Yalnızlık üzerine / Metin Altıok
Selim Esen'in hazırladığı Türkiye Yazıları Dergisi Şiir Antolojisi'nden harf sırasına göre seçtiğimiz şairlerden, Metin Altıok'un şiirini yayınlıyoruz.
Akşamın alacasında terli bir istasyonda, dağıldıktan sonra kalabalık yanında bavulu düğmeli kılıfıyla, bekleyen bir adamdır yalnızlık. İlerler neden sonra adımlarıyla, iyice bastırmadan karanlık. Dolaşır sokaklarını bir yürek daralmasıyla, kırpık bir ayın altında. Uzatırken gölgesini ölü bir ışık, yürür hüznün sessiz çarşılarına. Adının gezginidir yalnızlık göğsünün kuytu kasabasında. Nasıl tanırdın kendini yalnızlık olmasa. Girmese o solgun adam çıkmaz sokaklarına. Coşkuyu nasıl bulurdun, bir suyun tükenmez akışında. Adının gezginidir yalnızlık, güvercinler taşır yanında. (Sayı: 1, Nisan 1977, s.22) Hem nasıl bilebiliriz kesinlikle, bir şey kendi mi, değil mi? İmgelemdir gösteren doğanın değişken tinini. Gizli bir mağara ağzı gibi gerçeğin karanlık girişini. Geçişliliğini her şeyin ve evrenin birliğini. Toprağın bittiği yerden göğe tırmanan bu güneş bir kirpidir belki. Sürünmüş kavına devrik ağaçların, sık otlara değmiş ve görmüş bir yılanın derisini nasıl değiştirdiğini. Yağmurun eğri tarağıyla taranmış da sivri dikenlerini kara bir kirpi parlatıp güneşe çevirmiştir kendini. Geçerek bütün gece bir ormanın içinden, yalnız rüzgârın gezindiği. Toprağın bittiği yerden göğe tırmanan bu güneş bir Kirpidir belki, taşıyan içinde ormanın uğuldayan gizini. Aklın yanına koymalı uçarı imgelemi ve bir prizma gibi Ayırmalı gerçeğin yedi rengini (Sayı: 3, Haziran 1977, s.17) Ne zaman bir masaya otursak Seninle karşı karşıya, Masa durmadan uzuyor aramızda. Tozlu bir yol oluyor giderek Ve ben başlıyorum koşmaya Sonra bakıyorum hiç değişmemiş, Duruyor olduğu gibi Aramızdaki cansız masa. Kestiremiyorum bir türlü Uzak mısın, yoksa yakın mı bana. Derken içimde bir korku Başlıyor mayalanmaya. Ve omzumda bir kuzgun O parlak siyahlığıyla, Sanki alayla bakıyor suratıma. (Sayı: 4, Temmuz 1977, s.12) -başlangıçta söz vardı- Bir söz ki söylenmiş fal sesiyle Uzun dehlizi gibi bir kehanetin, Durur önünde karanlık girişiyle. Bir söz, ki uçuşan kuşlar Benekler koyar hüznün pazen göğüne. Bakarsın hava ansızın bulutlanır Bir söz ufku kurşunla kaplar, En güneşli gününde parlak bir aşkın. Gergin bir söz tınısı üstünde, Hallacıdır tuzlu gözyaşlarının. Bir söz sokulu asmaların içine, Döker salkımını sevincin. Ama en kötüsü kulağın birinde, Bir söz harflerini değiştirince Sırtlandır artık, bir ceset arayan kendine. Neden burulur dalı duygunun, Dostluk neden bozulur? Pas güneşi yer, sevgi yolunur Bir söz almışsa yerini edimin, Koymayın ağzınıza ahuludur. (Sayı: 12, Mart 1978, s.21) Özdemir’e Bir süpürge sesi yarı uyanıklığımda Kulağımda eski günlerden; Sofada, mutfakta usul usul gezinirdi, İşte o sesi özledim birden. İlkokul kırçıl önlüğüm, Okaliptüs ağaçları bahçesinde okulun. Bir arkadaşım vardı adı Mehmet’ti; İşte o Mehmet’i özledim birden. Ortaokul uzaktı evimizden. Elli kuruş verirdi babam; On köfte, çeyrek ekmek yerdim her öğlen. İşte o köfteciyi özledim birden. Hadi kalk İzmir’e gidelim, Karşıyaka’sına ilk gençliğimizin. Bildik yüzler arardık vapurdan inen; İşte o iskeleyi özledim birden. Hiçbiri yok özlediklerimin şimdi, Kimbilir ne kaldı bugüne dünden. Ama yine de gidelim İzmir’e Kaçmak için zamanın gürültüsünden. Şimdilerde yazılmıyor böyle şiirler. Ama yine de kalmış aklımda kimi dizeler, O eskimiş sanılan şiirlerden. İşte o dizeleri özledim birden (Sayı: 25, Nisan 1979, s.19) Ve evin yüzü burkuldu Bir kıpırtı vardı şakaklarında. Yıkıcılar geldiler, yıktılar bütün duvarları. Kiremitleri topladılar birer birer. Tahtaları söktüler kanırtıp çivileri Ellerinde keserler. Anımsar mısın denize karşı oturmuştuk? İkimiz de arkamızı dönmek istememiştik kıyıya. Susmuştuk uzun bir hesaplaşmayla. İki sevgili vardı yan masada; Umurlarında bile değildi deniz, Alınları birbirine değecekti az daha. Yıkıcılar geldiler, Çıkardılar kapı ve pencerelerin pervazlarını. Kör gözleri ve açılmış ağzıyla Kaldı temelleri üstünde umarsız ev. Sıra balyozlardaydı artık, Çelik iskeletini evin ortaya çıkarmak için. Benim göğüs kafesimde bir iskete, İskeletimin bekçisi, içten bağlı kemiklerime. Sıçrayıp duruyordu ordan oraya, Duyuyordum kıpırtısını içimde. Bir bulut geçiyordu senin gözlerinden. Oturuyorduk, ben kızgın çölüm, sen yıldızsız göğünle. Yıkıcılar geldiler; Düştü gürültüyle yüzü köhne evin, Göründü bazı odaları ve iç duvarları. Ayrı renklere boyanmış sofası, isli mutfağı. Bir kesit kaldı geriye o evden Eski bir yaşantıyı simgeleyen. Çıkıp yürümüştük kıyı boyu Benim sıvası dökük yüzüm, senin çocuk gözlerinle. Oysa sen yürümeyi sevmezsin. Nasıl da değişmişti görünüşü Yıllardır görmediğimiz kentin. Yürümüştük anısıyla eski cumbalı evlerin. Yıkıcılar geldiler, çatıdan başladılar; Yalnız temel kaldı geriye ve birkaç tuğla kırığı. İş araçlarındı artık, Bir canavar ağzıyla deşmek için toprağı. Ve temizleyecekler yazılan yerde Bizden kalan bataklığı. (Sayı: 27, Haziran 1979, s.9) -Zeynep’e- Yeni çekilmiş bir dişin Yadırganan boşluğu Dilimin uzunda ismin. Somunu yitik bir vida Düştü düşecek yüreğim. Biran önce gel buraya Karpuz, kavun yiyelim. Bilmem ki ne diyeyim! Tek sözcük yok örselenmemiş; Dostluğun böğründe sancı, Sevgi toza belenmiş, Havı dökülmüş sevincin. Biran önce gel buraya Karpuz, kavun yiyelim. Batıp çıkıyorum durmadan, Ben bilirsin iyi yüzemem. Çarşafım diş gösteriyor. Dalgalı birdeniz kaç gündür Sallanan döşeğim. Biran önce gel buraya Karpuz, kavun yiyelim. (Sayı: 29, Ağustos 1979, s.9) Bir yüzük yaptım sana güvercin teleğinden, Bir yüzük bükerek hoşça kal sözcüğünden. Bir yüzük yaptım belli belirsiz, Eski bir gramofon sesinden. Bir yüzük serçe parmağın için, Bulutsuz bir gecede kayan yıldız izinden. Bir yüzük yaptım terli bir yüzük, Avucumdan geçen ince hayat çizgisinden. Yanmasını bilen bakır bir yüzük, Evine akım taşıyan elektrik telinden. Bir yüzük yaptım sana, bir yüzük ki; Yıllardır dinmeyen ormanların gümbürtüsünden. (Sayı: 30, Eylül 1979, s.4) -Hey yolcu; daha borçlusun bana, Sakın öleyim deme. Acıyım ben, alacağımı bırakmam kimsede. Seni bekliyor bütün tuzaklar, Bir bir düşeceksin hepsine. -Bilici hadi söyle, beni bekleyen ne? Ak kemikler sarp kara toprağın üstüne. Yakında gideceğim buradan Hiçbir sokağından geçmediğim, Anım olmayan bir kente. -Ay buluta giriyor, Kemikler seçilmiyor yerde. Uzun uzun uluyor Bir çakal paslı sesiyle. -Ben eski bir çakalım, Çocukluğundan kalma herkesin. Ulumaktan yoruldum. Belki bir sözcüğüm olurdu, Bir harf bulunsaydı sesime. -Bilici hadi söyle, beni bekleyen ne? Suya bak, aleve sor, göçebe rüzgârı dinle. Yeni bir kente gideceğim buradan; Ne uğurlayan olacak beni, Ne orda karşılayan, güvermiş bir sevinçle. -Su bulanık, duman alevi boğuyor, Rüzgâr suskun bu gece. Uzun uzun uluyor Bir çakal paslı sesiyle. -Ben eski birçakalım, Taşlandım, kovuldum bunca sene. Suç bende değil, bildiğim yok. Anımsarım nedense Hep geceyle birlikte. -Hey yolcu; daha borçlusun bana, Sakın öleyim deme. Rüzgârı bağladım ulu meşeye, Geceyi kararttım senin için. Çık yola, boşuna yanıt bekleme. Atımın çağrısına yapışan kene; Sıkı dur öyleyse durduğun yerde. Hoşça kal bilici, Kutsa beni sadece. Yeni bir kente gidiyorum acıyla birlikte. -İşte ay çıkıyor buluttan. Rüzgârın çözüldü dili duyuyorum. Alev sardı kuru odunları, Aydınlandı kara toprak görüyorum. Ama giden gitti ne gelir elden! Acı, ah acı, acımasız biliyorum. (Sayı: 33, Aralık 1979, s.5) Kar yağdı durmadan üç gün üç gece Tıkandı geçitler, yollar kapandı. Yalnızlığın buzdan çetelesinde, Kimseler umursamadı karı. Yüzlerinde iğreti bir kibirle Hep düşürmekten korktukları, Dalıp gittiler gündelik işlerine. Sevgilim, yanımda olsaydın keşke. Dizboyu birikmiş kar içinde Yürüdük uzatarak açtığımız kanalı, İki kar güvesi gibi sokaklarda seninle. Anardık bütün yitik aşkları Bu karlı kış gününde, Güngörmüş dağlara karşı Sımsıcak öpüşürdük sarılıp birbirimize. Kar yağdı durmadan üç gün üç gece; Yaslandı duvarlara, kapıları zorladı. Pencerelerden baktı ev içlerine. Kar hiç böyle kimsesiz kalmadı, Kendi özgül tarihinde. Çıngırakların, kızakların karı Yağdı her şeyin üstüne sessiz bir öfkeyle Sevgilim, yanımda olsaydın keşke Kar var yaşadığımız günlerde. Umutsuzluk çevremizi kuşattı. Kıtlık kıran gündemde. Yine de ele güne karşı, Özenle saklıyorum yüreğimde Sana duyduğum aşkı. Sevgilim, dört yanım kar içinde. (Sayı: 36, Mart 1980, s.19) Bedenin üşür, yüreğim sızlar, Ah kavaklar, kavaklar! Beni hoyrat bir makasla, Eski bir fotoğraftan oydular. Orda kaldı yanağımın yarısı, Kendini boşlukta tamamlar. Omzumda bir kesik el, Ki hâlâ durmadan kanar. Ah kavaklar, kavaklar! Acı düştü peşime, ardımdan ıslık çalar. (Türkiye Yazıları, Sayı: 43, Ekim 1980, s.17) (1940-1993), Bergama’da doğdu. Karşıyaka Lisesi ve Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe bölümünü bitirdi. Bingöl Lisesi’nde Felsefe Grubu Öğretmenliği ve daha sonra sürgün olduğu Bingöl’ün Genç ilçesi ile Karaman Lisesi’nde felsefe öğretmenliği yaptı. İşçi Partisi üyesi olan Altıok, Sivas katliamından (2 Temmuz 1993) ağır yaralı olarak kurtuldu ancak komadan çıkamayarak 9 Temmuz 1993’te Ankara’da öldü. Şiir kitapları şöyle: Yerleşik yabancı (1978), Kendinin avcısı (1979, Ahmet Telli ile 1980 Ö. F. Toprak şiir ödülü), Küçük tragedyalar (1981), İpek ve Klabtan (1987), Gerçeğin öte yakası (1990, Cemal Süreya şiir ödülü), Dörtlükler ve desenler (1990), Süveyda (1991), Alaturka şiirler (1992), Şiirin ilk atlası (1992), Hesap işi şiirler (1993), Bir acıya kiracı (1998-Bütün Şiirleri) Gerçekedebiyat.comYalnızlık Üzerine
İmgelem Üzerine Şiirle Denemeler Metin Altıok
Yanılsamalar / Metin Altıok
Pas Güneşi Yer / Metin Altıok
Özledim Birden / Metin Altıok
Yıkıcılar Geldiler / Metin Altıok
Havı Dökülmüş Sevincin
Ormanların Gümbürtüsünden / Metin Altıok
Eski Bir Çakal / Metin Altıok
Kar / Metin Altıok
Küçük Tragedyalar’dan / Metin Altıok
METİN ALTIOK KİMDİR?
YORUMLAR