Balaban bana ‘karkatürist' dedi, aldım kabul ettim
İbrahim Balaban'a ölüm yıldönümünde (9 Haziran 2019) saygıyla...
İbrahim Balaban’ın, özgün baskıyla 242 adet çoğaltılan bir tablosunun 129’uncu kopyası, fakirhanemi bana daha da sevdiren bir değer olarak duvarımda asılıdır. Tanıştığımız 1985-86 yıllarında, “Balaban” imzalı, orta boy bir yağlı boya tablosuna sahip olmaya bugün olduğu gibi can atardım. Gözünüzün önüne getirin, oturma odanızda büyükçe bir kitaplık, yerde serili Türk motifli bir halı, duvara asılı bir Balaban, Neşet Günal ya da Nuri İyem yağlı boya tablosu o günlerde çoğu aydınımızı tanımlayan tek zenginlik olarak parıldardı. Olanlara özeniyordum ama Balaban’ın bir toplantıda, “karkatürist” yazarak adıma imzaladığı kartpostalıyla avunacaktım. “Tablolarımın altında Nazım Hikmet’in görüntüsü vardır. Çünkü Nazım Hikmet’in görüntüsü bu tablolarda olmasa, ben İbrahim Balaban olarak bu tabloları bu kadar mükemmel yapamazdım” diyordu bir belgeselde. Cezaevinde tanıştığı Nazım Hikmet’in, ondaki yeteneği fark ederek sandık dolusu resim malzemesini armağan etmeseydi, on binlerce İbrahimlerden bir köylü İbrahim olarak hiç yaşamamış gibi göçüp gideceğinin bilincindeydi. Bu nedenle Balaban, minnetle ‘baba’ derdi Nazım Hikmet’e; Şair Baba… Şair Baba’sından da ziyaretçilerinden de çok öğrendi genç Balaban, ufku sonsuz açıldı… “Bir gün bir kadın arkadaşı Şair Baba’yı ziyarete gelmişti. Koğuşa kadar giren misafir, duvarlarda asılı yağlı boya tablolarımı gördü. ‘Bu tabloları kim yaptı' diye sordu. 'Ben yaptım' dedim. Misafir hem şaşırdı hem beğendi. 'Demek ressamsın sen… Peki, benim nü resmimi yapabilir misin?' dedi. Ben o zamanlar ‘nü resim’ nedir bilmiyorum. Şair Baba’ya baktım. Dedi ki 'Çıplak kadın resmi… Akademi talebelerine çizdirirler. Kadın anadan üryan karşılarında durur, talebeler ona bakarak resmini çizerler…' 'Allaaah…' diye bağırdım, 'hemen çiziveririm…' dedim. Hep güldüler… Kadın soyunmaya kalktı da Şair Baba müsaade etmedi. 'Kız dur, burada incir yaprağı bulamayız. Hem sen irisin, sana kabak yaprağı gerekir…' dedi.” Buna benzer ‘mapushane’ anılarını dinlemeye doyamadığımız dili ballı Balaban’la, 2008’de Cumhuriyet’te Hayat Epik Tiyatrosu adlı bant karikatürü çizdiğim günlerde yeniden yollarımız kesişti. ‘Ekmeğini yediğim’ Cumhuriyet gazetesine o günlerde bomba atılmıştı… Meğer, eşeğin büyüğü ahırdaymış… Sonrasında yaşayacağımız uğursuz bir saldırının işaret fişeğiymiş bu bomba. Kumpaslarla Cumhuriyet gazetesinin her şeyi İlhan Selçuk’umuzun da adının dahledildiği sürece isyan eden Balaban’la omuz omuzaydık şimdi. Çantamdaki Cumhuriyet’te, o gün yayınlanan karikatürümü gösterdim ustaya… “Güzel” dedi, “ama resminde boşluk bırakma… Her köşesine çiz.” Sanıyorum kendi yapıtlarındaki o coşkulu görsel zenginliği aradı. Karikatür köşeme esin olan ‘Brecht-Epik Tiyatro’ biçemi gereği, sahne sadeliğini gözettiğim için böyle çiziyorum demeyi bir başka karşılaşmamıza bırakmıştım. Öte yandan, Şair Hüseyin Haydar’ın deyişiyle o ‘zor günlerde’, Silivri mapushane kapısında ilk itiraz haykıran bir avuç aydınımızın en genciydi Balaban… Çakalların hükmettiği puslu havanın dağılmasında kuşkusuz onun ve Demirtaş Ceyhun, Halit Refiğ, Tarık Akan, Hayati Asılyazıcı, Levent Kırca, Hüseyin Haydar gibi aydın arkadaşlarının çıkışları çok önemliydi. İddiaların, Türkiye karşıtı bir kumpasın ürünü olduğunu toplum giderek anladıkça, Silivri mapusane kapısına defalarca dayanıldı. Buna rağmen sapla samanı ayırmaya üşenen 300 yazar-çizer bilerek ya da bilmeyerek bu hukuksuzluğa kulak tıkayıp “sonuna kadar gidilsin” diyerek sözde mahkemeye dilekçe bile verdiler. Türk karikatürü adına üzülerek söylüyorum, bu okumuş üşengeçlerin içinde Tan Oral ile Kemal Gökhan da vardı. Bilmem ki bu ayıbı örtecek kabak yaprağı bulunur mu? Mapusane kapısına kadar gelmeseler de karikatürcülerimizin çoğunluğu yaşananlara öfkeliydiler. Fark ettiyseniz, ‘mapushane kapısı’ diyorum, bilerek… ‘Mapusane Kapısı’ Balaban’ın ünlü bir tablosudur, malum… Nazım Hikmet hayranlık duyduğu bu tablo için yazdığı şiirini şöyle bitirir: “Altı kadın vardı demir kapının önünde Ve demir kapının ardında beş yüz erkek vardı efendim Altı kadından biri sen değildin ama Beş yüz erkekten biri bendim” Türkiye’yi Silivri mapusane kapısında savunmaya katılan aydınlarımızdan bir de karikatürcü Ercan Akyol’du, şahidim… Evet, tarihe not düşelim… Balaban’ın yanında o ilk itirazı haykıran bir avuç yurtsever içinde, ‘Karkatürist Mustafa Bilgin’ de vardı efendim! Mustafa Bilgin
Gercekedebiyat.com