Son Dakika

delilik-ve-aptallik-635316.webp


“Müdür, tedavi olmak üzere hastanesine gelen ve deli olarak değerlendirdiği hastasını çağırıp ona:

-Benim eve kadar git bak, evde olup olmadığımı öğren de gel, der.

Deli kapıdan çıkar, koridorda kendi kendine söylenir:

-Yahu bu müdür ne salak adam… Elinin altında telefonun var ya…  Açıp kendin sor sana…”

Yukarıdaki fıkrada kimin doğru kimin yanlış yargıda bulunduğunu kesin şekilde sonuçlandıramıyoruz ama müdürün bakış açısında gerçeklik yoktur. Akıl yürütmeden yoksun, tamamen aptallık üzerinden ilerliyor… (Aptal sıfatını hakaret ifadesi olarak kullanmıyorum. Aptallığı, bir şeye, bir kurguya, bir külte belirsiz gerekçelerle inanma, kendini tekrarlayan, sürekli hata üreten, sınırlı zekâya sahip bir kişilik kusuru olarak görüyorum. Aynı şekilde deli sözcüğünü de küçümseme, itilme anlamında kullanmayacağım ama deliliği aptallıktan birkaç basamak üstte gördüğümü söylemeliyim.)

DELİLİK

Delilik etkin bir aklın yitirilmesiyken, aptallık pasif zekânın sürekliliğidir. Deli biri hassas duygulara sahiptir ve acılara, yanlışlara tepki verdiği için delirmiştir.  Yalnızdır, kalabalıklarla uyuma zorlamaz kendini. Tapmaz, tapınmaz, boyun eğmez… Yalın ve kendidir… Ama aptal kendini başkasında bulur. Karar ve tercihlerinde bağımlıdır, aklını kullanmada becerikli değildir ve bir aptalı tanımlayabilecek en iyi açıklama sanırım onun sapmalarla dolu kişilik yapısıdır…   Ne yazık ki çevremiz tahmin ettiğimizden fazla aptallarla doludur. Kuşatılmış durumdayız… Her yerde karşımıza çıkabiliyorlar… Demokrasilerde, otoriter yönetimlerde, en küçük mahalle temsilciliklerinde bile yazımın başındaki müdür fıkrasında olduğu gibi sorunlu akıl yürütücüler tarafından yönetilme bahtsızlığını yaşıyoruz… Kimi zaman yönetici, yönetilen, kiminde oy kullanıcı, kiminde iktidarda  “körler sağırlar birbirlerini ağırlar” ifadesindeki bütünleyiciler, kiminde mevki makam koltuğa yapışan, kiminde haydut, efendi, köle, kiminde aile reisi, kabadayı olarak karşımıza çıkarlar ve bizleri zarardan zarara iterler…         (Burada parantez açarak şunu belirtmeliyim:  Aptallık sarmalı içinde birbirlerini karşılıklı üreten alt ve üst gruplardan  -yani yöneten ve yönetilenlerden- çoğunluğu oluşturan halk kitleleri, bütün çabalarına rağmen zararı yaşamaktan kurtulamazlar. Sözgelimi çocuklarını milli duygularının şahlanışı ile cepheye gönderen bir baba ile savaşı cazip bulup kışkırtan güç sahibi biri arasında kazanç temelli önemli farklar vardır… Baba her defasında daha da yoksullaşıp sefaleti yaşarken, öteki daha zenginleşir, daha güçlenir… Aynı şekilde yarı aç yarı tok yaşayan evin delikanlısının oy vererek, iktidara taşıdığı ötekisi,  güç ve konfor, zenginlik elde ederken, o yine aynı evde, aynı koşullarda yaşamaya devam eder ve garip şekilde hem baba hem delikanlı eğer yeni bir savaş veya yeni bir seçim olursa, önceki davranışlarını mutlak şekilde tekrarlayıp mevcut oluşumun devamını sağlayacaklardır…

ZORUNLU ve KOLEKTİF APTALLIK

Tuhaf bir alışkanlık bu ve bu gizemli, tuhaf alışkanlığa birkaç muhtemel neden sayılabilir ama sanırım en önemli iki neden:

  1. Yukarıda sözü edilen iki kahramanımız da işini, aşını kaybetmemek için ya da daha kapsayıcı ifadeyle söylersem hayatta kalmak, yardım almak dürtüsüyle,  “zorunlu aptallık” görüntüsü geliştirmişlerdir.

2-  Dışarıda kalmamak, uyum sağlamak için, adına “Kolektif aptallık” dediğimiz ve hemen hemen toplumun büyük bölümünü çarkları içinde uyuşturan en tehlikeli, en vahim düzenekten etkilenmişlerdir… Bu düzenek ise günümüzde her coğrafyada, her köşe bucakta daha çok siyasi mecralarda, politikacılar tarafından kurulur ve kimi zaman “milli irade”, kimi zaman sandık seçim, kiminde vatan millet, beka denilerek kutsanır, yüceltilir ve her kesim, hatta eğitimli, donanımlı bireyler bile baskılanarak koşullanma yaratılır… Üçgenin tepe noktasında yönetenler ile yan kenarlar ve tabanda yer alan yönetilenler birbirlerini besleyerek devam ederler… Ne yaparsanız yapın, “bu ateştir yakar… bu sefalettir seçimini doğru yap… bu ölümdür aklını başına topla…” gibi gerçekleri defalarca haykırsanız dahi,  her çığlığınız, her feryadınız aptallığı besleyen öğretilmiş koşullanmanın duvarlarına çarpıp geri dönecektir…)

TARİHİMİZDE DELİLER ve APTALLAR

Tarihimiz büyük çapta aptalların yönlendirdiği olaylarla doludur. İki dünya savaşı, bölgesel savaşlar, açlık, yoksulluk, zarar verilen doğa, tekrarlanan felaketlerin önemli kısmı ve sefaletimize yol açan daha başka şeyler,  hiyerarşinin tepesindeki aptallarca hazırlanır…. İşin feci yanı bunlar herkesten daha akıllı, daha zeki olduklarına inanırlar. Her şeyi bilirler, kibirlidirler, inatçıdırlar… Çok konuşurlar, çok yalan söylerler, güçlü olduklarına inandırırlar. Mucize, kehanet ve benzerlerini dillerinden düşürmezler… Bununla birlikte son derece kabadırlar, başkasının aklını, yeteneklerini ve değerlerini ancak kendilerinden aşağı olduğu sürece kabul ederler..  

Ve bunlar dünyaya egemendirler… Bizi yönetiyorlar… Bunların arasında kendimize ne yer bulabiliyoruz ne de adımızı söyleyebiliyoruz..

Dogmatik düşünce, boş inanç ve öngörüsüzlük aptallığın yerleşmesinde etkilidir. Çoğalan aptallık ve onu besleyen kaynaklar toplumu tutsak aldığında nesnelerin görüntüsü, kavrama ve anlama gerçek olmayanın dışında görülmeye başlanılır… Bunun en tehlikeli yanı ise otoritenin kıskacına girmektir ve yığınla aptalın bulunduğu bir topluluk içinde bir delinin varlığı bile talihsizliktir. Temiz, dürüst, hak ve eşitlikten yana, bilgeliğin zirvesindeki biri için ise en büyük acıdır.

Haydar Uzunyayla
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler