selim-esen-20251213022435226.jpg


 

Yüzyıllardır süzülüp gelmiş bir yaşam biçimiydi…

Pencereleri dışardan davlumbaz, içerden beyaz patika perdeli evlerdi. Oturma odalarındaki sedirlerde, yaşlı hanımlar beyaz başörtüleriyle bağdaş kurar, Kur’an okurken bir yandan da 99’luk tespih çekerlerdi.

Çocuklar, bahçedeki tulumbadan çektikleri suyla, heladaki ibrikleri, depoya dönüştürülmüş küçük musluklu gaz tenekelerini doldururlardı.

Kiler ağzına kadar erzakla dolu olurdu.

Anneler, evin genç kızları, evde kalmış olanlar kuaför nedir bilmezlerdi. Konsere, tiyatroya da gitmezlerdi.

Erkekler, gecelik entarilerinin üstüne hırka giyer, başlarında takkeleri, bahçedeki en yaşlı ağacın gölgesinde uyuklarlardı. Akşam namazlarını topluca kılarlardı.

Elektrik yoktu. Telefon yoktu. Radyo-televizyon yoktu…

Sık sık mutfaktan bir ses yükselirdi:

“Allah canımı alsa da kurtulsam bu hayattan…”

Ortalığı silip süpürmekten, çamaşır yıkamaktan, yemek yapmaktan bıkmış hanımın sesiydi bu. Evden eve misafirliğe, Mevlüt’e giderlerdi.

Yaz aylarında önce bulaşıklar yıkanır, yataklar serilir, çocuklara “Bizi beklemeyin…” buyruğu ile evden çıkılır, açık hava gazinosunda temsiller vermeye gelen Dümbüllü’ye gidilirdi.

Yıllar birbirini kovaladığında;

Önce, ahşap evler apartmanlar dönüştü, kalabalık aileler bölündü, nineler kızlarının, oğullarının yanına dağıldılar.

Kilerler küçüldü, dolap boyutlarına dönüştü. Misafirlikler azaldı, toplu namazlar sonlandı. Evin genç kızı kuaförle tanıştı. Parası olanlar kürk giydiler. Gaz lambaları yerini elektriğe bıraktı. Radyo, telefon yaşam tarzı oldu.

Karı-koca kavgaları, dedikodular, boşanmalar yoğunlaştı.

Çocuklar, ileride kuracakları yaşam düzeni konusunda kararsız ve örneksiz kalmaya başladılar. Sonunda kimi serseriliğe yöneldi, kimi daha değişik yaşamları denemeye… Sinema da yaşamı yönlendirmede etkin rol oynadı. Gençliğin tek eğlencesi sinema, seyirciyi paralı pullu, aşklı, gezili dinamik bir yaşama sürükledi.

Para pul köklü sorunları çözemedi.

Aşklar tatsız tuzsuz çekişmelere, kırıcı ayrılıklara, içki kadehlerinde boğulan yalnızlıklara dönüştü.

Hangi yaşam biçiminin doyumlu ve ruhsal açıdan en sağlıklı bir ortam yaratacağı konusunda kesin bir örmek yoktu.

Sonunda…

Yeniden mutfaklı, küçük salonlu, iki çocuklu beylik dünyaya dönmek zorunda kalındı. Değişen dünyada küçük burjuva yaşantısının dışında yeni bir öz yaşam türü yaratamadılar. Yarattıklarını sananlar da ya diledikleri ruhsal deneye kavuşamadı ya da güvencesiz yaşamaktan usandı, eski modele döndü.

Modernleşen dünya, yaşam örneklerine sağlam ölçüler getirememişti. Bireyler, sıkıntılı, garip bir çalkantı içinde arayışlarını sürdürüyorlardı.

Dünya haliydi yaşananlar… 

 

Selim Esen
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler