Kültürel bağımsızlık kavramına, bana göre, iki açıdan yaklaşmak gerekiyor: Güdümlülük ve etkilenme. Çünkü başka bir kültürün güdümüne girmekle, başka bir kültürden etkilenmek ayrı ayrı şeylerdir. Üstelik doğrudan emperyalizmin oluşturduğu sömürge kültürlerinin güdümlülüğüyle, kitle iletişim araçları yoluyla sağlanmak istenen güdümlülük de farklılık taşımaktadır.

Konuyu edebiyat alanına kaydırdığımızda, kültürel bağımsızlık kavramının ulusallaşma sürecinde gündeme geldiğini görürüz. Bir bakıma ulusallık ve bağımsızlık biri ötekini çağrıştıran, nerdeyse özdeşleşmiş kavramlardır. Oysa ulusallık tek başına bağımsızlığı, belirleyemeyeceği gibi, bağımsızlık da ulusallığı getirmeyebilir.

Ayrıca kültür bir bütündür. Ulusal kültürler ve bunların o bileşkesi vardır. Başka deyişle bir bütün ve bu bütünün parçaları söz konusudur. Parçalar arasında ise sürekli bir geçişme, etkilenme görülmektedir.

Onun için sorunuzu salt güdümlülük açısından alıyor, kültürel bağımsızlığı da başka kültürlerin güdümünde olmamak biçiminde yorumluyorum. Ama yine de, bu anlamda bile bir kültürel bağımsızlığı gerçekleştirebildiğimiz kanısında değilim. Bu, felsefesizlik ve düşünsel üretim kısırlığı aşılamadığı sürece de gerçekleşemeyecek. Yalnız bu olumsuzluğun aşılması sürecine 1960'tan sonra girdiğimizi de belirtmem gerekiyor.  

Sorunuzun ikinci bölümüne gelince…

Bilindiği gibi edebiyatta ulusallaşma sürecine II. Meşrutiyet'te girilmiştir. Daha doğrusu edebiyat tarihleri böyle yazar. Bir anlamda, eğer ulusallığı dil ve konu yerliliği olarak alırsak doğrudur da bu. Ama birazcık farklı düşünüyorum bu konuda.

Tanzimat öncesi Türk edebiyatı, İslâm Kültürünün içinde yer alıyordu, büyük ölçüde Arap ve İran edebiyatlarının etkisindeydi; ama bir bakıma bütünseldi, kendi içinde bir özgünlüğü vardı. Tanzimat sonrasında eskiyle bağlar koparılırken bu bütünlük, bu özgünlük yitirildi. Ne Doğulu ne de Batılı olabilen garip bir karışım çıktı ortaya. Başka deyişle, Doğu'yla Batı'nın gayrimeşru ilişkisinin gayrimeşru ürünü... Siyasal anlamda sömürgeleşme söz konusu değildi belki, ama ekonomik anlamda sömürgeleşme sömürge kültürünün oluşma sürecini başlatıyordu. Bu noktada Osmanlılık, İslâmlık düşünceleri söz konusu oluşumu engellemede etkin oldular. Daha sonra Türkçülük, edebiyatta ulusal dile, ulusal kaynaklara yönelme hareketi olarak bu işlevi yüklendi. Kurtuluş Savaşı, ardından da Cumhuriyet bağımsızlık düşüncesinin hemen her alanda egemen olmasına yol açınca, bu durum, ulusallaşma çabalarını da hızlandırdı.

Halkevleri, Türk Tarih ve Dil kurumları, bu açıdan ulusallaşma hareketinin devletleştirilmesi olarak görülmelidir. Aynı zamanda devlet eliyle ulusal bir kültür yaratmanın amaçlandığını da... Ama yine devlet, 1940'larda çeviri etkinliğine girişerek evrensel kültüre açılmayı deneyecektir. Ulusallığın evrenselin dışında kalınarak gerçekleştirilemeyeceğinin kanıtıdır bu.

yazko edebiyat atilla özkırımlı

Bugün de benzeri yanlış sürmekte, ulusallık, evrensellik kavramları yanlış değerlendirilmektedir. Edebiyat ulusal nitelikler taşımalı (yalnızca dil açısından bile taşımak zorundadır o zaten), ama başka ulusların insanlarına da bir şeyler o söyleyebilmelidir. Ulusal olmadan evrensel olunamaz. Bunun tersi de doğrudur. Evrensel olmayan ulusal olamaz. Olsaydı, folklorun dışında edebi yaratıma gerek kalmazdı.

Eğer ulusallaşmayı kendi toplumunu, insanını yansıtma, sanatsal yaratımı olanaklı kılan bir anlatım dilini oluşturma biçiminde alıyorsak, bu gerçekleşmiştir. Ama evrenselleşmenin daha başlarında olduğumuzu düşünüyorum.

(Yazko Edebiyat, Ekim 1983. N: 36. ‘Kültürel bağımsızlığımızın neresindeyiz?’ soruşturmasına verilen yanıt)

Atilla Özkırımlı
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)