Gülmek eğlenmek için Gırgır alan okurlarınıza çağdaş olan alternatifi de böylece gösterirdik ve karikatürcüler arasındaki küslüğe varan ayrışmalar olmazdı. Biliyoruz ki o yıllarda “yazısız ve komik” dünya karikatürlerinin şahane örneklerini biliyor, olabildiğince de izliyorduk. (Maket-2) Ne dersiniz? Mektubuma son verirken, üzerimdeki emeğinizin her saniyesinin kıymetini bilen bir evladınız olarak elinizden öpüyor, bu karikatürümü bütün sanat emeğinize armağan ediyorum:
Mustafa Bilgin
Gerçekedebiyat.com