‘Sorgulanmayan yaşam yaşamaya değmez’
Albert Camus, Sisifos Söyleni’nde “Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır, intihar. Yaşamın yaşanmaya değip değmediği konusunda bir yargıya varmak, felsefenin temel sorusuna yanıt vermektir” yargısına varır. Korint kralı Sisifos iki kez ölümü aldatır, baştanrı Zeus tarafından Hades’in derinlerindeki bir kayaya zincirlenir ve sonsuza değin bir kayayı zirveye taşır ancak kaya her defasından dağın eteklerine yuvarlanır. Kaçınılmaz olanı gerçekleştirmeye çalışır Sisifos. Söylence, Sisifos’un Tartaros’a inmesiyle, onu zincire vurduğu için yeryüzünde kimsenin ölmememesiyle başlar. Ölüm ölmüştür/tutsaktır. Görevini yerine getiremediği için Ares onu zincirlerini kırana değin yerkürede ölümlü olmayan bir yaşam devam eder. Tartaros, Yunan mitolojisinde hem yer altı dünyasını hem de yer altındaki ölümü temsil eden bir tanrıyı simgeler. İslam mitolojisinde bu iş Azrail’indir. Hesiodos, ‘Theogonia’da tunç bir örsün cennetten dünyaya düşmesini dokuz, Tartaros’a varması için bir dokuz günlük bir uzaklık biçer. Homeros İlyada’da Tartaros’un Hades’e olan uzaklığı dünyanı cennete olan uzaklığı olarak belirtir. Sisifos ikinci kez öldüğünde Zeus’u kandırır yeniden yaşama döner ancak verdiği sözleri tutmaz. Zeus, Sisifos’a kızar. Ya Sisifos bütün insanlara aynı hileyi öğretir ve insanlar ölümün elinden kurtulurlarsa ne olacak, tanrılar ve titanlar ne duruma döşeceklerdir. Sisifos’un susturulması, durdurulması ve insanlardan uzak tutulması gerekir. Bunun için en uygun yer Tartaros’tur. Homeros, Odysseia’da bu kaçınılmaz olanı gerçekleşme çabasını anlatır: “Sonra iki eliyle kocaman bir kayayla boğuşan Sisifos’un işkencesine tanık oldum. Kendini toparlayıp elleri ve ayaklarını kullanarak kayayı yokuş yukarı itiyordu. Fakat her seferinde tepeyi aşacakken, kayanın kendi ağırlığı onu geri çevirdi ve amansız kaya bir kez daha ovaya doğru yuvarlandı. Bu yüzden, kol ve bacaklarından ter dökülürken ve toz başının üstünde yükselirken bir kez daha kayayla güreşmek ve onu yukarı itmek zorunda kaldı.” Camus bu girişimi ‘absürd’ kavramıyla özdeşleştirir. İnsan sonunda öleceğini bilir ancak yaşama direncini ölüm yokmuş gibi sürdürür. Tıpkı Gılgamış’ın ölümsüzlüğü bulup, yitirmesi gibi. Yine de şu saptama da Camus’nün, “Hiç kimsenin varlıkbilimsel bir kanıt uğruna öldüğünü görmedim. Önemli bir bilimsel gerçeğe varmış olan Galilei, bu gerçek yaşamı tehlikeye sokar sokmaz, büyük bir rahatlıkla dönüverdi ondan. Bir bakıma iyi de etti. Uğrunda yakılıp ölmeye değmezdi bu gerçek. Dünya mı güneşin çevresinde döner, güneş mi dünyanın çevresinde, hiç mi hiç önemi yok bunun.” Devam edelim, bu da Camus’dan: “İntihar şimdiye kadar yalnızca toplumsal bir olay olarak ele alınmıştır. Buradaysa tam tersine, bireysel düşünceyle intihar arasındaki ilişki söz konusu. Böyle bir edim, yüreğin sessizliğinde, tıpkı büyük bir yapıt gibi hazırlanır. İnsan kendi de bilmez bunu. Bir akşam tetiğe basar ya da kendini sulara bırakır.” Yaşam gerçekten de yaşamaya değer mi? Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu ölümü yeğlemek mi? Camus, Sisifos Söyleni’nde yaşamın yaşanmaya değip değmediği konusunda bir yargıya varır, felsefenin temel sorusuna kendince bir yanıt verir: “İnsan anlamsızlığına ve tüm baskılara rağmen yaşamı yenmek zorundadır.” Sokrates, “Sorgulanmayan yaşam yaşamaya değmez” derken intihardan söz etmez, boşa gitmiş bir yaşamdan, yaşamdaki boşluktan söz eder. Halbuki Camus düpedüz intiharın gereksizliğinden söz eder. Camus yine de açık kapı bırakır; varlıkbilimsel bir kanıt için ölündüğünü görmediğini söylerken insanın yaşamın kendi eliyle sonlandırmaya değmeyeceğini söylüyor gibidir. Sokrates’in sorgulanmış bir yaşamı sorgulanmamış bir yaşama yeğlemesi gibi, sorgulamasan da yaşa ama sorgularsan daha bilinçli yaşarsın demek istemesi gibi ya da Galilei’nin ürkekçe de olsa ‘yine de dönüyor’ dedirten ölüme yürümekten vazgeçişini de kınamaz Camus. “isteyerek ölmek, bu alışkanlığın gülünçlüğünün, yaşamak için hiçbir derin neden bulunmadığının, her gün yinelenen bu çırpınmanın anlamsızlığının, acı çekmenin yararsızlığının içgüdüyle de olsa benimsenmiş olmasını gerektirir” derken de intihardan vazgeçilmesi gerekliliğine işaret eder. İntihar hoş olsaydı önce Camus intihar ederdi, oysa tarafik kazasıyla yaşamını yitirdi. Camus, Lirik ve Kritik Denemeler’de -yanılıyor olabilirim ancak Türkçeye çevrilmediğini sanıyorum- “Absürt kelimesinin kötü bir geçmişi var ve bunun beni rahatsız ettiğini itiraf ediyorum. Absürt’ü Sisifos Söyleni’nde ele alırken, bir metot arıyordum doktrin değil. Sistemli bir şüphe pratiği yapıyordum. Daha sonra bir şeyler inşa edebileceği düşüncesiyle ‘tabula rasa’ yöntemini kullanmaya çalışıyordum. Eğer hiçbir şeyin bir anlamı olmadığı varsayarsak, dünyanın absürt olduğu sonucuna ulaşmalıyız. Fakat gerçekten hiçbir şeyin hiçbir anlamı yok muydu? Bu noktada kalabileceğimize hiçbir zaman inanmadım” diyerek intiharı absürt bulur. Düşüş romanında bu görüşünü çok daha açık bir biçimde yazar: “Bir nedenden ötürü intihar edilir sanılır hep. Ama iki nedenden ötürü de bal gibi intihar edilebilir. Hayır, onların kafası almaz bunu. O zaman insanın isteyerek ölmesi, kendisi hakkında vermek istediği fikre kendini feda etmesi neye yarar? Siz ölünce onlar bundan yararlanıp davranışımıza ahmakça ya da bayağı nedenler bulmaya çalışacaklardır. Şehitler, aziz dostum, unutulmak, alaya alınmak ya da kullanılmak arasında bir seçim yapmak zorundadırlar. Anlaşılmaya gelince, asla. Hem sonra, dosdoğru hedefe gidelim, ben yaşamı seviyorum, iste benim gerçek zaafım bu. Ben yaşamı öylesine seviyorum ki, yaşamdan başka şeyler için hiçbir imgelemim yok.” Halit Payza
Gerçekedebiyat.com