Son Dakika

dil-ve-insan-629766.webp


Denir ki, “insanlar konuşa konuşa, hayvanlar koklaşa koklaşa (anlaşır).”

Öyle mi acaba?

Daha önce iki yazımda belirttiğim gibi, dil insanlar arasında iletişim ve anlaşma sağlama gereksiniminden doğmuş gibidir. Ses, davranış ve imlerle anlaşmaya çalışan ilk(el) insanların zamanla seslere anlamlar yüklemesiyle sözcükler ve sözler, doğru dizimlerle de tümceler oluşmuş olabilir. Dilin temel amacının anlaşmak olduğu açıktır.

Hayvanların koklaşarak -veya tepişerek hatta bazı durumlarda birbirlerini yiyerek de olsa- anlaştıklarına kuşku yok. Doğanın parçası olarak ve onun ekolojik dengesi içinde, doğadan ve birbirlerinden beslenerek binlerce yıldır bir arada yaşamalarından belli değil mi? Tüfek gibi, insan icat oldu denge (ve mertlik) bozuldu, desem, buna da bozulan “eşrefi mahlukat” çıkabilir ama diyorum. Doğal dengenin bozulmasında ilk ve ana etken insan olarak görünmektedir.

Bu yazının öznesi insan. Çok konuşan, buna oranla az koklaşan, belki de bu nedenle, birbiriyle ve doğayla çok çatışan insan… “İnsan insanın kurdudur” deyişi bence benzetme amaçlı; zira küçüğü büyüğü içinde, insan gibi hemcinsini yiyen hayvan pek yok; açlıktan ölme durumu dışında, ki, insanların da böyle durumlarda birbirini yemesi yasal ve dinsel olarak caiz. Balıklar bile genellikle başka tür balıkları yiyerek beslenir. İnsan ilk silahları (vahşi) hayvanlardan korunmak ve onları avlamak amacıyla edinmiş görünmektedir. Sonrası belli; giderek bu amaçla hiç ilgisi olmayan silahlar geliştirildi, hayvanlara karşı kullanma amaçlı olanlar bunlara göre ilkel kaldı. Günümüzde mikroskobik olanından en irisine dek tüm hayvanları öldürmeye yetecek silahların yüzlerce katı üretilmişse bunun nedeni ne olabilir?

“İnsanlar konuşa konuşa anlaşır” olsaydı bunca silaha ve bu silahları konuşturmaya gereksinimleri olur muydu? Ne yazık ki, iletişim, anlaşma, barış ve sevgi aracı olabilen dil, nefret, düşmanlık, kavga aracı; soğuk ve kirli savaşlarda silah olarak da kullanılabilmektedir. Bunun bir neden, her topluluğun, toplumun, ulusun ortak dilinin kullanım olarak birçok dili içkin olmasıdır. Başka bir deyişle her dil, içinde, her biri başka bir amaca dönük kullanımda ortaya çıkan değişik diller barındırır; sevgi dili, nefret dili, savaş veya barış dili, iyicil veya kötücül dil gibi. Aynı sözcükler bu farklı dillere göre farklı anlamlar kazanır; aynı tümceler farklı içeriklere kavuşurlar. Bu farklılık bazı durumlarda eş anlamlı ve/ya eski-yeni sözcük kullanımı biçiminde ortaya çıkar ve farklı düşüncelerin, felsefelerin, ideolojilerin, siyasetlerin, örgütlerin aynı dille oluşturdukları kendilerine özgü dillerini belirler, aralarındaki ayrım çizgisini oluşturur veya kalınlaştırır. Tek sözcüğün anlamı konusunda anlaşamama bile, dinlerde mezheplerin, ideolojilerde fraksiyonların doğmasına ebelik edebilir. Farklı amaç ve niyetlerin yanında yanlış, eksik anlatım ve anlamalar da öyle. Bu bağlamda Konfüçyüs dilin önemini şöyle vurdular: “Dil kusurlu olursa, sözcükler düşünceleri iyi anlatamaz. Düşünceler iyi anlatılamazsa, yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Ödevler gereği gibi yapılmazsa töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. İşte bunun içindir ki, hiçbir şey dil kadar önemli değildir.”

Diller kendi içlerinde de çocuk dili, kadın dili, eril dil; halk dili, argo, yerel; akademik, bilimsel, teknik; edebi, şiirsel dil; dinsel dil, hukuk dili, tıp dili… gibi öbeklere de ayrılabilir.

İnsanı “üstün varlık” kıldığı kabul edilen şeylerin başında gelen dil ve düşünce birbirinden ayrılamayacak bir bütündür. İnsan sözcüklerle, tümcelerle düşünür; düşündüklerini yine bunlarla açığa vurur, başkalarına iletir. Vücut dili bile sözcüklerle anlamlandırılır. Dil, öncelikle sesli ve sessiz olarak iki tür sayılabilir: konuşma düşüncenin sesli, susma ise sessiz ifade edilmesidir. Her söz bir düşünce dile getirir; susku ise sessiz düşüncedir. Bu nedenle “düşünce ve ifade özgürlüğü” istenir; aynı nedenle, düşünce yasaklanamaz ama dile getirilmesi önlenmeye çalışılır. Dil (Türkçe) gönül anlamına da gelir ki bu da dil-duygu bağını ve bütünlüğünü gösterir. Kanımca duyguların kök dili insanın anadilidir. Yaşamsal durumlarda, derin acılarda, can çekişmelerde yani tüm düşüncenin tek amaca yoğunlaştığı anlarda insanların bilinç dışı olarak anadiliyle konuştuğu, yardım istediği, sızlandığı, çığlık attığı, dua ettiği… bilimsel bir görüştür.

Davranış, devinim, bakış, dokunuş, jest, mimik gibi yollarla anlatımın adı da “vücut dili”dir ve sessiz dil kapsamındadır. Aynı zamanda sesli söylemin doğru anlaşılmasının, pekiştirilmesinin ve/ya yumuşatılmasının aracıdır.  Bazı durumlarda sessiz dilin daha azla daha çok şey anlattığı görülebilir. Vücut dili aynı söylemi değişik anlamlara kavuşturabilir. Belki aynı im ve sembollere her dilde aynı anlam yüklenerek tek bir ortak kör ve sağır-dilsiz dili geliştirilebilir. Günümüzde emoji ve başka sembollerle ortak bir evrensel dil oluşmaktadır.

İnsanlar arasında anlaşmanın düşünce-dil aracılığıyla sağlandığı, anlaşmazlıkların da bunlar üzerinden çıktığı, alevlendiği veya sönümlenerek ortadan kalktığı söylenebilir. Amato’nun sözü düşünsel bağlamda bunu belirtmenin yanında, dilleri aynı olsa da dile içkin “farklı dillerle” konuşanların birbirlerini anlayamaması ile oluşan uzaklığı da ifade eder. Anadili aynı olup ayrı dillerden konuşma ve anlaşamamaya, daha doğrusu birbirlerini anlamamaya -taraflar duysa da- kısaca “sağırlar diyaloğu” denmektedir ki çok yaygın bir durumdur.

Dil-düşünce bütünlüğünü ve yansımalarını Mahatma Gandhi şöyle dile getirir: Düşüncelerine dikkat et, sözlerin olur; Sözlerine dikkat et, eylemin olur; eylemlerine dikkat et, alışkanlığın olur; alışkanlıklarına dikkat et, karakterin olur; karakterine dikkat et, kaderin olur.

Bilinen öyküdür; padişah baş aşçısına “en değerli konuğum gelecek, en iyi yemeğini yap” komutu verir. Akşamın baş yemeği “dil” olarak gelir. Başka bir gün Padişah baş aşçıya “en sevmediğim kişi gelecek, öyle kötü bir yemek yap ki bir daha gelmesin” der, akşam tüm yemekler “dil” olarak gelir. Bu bağlamda, dil üzerine söylenmiş, her iki yönüne vurgu yapan çok sayıda atasözü, deyiş, söylem ve özlü söz vardır.

Dünyada konuşulan yedi bin dilin içinde bulunan en güzel dil “yılanı deliğinden çıkarır” denen “tatlı dil” olsa gerektir. Buna karşılık “Dilin kemiği yok” da denir, “Bülbülün çektiği dil yarasıdır” da… Gerçi bu sözde, “dil”, bülbül için gönül; insan içinse konuşma anlamındadır. Açıktır ki “kemiği olmayan dil” her şeyi söyleyebilir; denetimsiz konuşma (gevezelik, boşboğazlık), dedikodu, “ötme” (itirafçılık) iftira vs. bedeli olan, ceremesi çekilen “dil yaraları”dır. Kötü ve/ya yanlış konuşana “dilini eşek arısı soksun” da denir; “dili kopasıca” da! İnsan için ayrıca “tatlı dilli” de denir, “sivri dilli” de; “dil dökülür”, “dile düşülür” “söylemekten dilde tüy biter”, dil tutulur, yutulur, çözülür, yanar; birçok şey “dillendirilir”, sözlü, yazılı “dile getirilir”.  Belki de dil, kendi kullanılarak, üzerine en çok söz söylenmiş ve/ya yazılmış hem dil hem de gönül anlamında şiirlere, şarkılara, türkülere çokça girmiş sözcük ve kavramlardandır.

Giriş bölümündeki “anlaşma(ma)” konusuna dönersek, olumlu ve olumsuz anlamda “kılıçtan keskin” olan dil hem nedeni hem de sonucu olabildiği “edim, eylem” ölçüsünde etkin değildir. Dilin en olumsuz söylemleri arasında yer alan iftira ve yalan, tartışma, kavga, çatışma hatta savaş gibi olumsuz ve yıkımsal eylemlere yol açabilir ama genelde bunlar denli ağır sonuçlara neden olmayabilir de. Çünkü çoğunlukla “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” (veya “Söz Uçar” kitabımda belirttiğim gibi “Yalancının mumu inananı olduğu sürece yanar.”) Atasözünde dendiği gibi “lafla peynir gemisi yürümez”, Ziya Paşa’nın söylemiyle “Ayinesi (aynası) iştir kişinin lafa bakılmaz.” (Ne yazık ki -sınırlı bir süre de olsa- lafa bakıldığı da olur.)

Dil olumluların yanında ne yazık ki yalanın, hilenin, aldatma ve kandırmanın da niyeti açığa vurmanın veya gizlemenin de aracıdır. Bu çerçevede çoğunlukla “dilin altındaki bakla” çıkarlar, amaçlar, niyetler, istekler ve benzerlerinden oluşur; duruma göre bakla gizlenir veya çıkarılır. Çatışma durumunda yenenlerin de yenilenlerin de dili çatışma öncesine göre değişir; yenen üst perdeden konuşur, yenilen alttan alı ve taraflar yine de “konuşa konuşa anlaşır”. Ancak bu, çatışma öncesinde olabilecek kalıcı bir anlaşmadan çok farklı ve uzaktır; çoğunlukla samimiyetsiz ve geçicidir, yeniden kötü söylemlere ve çatışmalara gebedir.

Sonuç olarak şu çıkarım yapılabilir: Dil, insanı insan yapan ve yaşamında çok önemli işlevi olan bir yetidir; insanlar konuşa konuşa hem tartışır, çatışır, dövüşür, savaşır hem de anlaşır, barışır, kaynaşır, sevişir…

Ali Günay
Gerçekedebiat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler