Cinci hoca falcı bacı
Okuma, üfleme, cin çıkarma müthiş bir sanat oldu. Çok kazançlı… Televizyonlardan gazetelere, türbelerden evlere, vakıf-dergah benzeri konforlu mekanlardan gizli dehlizlere kadar geniş bir alan, kahve-su, tarot, avuç içi falcılar, hoca efendiler ve yukardan mesaj alıp verenlerle dolu ve bunlar oldukça popülist rotalar çiziyorlar. Sözgelimi bir yıldız falcısının ya da bir şifacının dua kitabı otuz beş bin satarken, bilimi anlatan bir kitap ise bütün çabaya rağmen en fazla beş yüz tane satabiliyor… İlginç bir gelişme ve bunlara siyasetin medyumlarını da eklediğimizde rakam hayli artıyor. (Siyasi medyum terimi isabetli bir ifadedir, çünkü siyasetle hurafeler, siyasetle falcılar, siyasetle cinciler arasında yakın işbirliği vardır. Bu iki kaynak birbirini besler… Ellerinde kör testereler, ileri geri çekip dururlar. Eğer bir gün bunlardan ikisiyle karşılaşırsanız, enine boyuna gözlemleyin ve bir yargıya varın. Nasıl benzer olduklarını, müşteriyi etkilemede hiçbir psikolojinin, hiçbir testin, hiçbir bilimsel gelişmenin gösteremediği başarıyı nasıl yakaladıklarına tanıklık edebileceksiniz.) Ne yazık ki hurafe ve sahte eğilimler yaygın şekilde kabul görüyor. Dürüst, doğru, içtenlikli ama çaresiz birine “Dileğin üç vakte kadar olacak ya da sen bana oyunu ver, bak nasıl girecek her şey yoluna…” Ya da “Senin falında ateş kusan bir iblis görüyorum, dikkatli ol!..” gibi sözler etmek, “Akılcı düşün, yaşamı yöneten temel kurallar gökten inmez,” demek kadar etkili olmuyor. Çünkü insan, yalana inanmaya çok daha eğilimlidir. Yalanın avutucu özelliği vardır; çekicidir… Avutucu söylenceler tarihimiz boyunca kulağa hoş gelmiş, duyguları okşamış, bireyin üzerinde rahatlatıcı etkiler yaratmıştır. Dara düştüğümüz zamanlarda, kıtlık yaşadığımız, muhtaç düştüğümüz yoksulluk koşullarında, özgüvenimizi yitirdiğimiz çalkantılı dönemlerde, yalan ve batıl inançlara inanma eğilimimiz ivme kazanmıştır. Eleştirel yaklaşımın ve bilimin kenara itildiği, yaşamın varlık nedeni ve özünün küçümsendiği her çağda, bağnazlık güçlenmiş, hurafeler denetimi ele geçirmiştir… Kahin, büyücü, tılsımcı, muskacılar her yere sinerek bireyi etkilemeye çalışmışlar ve bu arada müritlerin sayısı da aynı oranda artmaya başlamıştır… Bu gelişme ise medyumları fazlasıyla memnun ederek, her defasında içten içe: “Bir aptalı daha kafeslemekten mutluluk duyuyorum…” demelerine neden olmuştur. Tarihin bize öğrettiği bir başka gerçek de şudur: Eğer şeyhiniz ya da tarikat piriniz, ipinizi eline almışsa ve siz de ona uzun süre kolayca inanmışsanız, bütün yanlışları doğru görmeye başlıyorsunuz… Çünkü aldatma ve yalan sizi zehirlemiştir. Gören gözleriniz yoktur artık… Bu dünyada yaşayamadığınız cenneti, öbür tarafta yaşamak için derin bir huşu içinde şeyhinize hizmete devam edersiniz ve bu böyle sürüp gider… İşin feci yanı, mürit sürekli olarak kendini mutlu hissetmekle birlikte, şeyhinin her kusurunu hoş görmeye programlanır. Duygu ve düşünce yitimine uğramış biri olarak, onun bütün palavralarını, şarlatanlıklarını, bütün çarpık görüşlerini kabul eder… Günümüzün bağlanmış ya da kafeslenmiş insanı yabancıdır… Gerek din, gerek ideoloji ve politika, etnik, teknolojik ve daha başka alanlarda, hem kendine hem doğaya, hatta en yakınındakine yabancı olarak yaşıyor ve ayrışıyor… Daha çok doyumsuz, daha çok aç, daha çok açgözlüdür. Sevgisi hesaplı ve sisli, mutlak şekilde art niyet taşıyor. Nefreti gizlice ve sinsicedir. İyi ve kötüyü ayırabilecek formdan uzaktır. İmgeyi ve düşünceyi kavrayabiliyor ama “aptalı kafeslemekten mutluluk duyuyorum,” diyenin tuzağından kurtaramıyor kendini. Böyle olunca da yaşamımız kırılma, kopuş, gerçeklikten uzak sapmalarla kendini yok oluşa sürüklüyor. Oysa sorun da çözüm de gayet basit aslında ve şunu diyebilmeliyiz: “Ben olduğum için sen varsın. Benden dolayı varsın. Ben yoksam sen de yoksun…” İkinci olarak: Eskiyle yeniyi bir arada tutarak, ikisinin arasında yürümek geleceğe varmayı zorlaştırır. Geleneksel avuntularla ileriye gidemeyiz. Eskiye ait ne varsa süzgeçten geçmelidir. Eğer tarihin farklı işleyişini istiyorsak, önce kendi içimizden başlamalıyız, çünkü en iyi kavrayış insanın kendi zihninde başlar… Haydar UzunyaylaKAFESLENMİŞ İNSAN
Gerçekedebiyat.com