selim-esen-bbandirma-vapu-1752024110957.jpg


Fransızlar, 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi’ni müttefikleri İngilizleri’in kendilerinden habersiz imzalamasına karşılık olarak Makedonya cephesi müttefik kumandanı General Franchet D’Esperey’e “Selanik’ten iki harp gemisiyle hemen İstanbul’a gitmesi ve İşgal Kumandanlığını almasını” emretmişti.

D’Esperey, 8 Şubat 1919 Cumartesi günü kendisine alkış tutan Rum-Ermeni kalabalığı eşliğinde iri beyaz bir at üzerinde, iki yanında Fransız bahriyelileri, Galata Köprüsü’nden Fatih gururuyla geçerek Beyoğlu’na girmiş ve Fransız Sefaret Binası’nda Gayri Müslim heyetleri kabul etmişti. 

Savunmasız şehre bir zafer edasıyla giren Fransız generalinin bu küstahlığı o günlerde Hadisat gazetesinin başyazarı olan -Piyer Loti Cemiyeti Reisi- Süleyman Nazif’in çok gücüne gitmiş ve “Kara Bir Gün” başlığı altında bir yazı kaleme almıştı. Fransız generali kendisini sahtelik ve tarih inkarcılığı ile suçlayan Nazif’in tutuklanarak makama getirilmesini emretmişti. Karşısında Fransızcayı kendisinden güzel konuşan ve vefanın değerini Racine’nin mısralarıyla açıklayıp bir tarih dersi veren şahsiyeti görünce önce şaşırmış sonra da öfkelenerek Süleyman Nazif’i Malta adasına sürdürmüştü.

Süleyman Nazif 

Süleyman Nazif Malta’ya giderken 13 Kasım 1918’de düşman gemileri Dolmabahçe Sarayı’nın karşısında sıralanmışlardı. 

Osmanlı, Avrupa’nın kötü niyetiyle beslenen düşmanlıklar ve savaşlardan çökmüş, bitkin, yorgun, yoksul düşmüş, parçalanmış, işgal edilmiş bir ülke durumundaydı. Ama umutlar tükenmemişti. Umudu bayrak yapacak ve vatanı kurtaracak birisini bekliyordu. 

6 ay sonra… Beklenen kurtarıcı ortaya çıkacaktı… 

31 Ekim 1918’de Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına getirilen Mustafa Kemal, bu ordunun kaldırılması üzerine 13 Kasım 1918’de İstanbul’a gelmiş Harbiye Nezareti’nde (Bakanlığında) göreve başlamıştı. 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgal edildiği gün de Sultan Vahdeddin tarafından Yıldız Sarayı’nda kabul edilmişti. Paşa, konuşmasını yakınlarına şöyle aktaracaktı: 

“Yıldız Sarayı’nın küçük bir salonunda Sultan Vahdeddin’le adeta diz dize denecek kadar yakın oturduk. Sağında dirseğini dayamış olduğu bir masa ve üstünde de bir kitap vardı. Salonun Boğaziçi’ne açılan pencerelerinden gördüğümüz manzara şu; birbirine paralel hatlar üzerinde düşman zırhlıları! Bordalarında toplar sanki Yıldız Saray’ına doğrulmuş. Manzarayı görmek için oturduğumuz yerden başlarımızı sağa, sola çevirmek yeterliydi. Sultan Vahdeddin hiç unutamayacağım şu sözlerle konuşmasına başladı: 

‘Paşa, Paşa. Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların artık hepsi tarihe geçmiştir. Bunları unut.’ 

‘Hakkımdaki teveccüh ve itimada arz-ı teşekkür ederim’ diye cevap verdim.” 

Dokuzuncu Ordu Müfettişliğine tayin edilen Mustafa Kemal Paşa, 16 Mayıs 1919 günü Türk ulusunun kaderini değiştirecek olan tarihi yolculuğa çıkıyordu. Paşa, bu yolculuğun ve bu tarihi kararın olumlu bir sonuca bağlanacağından öylesine umutlu, öylesine kesin kararlıydı ki, hareketinden bir gece önce Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın konağından çıktıktan sonra Cevat Paşa (Çobanlı) ile kol kola Nişantaşı’ndan Teşvikiye’ye doğru giderlerken aralarında şöyle bir konuşma geçmişti: 

“Bir şey mi yapacaksın Kemal?” 

“Evet Paşam, bir şey yapacağım.” 

“Allah muvaffak etsin.” 

“Mutlaka muvaffak olacağım.” 

Mustafa Kemal Paşa’nın Şişli’deki evi de o günlerde önemli misafirler ağırlıyordu. Samsun’a çıkacak Karargahına kurmay subay yardımcısı olarak tayin edeceği Arif Hikmet Gerçekçi de görüştükleri arasındaydı. Gerçekçi anlatıyor: 

“12 Mayıs günü Mustafa Kemal Paşa’nın Şişli’deki evine gittim. Beni her zamanki nezaketi ile karşıladı. Heyecan içindeydim. ‘Paşam, memleketin halini gördükçe içim kan ağlıyor. Sizin müfettiş olarak Anadolu’ya gideceğinizi öğrendim. Ben de sizinle beraber gelmek istiyorum. Müsaadelerinizi istirham edeceğim.’ 

Paşa bir an durdu ve sonra dedi ki: 

‘Maksadımızın millet ve memleketi esaretten kurtarmak olduğunu biliyorsun. Yapmak istediğimiz işin zorluğunu bile bile böyle konuşman beni memnun etti. Ama iyi düşün Hikmet. Bu çok büyük, fakat çok da tehlikeli bir iştir. Bu işin ucunda muvaffak olmak kadar ölmek de vardır.”

Arif Hikmet (Gerçekçi) 

Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’dan hareketinden önce çok yakın bazı arkadaşlarına fikirlerini söylemişti. Anadolu’da bir şeyler yapmak istediği takdirde psikolojik ortamı elverişli bulacaktı. Tüm vatan, böylesine bir yenilgi ve hele İzmir’in işgaliyle kahrolmuş, Türk’ün son sabır damlası da taşmıştı. Anadolu’daki kumandanlar, bir önder bulunabildiği takdirde, vatanı savunmaya hazır durumdaydılar. 

16 Mayıs 1919 günü… 

Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini atmak üzere Samsun’a gidecek olan Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekiler, o sabah rıhtımdan ayrı ayrı sandallara binerek Kız Kulesi açıklarında bekleyen Bandırma Vapuruna çıktılar. 

Bandırma vapuru 1878 yılında İngiltere’nin Glasgow kentinde inşa edilmiş, 47,7 metre uzunluğunda, 6,83 metre genişliğinde, 4,27 metre yüksekliğinde, 50 beygir gücünde, 2 kez batmış, yeniden yüzdürülmüş, pusulası bozuk, 41 yaşında bir gemiydi. Hırçın Karadeniz dalgalarına dayanabilir miydi!.. 

Lakin, yükü ağırdı. Ülkemizin özgürlüğünü, bağımsızlığını, bayrağını ve de geleceğini taşıyordu. 

Kaptanlık görevine 1891’de başlayan Kayserili İsmail Hakkı Kaptan, Nilüfer, Doğan, Selanik ve Dolmabahçe gibi gemilerde görev aldıktan sonra 1 Mayıs 1919’da Bandırma Vapuru Kaptanlığına atanmıştı. 

Vapur ağır ağır demir aldı… 

Tarihi yolculuk başlıyordu. Gemi biraz açıldıktan sonra Kızkulesi açıklarında tekrar demirledi. Çok geçmeden bir İngiliz heyeti kontrole geldi. İngilizler, Anadolu’ya silah ve malzeme kaçırılmasını önlemek amacıyla bir teşkilat kurmuşlardı. Bütün Türk bandıralı gemiler kontrole tabi tutuluyordu. 

Bandırma, düşman zırhlıları arasından geçerek İstanbul’u terk ederken, Mustafa Kemal güvertede arkadaşlarına şöyle diyordu: 

“Bunlar işte böyle yalnız demire, çeliğe, silâh kuvvetine dayanırlar. Bildikleri şey yalnız madde! Bunlar hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin kuvvetini anlayamazlar. Biz, Anadolu’ya ne silâh ne cephane götürüyoruz; biz ideali ve imanı götürüyoruz.” 

Zorluklar içinde geçen 66 saat sonra, 19 Mayıs 1919 günü… 

Saatler, sabahın altısını gösteriyordu…

İsmail Hakkı (Kaptan) 

Mor dağların ardından doğan güneş, kıyıda toplanıp bir bayram sevinci yaşayan Samsunlulara bir başka sevinci müjdeliyordu. Batıdansa bir başka güneş doğdu. Köhne Bandırma Vapuru, Cumhuriyetin temelini Samsun’da atacak olan Mustafa Kemal Paşa ile beraberindekileri getiriyordu. Ve yıllarca ezilmiş, yenik düşmüş, özgürlüğü elinden alınmış halkın yüzü, ilk kez o gün, 19 Mayıs 1919 sabahı gülüyordu. Bir ana-baba gününü andıran Samsun kıyılarındaki o sevinç, o coşku görülmeye değerdi. 

Bandırma Vapuru limana girmişti. Anadolu ile Mustafa Kemal Paşa kavuşmuşlardı. Üç gün önce İstanbul’dan yola çıkan, İsmail Hakkı Kaptan’ın yönetimindeki vapurun bu tarihi yolculuğunda, Türk’ün kaderini değiştirmek üzere Anadolu’ya geçen 18 kişi vardı, başlarında da Mustafa Kemal Paşa. 

İskele olmadığı için Bandırma Vapuru açıkta demirlemiş, bir motor, Paşa ile beraberindekileri kıyıya çıkarmıştı. Paşanın ilk elini sıkan Samsun’un ilk Milletvekili Boşnakzade Süleyman Bey olmuştu. Büyük kurtarıcı ve beraberlerindekiler, şimdi “Gazi Müzesi” olan 12 odalı Mantika Palas Oteli’nde konaklamışlardı.

Mantika Palas  

Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini atan 66 saatlik yolculuk sonrasında, 19 Mayıs 1919’da Samsun’da başlayan Millî Mücadele üç yıl sonra, 30 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz Muharebesi’nde kazanılan zafer ile taçlanacaktı. 

Selim Esen 
Gercekedebiyat.com 

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler