
Gri bağrında doğdum İstanbul
gri, parke, orospu sokaklarında
daha reklam neonları böyle çoğalmamıştı.
Kafası kazılı çocukların
tramvaylara asıldığı…
Ekmek daha böyle pahalanmamıştı.
Gri bağrında insanlar açtılar
ekmek ucuza satılırken.
Köprülerin böyle çoğalmamıştı
köprülerin altı ve üstü böyle çığlık çığlık…
Seni elimde ben büyüttüm.
Kendi ellerimle senden bir esaret yarattım.
Yunan’daki ibne oğlanlara benzer bir esaret.
Şimdi senin köprülerinden atlayacağız çifter çifter
senin orospu karnına, gri sokaklarına…
Ne zaman yok olduğunu göreceğim?
İstanbul seni kendi ellerimle yok etmek istiyorum.
İstanbul seni yok etmekten başka bir şey düşünmüyorum.
Çünkü kendimi yok etmekten başka bir şey düşünmüyorum.
Hepsini ben yaptım, benim suçum.
Kalk, üstümde dönüp durma!
Orgazm bile olmuyorsun, ben de olmuyorum.
Pis yağmurunu hiç sevmiyorum.
Üretici güçlerin gelişiyorsa bana ne!
Çikolata fabrikanı, bira fabrikanı,
Bomonti bira bahçeni çok seviyorum.
Çocukluğumu zehir ettikleri için değil.
Ciğerlerime meni ve nefret doldurdukları için.
Hep bira mayası ve nefret kusuyorum
Daha ne istiyorsun?
Çifter çifter atlayacağız köprülerinden,
tek başıma atlayacak cesaretim yok.
Nereye kadar geliştireceksin üretici güçlerini?
Penisimi hizmetine veremem, ne istiyorsun?
İnsanlar açlıktan kırılıyorlar sinema koltuklarında
Sana kızmaya hakkım yok biliyorum.
Hepsi benim suçum.
Ahlâkçılık yapmıyorum, her zevk mubahtır!
Köprüden atlamaya cesaretim yok diyorum sana
Ama her zevk mubahtır!
Tramvaylarını sen yok ettin,
kafası kazılı ve asılı çocukları.
Herşeyi ve hepsini sen yok ettin.
Kendi kendini üretirken yok ediyorsun.
Benim de bundan başka düşündüğüm yok.
Eşyanın tabiatına tamamen uygunsun.
Bundan memnun olmadığımı söylesem yalan
Söylemiş olurum.
Sen olmasan bu şiiri yazmazdım, düşün büyüklüğünü.
Bütün karanlık kıvrımlarına girdim,
bütün ideolojilerine girdim, sevmediğim yerin kalmadı.
Nefret ediyorum senden
sana olan “derin” sevgim de buradan geliyor.
Kalbimi sana verdim, penisimi hizmetine veremem.
Tek değerli şeyimi veremem.
Vapurlarına ve plâjlarına inanmıyorum.
Hiçbir şeyine inanmıyorum aslını sorarsan
Sana yazdığım bu şiiri ağıt diye alma!
Hiç umudum yok!
Hiç umudum yok İstanbul!
Reklam neonlarına, arabalarının kırmızı ışıklarına,
Eksoz borularına, havagazı ve su borularına, gazhane ve
Futbolintaharticaretine, dolmabahçefilocamiine, ahırkapı-
Fenerbahçene, bokluderesaithalimpaşalağımruletine, moda-
Yatpokere, parkoletperakahverejansına, havuzlubahçebira-
Fıçılarına, adalarayatpokere, taşlıtarlabaşıkerhane, Beyazıt-
Kulemısırçarşısına –kapalıticaretkara-, ibne esaretime sana,
Cumhuriyetpasajıentellektüel karanlığına –biliyorum her şey
Karşısına dönüşür ama hiç umudum yok- fındıkzadebetebeasfalt
tanatına, her şeyine tapıyorum.
Yani kendime tapıyorum lânet olası penisime.
Kendi kendime konuşuyorum sokaklarında
herkes deli zannediyor.
Senin sokakların, orospu sokaklarında
herkes deli zannediyor şimdilik.
Açlıktan kimse ölmemiş
böyle sinema koltuklarında isteri krizleri var.
Açık söylüyorum tek değerli şeyim kaldı
Vermeyeceğim İstanbul.
Uzayıp duruyor dolmuş kuyrukların,
her şey uzayıp duruyor köprülerin de,
yağlı saçları da lâlelide pastane “garçon”larının.
Hiçbiri farkında değil ibne esaretlerinin.
Deli zannediyorlar şimdilik!
Eskiden açlık vardı
şimdi o da yok sinema koltuklarında böyle başka
bir dünya.
Bahar geliyor bir mayısta bayram yapacağız.
Gazetelerde çarşaf çarşaf resimler ofset baskı renkli.
Dönüp dolaşıp aynı şeyleri söyletiyorsun bana.
Şiir miir değil bu yazdığım sana lâyık bir şey
Ginsberg’den kaldırma bir şey
Çiçekpasajıentellektüelmutfakkaranlığında
“Ulusal dar görüşlülük imkânsızlaşıyor.”
Neonlarına bakıyorum da şimdi, mulenruj falan,
coca cola, renault, murat yani fiat, pilma-tudor, pepsi cola.
Nereye kadar gelişecek üretici güçlerin?
Küçük Amerika oldun, bu şiirle tamamlandı gelişme.
Arada fark var biliyorum,
eşitliksiz gelişme kanunu var onu da biliyorum ama hiç
umudum yok!
Hiç umudum yok İstanbul!
Umudedecek neyim kaldı penisimi korumaya çalışıyorum.
Türü devam ettirmem gerek orospu karnında
köprüden çifter çifter atlasınlar diye
elele verip atlasınlar diye
Asyayla Avrupa’nın birleştiği yerde…
Boğaz Köprünü “kıçına sok” İstanbul!
(Türkiye Yazıları, Sayı: 20, Kasım 1978, s.20-21)
MUTLU PARKAN KİMDİR?
(1948-2021)
Prof. Dr. Uğur Mutlu Parkan, 1948'de İstanbul'da doğdu. Avusturya Lisesi'ndeki beş yıllık eğitiminden sonra Kabataş Lisesi'ni bitirdi, Kabataş Sinema Kulübü kurucularındandır. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden 1978 yılında mezun oldu. 1982 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi, Sahne ve Görüntü Sanatları Bölümünde Yüksek Lisansı bitirdi. Paris, Cenevre ve Berlin'de ekonomi-politik, sinema kuramları ve sinema estetiği üzerine araştırmalar yaptı. Çağdaş Macar Sinemasında Istvan Szabo, Amerikan Fantastik Sinemasında Kendini Yineleyen Motifler, Popüler Bir Dizi Filmin İçerik Analizi, 1965 Sonrası Alman Sinemasında Bireysel ve Toplumsal Sorunların Estetik Yansımaları, Çağdaş Fotoğraf Sanatında Maniyelist Tavır, 1990 Sonrası Avrupa Sinemasında Sinema ve Gerçeklik (Realite) İlişkisi, Andrei Terkovsky Sineması: Etik ve Estetik Açıdan Bir İnceleme, 1990 lı Yıllarda Türkiye’deki Değişimlerin Türk Sinemasına Etkileri, Fotografik Dil Yetisinin Evrimi Bağlamında Müdahale Sorunsalı, Resim Sanatındaki Modern Akımların Sinematografiye Etkileri, 1980 Sonrasında Türkiye’de Yaşanan İdeolojik ve Kültürel Dönüşümlerin Türk Sinemasına Yansımaları gibi tezleri vardır.
MUTLU PARKAN'IN KISA FİLMLERİ
66 (Altmış Altı) - 1967 .... Deneysel Kurmaca, 00:07:30 / Mutlu Parkan, Ali Taran, Orhan Oğuz
2. Hisar Kısa Film Yarışması, 16mm Dalı, Yarışma Filmi. 1968
3. Hisar Kısa Film Yarışması, Gösterim Seçkisi. 1969
3. İstanbul Uluslararası Deneysel Film Festivali, Neden Bir Deneysel Film Arşivine İhtiyacımız Var Bölümü, Gösterim Seçkisi. 2021
KAYNAK
Hisar Kısa Film Yarışması
Sinematek Görüntü Dergisi, 1968, Sayı 5
Gerçekedebiyat.com