Son Dakika

ahmet-muhip-diranas-in-istanbul-u-642260.webp


İstanbul…

Belki de dünya genelinde adından çok söz ettiren bir şehrimiz. Ortasından deniz geçen, tarihi yerleri, her semtinin kendine özgü özellikleri ve ta ilk çağlardan gelen konumuyla adından söz edilmesini hak eden şehrimiz.

İstanbul…

Romanda, öyküde, şiirde adını sık duyduğumuz şehrimiz. Yabancı olsun yerli olsun pek çok yazarın eserlerinde konu aldığı, farklı özellikleriyle tanıtmaya çalıştığı şehrimiz. Kuşkusuz olumsuz yönlerini ele alanlar da vardı bu efsane şehrimizin… Ahmet Muhip Dıranas bunlar arasında önde gelenlerden birisidir.

Dıranas’ın edebiyatımızda mütevazı fakat sağlam bir yer edinmesinde, ardında “Fahriye Abla”, “Olvido”, “Ağrı”, “Kar”, “Köpük” gibi şiirleri bırakmasının yanı sıra şiir üzerine kafa yormasının, hece ölçüsünün sınırlı alanında olsa da vurgu ve durak yerlerini değiştirerek şiirde yeni ses arayışlarına girişmesinin payı da yadsınamaz.

1909 Sinop doğumlu şairimiz, tema olarak daha çok insan ve tabiat sevgisi, aşk, anılar, yalnızlık üzerinde durdu, birbirinden güzel şiirlerinde, akılda ve gönülde iz bırakan dizelerle okuyucusunun ümit ve hayal dünyasına seslendi.

Dıranas, Ümit Yaşar’a ithaf ettiği “Yağma” şiirinde, mutluluklar şehri, ölümsüzlükler ve zaferler kenti İstanbul’u yenilgilerle, yasla yaşanmış bir şehir olarak değerlendirir. Son gündür artık; taş taş üstündedir, ruh ve beden açlığı tıpkı ejderha gibi dört bir yana saldırmaktadır; ortalık tozdan, dumandan, iniltilerden, akıntılardan, çöplerden geçilmez durumdadır:

Boğaziçi, daha sağken gömülmek

İçin dönüşmüş beton mezarlara;

Bir hippi kız, bir deccal, şimdi Bebek

Koylarında ilham, arsız, farfara.

O güzelim aşkın vücudu yağma,

Şarkısı ne mahur beste ne Itri…

Tenekeler çalıp çığlık çığlığa

Yarı bir sevişme, ayaküzeri

İstanbul’daki yozlaşmayı tanımlar şair… Ağıt yaktığı İstanbul, can çekişmektedir; daha sağken gömülmek üzeredir ne mahur beste ne Itri sesleri yükselmektedir ahşap konaklardan. Güzelim yalılar kömür deposu yapılmıştır.

            Orda elinde bir simitle, ufak,

            Süzgün bir çocukluk, çocukluğum işte;

            Nasıl kaçıyor benden, nasıl bir bak,

            Yaban domuzu görmüş gibi düşte.

Anılardan korkup kaçma zamanı mı gelmiştir acaba ya da o yitirilmiş cennet bir daha ele geçmeyecek midir?

Her şey değişiyor, kalbimiz bile,

Ama yüzyıllarla besli bir şehir

İnsan yaşamından daha da hızla

Bunca çabuk nasıl yok olabilir?

Dıranas, “Bu şehr-i Sitanbul ki bimisl ü behadır / Bir sengine yek-pare acem mülkü fedadır” diyen Nedim’e de kendi üslubuyla cevap verir gibidir:

Bir Tanrı ve tarih güzeli, tabu;

Güneş ve sulara mucizesi, bir giz…

Her zaman sonsuz elbet, İstanbul bu.

Körelen belki de biziz… Kalbimiz.

Teknik açıdan kimi zaman zayıf, gevşek olsa da Ahmet Muhip Dıranas, İstanbul’u betimlediği “Yağma” nın dizeleriyle hatırı sayılır bir yer edinmiştir.

Bugün İstanbul’un güzelliklerinden ne yazık ki söz edemiyoruz. Şehri ölümsüz kılan coğrafyası şimdi yerini çirkinliklere bıraktı. Bir başka deyişle şehrin her yeri, her şeyi yıkıldı, yok edildi. “Taşı toprağı altın” sözüyle artan nüfusu, şehrin hem kimliğini hem de yaşam biçimini ters yüz etti.

Şimdi ne zaman geleceği bilinmeyen deprem felaketi, şehrin büyük kâbusudur.

Selim Esen
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler