Son Dakika



Yunan mitolojisine göre tanrılar tanrısı Zeus, insanları (kadın ve erkek) birleşik (sırt sırta yapışık), dört kollu, dört bacaklı, tek kafada iki ayrı yüzlü, tek tür olarak yaratmış. “Kadınadam” denebilecek tek tür olarak bu “çiftler” çok mutlu bir yaşam sürmüşlermiş. Nedeni yalnızca beden değil, ruh ikizi de olmalarıymış. Başka bir deyişle birleşik tek bedende birleşik tek ruh, ikisi bir tam, bir bütün gibi…

Anlatıdan anlatıya değişen nedenlerle kızdırdıkları Zeus onları ayırmaya karar vermiş ve şimşek gibi çakan kılıcıyla yalnızca beden değil, ruh olarak da ikiye bölmüş. Her birinden biri dişi diğeri erkek (görünüşte tam, aslında yarım) iki insan ortaya çıkmış ve dağılıp birbirlerine karışmışlar, doğal olarak diğer yarılarını, beden ve ruh ikizlerini yitirmişler. Böylelikle onları yaşam boyu diğer yarılarını aramaya mahkûm eden Zeus “diğer yarısını bulanları aşk tekrar yapıştırır ve birbirlerini tamamlarlar” demiş. “Ruh ikizi” veya “ruh eşi” miti böylece doğmuş, günümüzde de süren arayış başlamış, bulma veya bulduğunu sanma durumundaki duygulara da aşk denmiş olmalı. (Buna karşılık feministlerin erkekler için kullandığı, yaratıcı bir buluş olan “ruh öküzü” terimi oldukça yeni.)

Bana öyle geliyor ki Zeus’un ışıktan kılıcı şimşek gibi zikzaklı inmiş, toplamda denge sağlanmış olmakla birlikte “kadınadam”ı her şeyiyle eşit bölmemiş, bazı önemli organ, işlev ve özellikler ayrılan kadın ve erkeğe eşitsiz geçmiş. Örneğin, hakkaniyeti tartışma götürse de doğurganlık kadında, olmazsa olmazı tohum erkekte kalmış. Bölünen ortak bedenden büyük payı erkek almış, çoğunlukla, görece daha uzun, iri ve güçlü olmuş. Kadından çalmış, ilk haksızlık burada başlamış diyebilirsiniz ama karşılığı var. Kadın beynin değilse de aklın, zekanın çoğunu almış gibi. En önemlisi düşünme yeteneği eşit paylaşılmış gibiyken duygudan ve duygusal zekadan aslan payı kadına düşmüş. Sorun ve çatışmanın ilk tohumları da burada atılmış olabilir mi?

İnsan, acımasız doğa içinde ve ona karşı binlerce yıl amansız bir ölüm kalım savaşı sürdürürken başlangıçta doğal olarak “kaba güç” öne çıkmış olmalı. Avcı-toplayıcı ilkel toplumlarda araç gereçsiz ve silahsız insanın bir yandan her türlü doğa olayıyla öte yandan doğal geçinme ve korunma silahlarıyla donanmış tüm canlılarla savaşmak durumunda kalması kaçınılmazdı. Bu dönemde bedensel olarak güçlü erkeklerin daha etkin olması, doğum ve çocuk bakımı nedeniyle kadınların geri çekilmesi olağandı. Uzun zaman içinde ve deneyimle insan üstün yanının aklı ve zekâsı olduğunu keşfetti ve giderek artan oranda bunu kullandı, araç-gereç ve silahlar icat etmeye, yapmaya ve bunları geliştirmeye koyuldu.

Sizce ilk icatları günü korkular içinde avcılıkla geçiren erkekler mi yoksa düşünmeye daha çok zaman bulan (evde iş yaparken de düşünebilen) küçük gibi görünen birçok soruna pratik çözümler bulmak zorunda olan ve “ortak zekanın bölüşümünde daha büyük pay alan” kadınlar mı yapmış olabilir? Bence ikincisi! Av etinin çocukların yiyebilmesi için küçük parçalara ayrılması, bunun için kesici gereçler, ateş bulunduktan sonra pişirilmesi için gerekli kap kacağın sağlanması ve yaşamı sürdürmek ve kolaylaştırmak için gerekli birçok araç ancak kadınların fikriyle icat edilmiş olabilir. Bunlardan yola çıkarak, özellikle kırıcı, kesici, delici araç-gereçlerin büyütülmesi, etkinleştirilmesi, birbirlerinden ve vahşi hayvanlardan korunmada, avda ve türlü yiyecek elde edilmesinde kullanılması erkeklerce yapılmış, işlerini kolaylaştıran işlemlerden sayılabilir. Korunma deyince, günümüzde bile kadın için bir tür kafese, hapishaneye dönüşebilen barınak ve giyinme-örtünme de öncelikle çocuklarını, kendini, eşini ve yakınlarını doğanın olumsuz olaylarından koruma kaygısı nedeniyle kadınlarca geliştirilmiştir kanımca. Yine, hastalanan çocuklarını, yakınlarını ve avda, kazalarda, kavga ve savaşlarda yaralanan erkeklerini tedavi etmek mantık olarak kadınlara düşmüş olmalı. Günümüzde bile kırsal kesimde genellikle kadınların başta bitkiler, çeşitli ürünler ve doğal maddelerden ilaç yaptığına bakarak diyebiliriz ki tarihin ilk otacı ve sağaltıcıları kadınlardır, diyebiliriz. “Kocakarı ilacı” tanımı da bunun göstergelerindendir.

Ne yazık ki, henüz göçebe kabilelerden oluşan ilkel komünal toplumlarda, pagan dinlerle birlikte ortaya çıkan “din adamı” şaman büyücüler kadınların tüm üstünlük ve yeteneklerine el koyarak üstlenmeye başladılar. Yerleşik tarım toplumunda ise gelişmenin yavaşlaması pahasına kadınların yaratıcılığı ve etkinliği sınırlandırıldı. Bu kısıtlamalar sonucunda, yakın çağlarda hatta günümüzde, bilimde ve bilimsel teknolojik ilerlemelerde erkekler önde göründü, kadınların katkı payı azaldı. Bunun, ilerlemede nelere mal olduğunu saptamak olanaksız. Neredeyse tüm buluş, yenilik ve ileri adımların önce askeri alanlarda, silah ve savaş gereçlerinde olması rastlantı olabilir mi? Kadınların etkin katılımı durumunda bunların hızlanacağı, daha barışçı ve insanlık lehine alanlara kayacağı/yayılacağı savunulamaz mı?

Daha ileri çağların etkinlikleri olan sanat, kültür, edebiyat gibi zaman ve sabrın yanında, estetik ve incelik gerektiren alanlarda birçok ilkin kadınlarca gerçekleştirildiğini söylemek olası. Bunun için, kadınların her şeyi daha özenle düzenleme, zevkle işleme, süsleme, güzelleştirme konusundaki sabır, titizlik ve başarısına bakmak yeterli gibi. “Edebiyatı da Kadınlar mı Doğurdu” başlıklı yazımda köydeki tüm kadınlar gibi annemin bize doğaçlama masallar da anlattığından yola çıkarak edebiyatı kadınların hem de kız olarak doğurduğunu savunmuş, sonrasını şöyle anlatmıştım: İnsanların tarımla birlikte yerleşik topluma geçmesini izleyen feodal, teokratik ve ataerkil dönemde -günümüzde ayrılma durumunda kadınların doğurduğu çocuklara el koyması gibi- erkekler edebiyat dâhil kadın yaratıcılığı ve yeteneğine dayalı birçok şeye adım adım el koydular ve kadınları yalnız edebiyatın, sanatın değil neredeyse hayatın dışına ittiler. Yüz yıllarca yazılı edebiyatta kadının neredeyse hiç görünmemesinin nedeni açık değil mi?”

Görünen odur ki, giderek daha etkili silahlarla donanan erkekler daha da güçlenince esir veya ganimet olarak alıp köleleştirdiklerinden başlayarak kadınlar üzerinde egemenlik kurmuş, sınıfların oluştuğu yerleşik, din-tarıma dayalı feodal toplumda egemenliğini pekiştirmiş, kadınları ikinci düzeye indirmiştir. Orta çağ boyunca kadın hakları erkeğinin (sahibinin) insafına göre sınırlanmış, birçok alanda sıfırlanmıştır. Kısacası güç zekayı yenmiş ve zayıflatmıştır. Burjuva toplumunda başlangıçta kadınlara tanınan birtakım haklar işçi, emekçi kadınlar için genelde kâğıt üstünde kalmış, küçük burjuva kadınlar bir bölümünden, burjuva kadınlar tümünden yararlanmıştır. Yararlanma, toplumdan topluma, kadınların verdiği savaşıma göre değişiklikler göstermiş ve göstermektedir. Zaman zaman ilerleme ve gerilemeler meydana gelmiş ancak çekişme/çatışma hep süregelmiştir.

Erkeğe bunca yergi, kadına bunca övgüden sonra şunları belirtmeden edemeyeceğim: Birincisi, eşitsiz düzenin sürmesinde kadınların kolayına kaçıp edilgen davranmasının, ilk ve kalıcı eğitimi verdikleri çocuklarını düzene uyumlu yetiştirmelerinin payı hiç de az değil. İkincisi, eşitlik arayışının feminist bilinçle, görece örgütlülüğe kavuştuğu günümüzde yanlış eğilimler ortaya çıkabilmektedir. Amacı “üzüm yemek değil, bağcı dövmek” olarak saptıran, mücadeleyi öç alma erekli gören, feminizmi “erkek düşmanlığı” gibi algılayan uca savrulmalar “cinsiyetçi bakış ve ayrımcılığa” götürür ve maço erkek anlayışından farklı sayılamaz. Amaç, rolleri değiş tokuş etmek değil eşit haklar olmalıdır.

Kadın-erkek çatışmanın başlangıcı ister Zeus’un iki cinsi ayırması ister Lilith’in Adem’e başkaldırısı olsun, eşitsizlik hep sürdüğünden çıkar karşıtlığı ve çatışma da bazen yavaşlasa da günümüze dek kesintisiz gelmiş, örgütlü ve bilinçli bir “feminist” harekete son yüzyıllarda ancak dönüşebilmiştir. Bazı geri toplumlarda epeyce zayıfken, bizimki gibi ülkelerde baskı ve engellerle de boğuşmaktadır.

Fransız filozof, yazar, kadın hakları savunucusu Olympe de Gouges 1789 yılında bir “Kadın Hakları Bildirgesi” kaleme alır ve önerir. Asena Yalnız çevirisiyle Kafekültür Yayınları’ndan çıkan kitapta şöyle der Gouges: “Ey erkek, adil olabilmeyi becerebilir misin? (…) Söyle bana, kim verdi sana benim cinsiyetimi ezen egemenlik hakkını? Gücün mü? Yeteneklerin mi? …eğer cesaretin varsa yakınlaşmayı ister göründüğün doğanın içinde şöyle bir gezin ve senin o baskıcı gücüne kaynak oluşturabilecek bir örnek bul bana.” (Cumhuriyet kitap eki sayı 1644’ten alıntılanmıştır)

Bulabilir mi? Bulamaz bence. Çözüm, insanın parçası olduğu doğaya uyum göstermesi. Kadınla erkeğin zaman zaman birleştiğinde aldıkları hazzın sürekliliği, ruhsal birleşme ile, insanın kendi kendiyle kavgası denebilecek çatışmayı sonlandırıp eşitlenme ve bütünlenmeyle olanaklı bence. Görünen odur ki günümüzde süren “orantısız gücün orantısız zekaya” tahakkümü kendiliğinden değil, kadınların savaşımıyla ortadan kalkacak, böylece insan başlangıçtaki gibi bütünlenecek, gerçekten insanlaşacak, iki cinsiyet arasında aslında insanın kendi kendiyle olan kavgası bitecek, kalıcı barış ve sonucunda sürekli huzur ve mutluluk sağlanabilecektir. Belki de daha akıllı, olumlu, yaratıcı ve yararlı “üst insan” ortaya çıkmış olacaktır. Biçim değiştirse de sömürüye dayalı tüm toplumsal düzenlerde kadı piramidin her yerinde olsa da büyük çoğunlukla tabanı oluşturmuştur. Kadın-erkek eşitliği sağlanmadan sınıfların, sömürünün, silahlanmanın ve savaşların ortadan kalkması olası görünmemektedir.

Ali Günay
(Deliler Teknesi Sayı: 89)
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)