Akademik

CIA Frankfurt Okulu ve antikomünizm

Frankfurt Okulu ve iki kurucu ideologu Theodor Adorno ve Max Horkheimer Türk entelektüel hayatına 12 Eylül sonrasında solun silindir gibi ezildiği ve boşalan alana solumsu ama sol olmayan düşüncelerin şırınga edildiği dönemin yıldızları olarak geldiler. Neoliberal düzenin sacayağının (sınıf siyaseti yerine çokkültürcülük/kimlik siyaseti) teorisyenleri olmasının rastlantı olmadığını bu Okulun resmen CIA tarafından desteklenip yönetildiğini / yönlendirdiğini kanıtlayan bu yazı daha iyi anlatıyor. Fransız felsefeci Gabriel Rockhill'in bu önemli yazısında hepimiz kafamızdaki soru işaretlerinden çok şey bulacağız.

CIA Frankfurt Okulu ve antikomünizm
14-12-2022 21:20
16-12-2022 14:55

KÜRESEL TEORİ ENDÜSTRİSİNİN TEMELLERİ

Frankfurt Okulu eleştiri kuramı, Fransız kuramıyla birlikte, küresel kuram endüstrisinin en gözde 'mal'larından biri olmuştur.

Frankfurt Okulu, postkolonyal ve dekolonyal teoriden queer* teoriye, Afro-kötümserlik ve ötesine kadar, şu anda kapitalist dünyada akademik pazara hakim olan teorik eleştirinin ‘trend’ belirleyen pek çok biçimi için ortak ideolojik kaynak görevi görüyorlar.

Frankfurt Okulu'nun yaydığı ideoloji bu nedenle "küreselleşmiş" Batı entelijansiyası üzerinde temel bir etkiye sahiptir.  

Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü'nün ilk kuşağının aydınları -özellikle de bu makalenin odak noktası olacak olan Theodor Adorno ve Max Horkheimer- ‘Batı’ ya da ‘kültürel Marksizm’ olarak anılan şeyde yükselen yıldızlardı.

Jürgen Habermas'la Frankfurt Okulu'nun ikinci ve üçüncü kuşaklarında tarihsel materyalizmden uzaklaşmasına aşina olanlar için bu erken çalışma, çoğu kez -belki edilgin ya da karamsar olsa da- bazı noktalara odaklanmışken, eleştirel teorinin gerçekten bir "altın çağ" olup olmadığını irdelemeye çalışır.  

Bu varsayımda bir doğruluk payı varsa, eleştirel teoriyi radikal liberal - hatta bariz bir şekilde liberal - ideoloji olarak yeniden şekillendiren ilk Frankfurt Okulu'nun sonraki nesillerle karşılaştırılması kadar olabilir.[1]

Bununla birlikte, bu karşılaştırma noktası, siyaseti akademik siyasete indirgediğinizde olduğu gibi, çıtayı çok düşük tutuyor.

Ne de olsa, Frankfurt Okulu'nun ilk kuşağı, komünizmin anlamı ve önemi üzerine gerçek bir entelektüel dünya savaşının verildiği 20. yüzyılın küresel sınıf mücadelesindeki en yıkıcı çatışmalardan bazılarını yaşadı.

Tarihin ya da Batı akademisinin dar görüşlülüğünün aldatıcılığından kaçınmak için, Sosyal Araştırmalar Enstitüsü'nün çalışmalarını uluslararası sınıf mücadelesiyle ilişkili olarak yeniden bağlamsallaştırmak bu nedenle önemlidir.

Bu bağlamın en önemli özelliklerinden biri, kapitalist yönetici sınıfın, onun devlet yöneticilerinin ve ideologlarının Solu, -soğuk savaşçı CIA ajanı Thomas Braden'ın sözleriyle- "uyumlu", "komünist olmayan" anlamına gelir.[2]

Braden ve diğerlerinin ayrıntılı olarak açıkladığı gibi, bu mücadelenin en önemli yönü, anti-komünizmi teşvik etmek ve solcuları fiilen mevcut olana karşı pozisyon almaya çekmek için vakıf parasının ve Kültürel Özgürlük Kongresi (CCF) gibi ajan cephe gruplarının kullanılmasından oluşuyordu.  

ADORNO’NUN İLK YAZILARI CIA DERGİSİNDE YAYINLANDI

Horkheimer, CCF tarafından Hamburg'da düzenlenen yüzlerce komünist gösteriden en az bir gösteriye katıldı.[3] Adorno'ysa, türünün Avrupa'daki en büyük incelemesini, 'Teşkilat'ın diğer yayınları için model olan CIA tarafından finanse edilen Der Monat dergisinde hiç çekinmeden yazdı. Makaleleri diğer iki CIA dergisinde de yayınlandı: Encounter ve Tempo presente.

Ayrıca, Alman antikomünist Kulturkampf'ın tartışmasız önde gelen figürü olan CIA ajanı Melvin Lasky’ye bizzat evinde ev sahipliği yaptı, yazıştı ve işbirliği yaptı.[4]

Der Monat'ın kurucusu ve baş editörü ve aynı zamanda CIA'nın CCF'sinin asli yönlendirme komitesinin bir üyesi olan Lasky, Adorno'ya, makalelerini yayınlamak ve diğer her türlü beyan dahil olmak üzere Sosyal Araştırmalar Enstitüsü ile her türlü işbirliğine açık olduğunu söyledi. [5] Adorno onun teklifini kabul etti ve 1949'da Horkheimer'ın Akıl Tutulması da dahil olmak üzere yayınlanmamış dört el yazmasını yayınlaması için bu ajana çekinmeden gönderdi.[6]

Bu kişi Horkheimer'ın ömür boyu işbirlikçisiydi. Bu nedenle, Batı Almanya'daki CCF ağlarıyla yakından bağlantılıydı ve adı, 1958/59'dan kalma, CCF'nin tüm Alman komitesi için planların ana hatlarını çizen bir belgede geçiyordu.[7]

Dahası, 1966'da bu uluslararası propaganda örgütünün bir CIA cephesi olduğunun ortaya çıkmasından sonra bile Adorno, "her zamanki gibi" [CCF'nin] Paris karargâhının genişleme planlarına dâhil olmaya devam etti. Almanya'nın ABD tarafından denetlenen kısmında yaşıyorlardı.[8]

Bu, göreceğimiz gibi, buzdağının sadece görünen kısmıydı ve Adorno ve Horkheimer'ın komünizm karşıtı Sol'un seçkin ağları içinde bugün bile küresel bir önem kazanması biraz şaşırtıcı.

TEORİK ÜRETİMİN DİYALEKTİK ANALİZİ

Aşağıdaki analiz, eleştirel teorinin bu iki kurucu babasının öznel teorik çalışmalarını, uluslararası sınıf mücadelesinin nesnel dünyası içine yerleştiren toplumsal bütünlüğün diyalektik bir açıklamasına dayanmaktadır.

Bu analizlerim, pek çok küçük burjuva akademisyenin, sanki birinin "düşüncesi", kendi "yaşamından" ayrılabilirmiş ve ayrılması gerekiyormuş gibi, entelektüel çalışmayla daha geniş sosyoekonomik dünya arasına umutsuzca dikmeye çalıştıkları keyfi ayrım çizgisini kabul etmez. Burada entelektüel aygıt olarak değineceğim teorik üretim, dolaşım ve alımlamanın maddi sistemidir.

Ne de olsa böyle diyalektik olmayan bir varsayım, maddi gerçeklikten ve bilginin ekonomi politiğinden tamamen bağımsız olarak işleyen manevi ve kavramsal bir alan olduğunu varsayan teorik çalışmaya yönelik idealist bir yaklaşımın belirtisinden biraz daha fazlasıdır!

Bu önvarsayım, entelektüel meta fetişizmini devam ettirir, yani teori endüstrisinin kutsal ürünlerini putlaştırma, onları genel toplumsal üretim ilişkileri ve sınıf mücadelesi içinde konumlandırmamızı yasaklar. Aynı zamanda, ister “Frankfurt Okulu eleştirel teorisi” isterse başka herhangi bir şey olsun, küresel teori endüstrisinde belirli bir franchise'a sahip olan veya bu franchise'ın parçası olmayı arzulayanların çıkarlarına da hizmet eder. Çünkü franchise'ın kendisinin marka imajını korur (lekelenmemiştir).  Entelektüel meta fetişizmi teori endüstrisindeki tüketimin başlıca özelliğiyken, marka imajı yönetimi üretimin alamet-i farikasıdır.

Böyle bir diyalektik analiz için, Adorno ve Horkheimer'ın gerçekten de kapitalizme, tüketim toplumuna ve kültür endüstrisine yönelik önemli eleştirileri formüle etmede öznel failliklerini harekete geçirdiklerini kabul etmek önemlidir. Bunu inkâr etmek şöyle dursun, bu eleştirileri yalnızca akademik çevrelerde nadiren gündeme getirilen çok basit ve pratik bir soruyu sormayı gerektiren nesnel toplumsal dünyaya yerleştirmek istiyorum:

Kapitalizmin olumsuz etkileri olduğu kabul edilirse, ne yapılmalı? Kişi hayatlarının ve çalışmalarının derinliklerine indikçe, söylemlerinin kasıtlı gizlendiğini gördükçe, tepkileri o kadar açık hale gelir ve ortak entelektüel projelerinin birincil toplumsal işlevini anlamak o kadar kolay olur.

Kapitalizm için bazen eleştirel olsalar da, başka bir alternatif olmadığını ve nihayetinde bu konuda hiçbir şey yapılamayacağını veya yapılması gerektiğini düzenli olarak onaylarlar.

Daha sonra da göreceğimiz gibi, bu iki Frankfurt Okulu kurucusunun kapitalizme yönelik eleştirileri, sosyalizmi uzlaşmaz bir şekilde kınamalarının yanında sönük kalıyor. Sosyalizmin çok daha kötü olduğu yargısına varıldığı için, onların eleştirel teorileri nihayetinde kapitalist düzenin kabulüne yol açar. Kapitalist akademideki diğer moda söylemlerin çoğundan farklı olarak, ABS Teorisi diyebileceğimiz eleştirel bir teori öneriyorlar: Sosyalizm dışında her şey!

Bu bakımdan, Adorno ve Horkheimer'ın kapitalist dünya içinde bu kadar geniş çapta desteklenmesi ve terfi ettirilmesi hiç de şaşırtıcı değil. Uyumlu, komünist olmayan solu desteklemek için ve fiilen var olan sosyalizm tehdidine karşı, bu gibi akademisyenleri 20. yüzyılın en önemli ve hatta en radikal Marksist düşünürlerinden bazıları olarak savunmaktan daha iyi taktik ne olabilir?

Dolayısıyla bu ikiliye göre “Marksizm”, aşağıdan sınıf mücadelesine doğrudan bağlı olmayan, daha ziyade her türlü “ tahakküm”ü özgürce eleştiren ve nihai olarak sözde olanlara karşı ve kapitalist kontrol toplumlarının yanında yer alan bir tür anti-komünist eleştirel teori olarak yeniden tanımlanabilir: Güçlü sosyalist devletlerin ‘faşist’ dehşeti!

Cahil anti-komünizm, kapitalist kültür içinde çok geniş çapta teşvik edildiğinden, Marksizmin bu yeniden tanımlanması girişimi, bazı okuyucular tarafından hemen gerici ve sosyal şovenist olarak kabul edilmeyebilir (nihayetinde burjuva toplumunu herhangi bir alternatifin üzerine çıkarması anlamında).

Ne yazık ki, iş fiili olarak var olan sosyalizme geldiğinde, kapitalist dünyadaki nüfusun büyük bir kısmı, titiz bir analizden ziyade, bilgisiz iftiraların düşünmeden tepkisine alıştırıldı.

Komünist bir öcü etrafında propaganda amacıyla inşa edilmiş mitolojik korku hikâyeleri yerine, tüm iniş ve çıkışlarıyla birlikte bu projelerin maddi tarihi anlamak için gerekli olduğundan, okuyucuyu ayrıntılara inip Annie Lacroix-Riz, Domenico Losurdo, Carlos Martinez, Michael Parenti, Albert Szymanski, Jacques Pauwels ve Walter Rodney gibi titiz tarihçilerin zengin çalışmalarını okumaya herkesi davet ediyorum. Ayrıca okuyucuyu, Minqi Li, Vicente Navarro ve Tri gibi titiz analizciler tarafından yapılan kapitalizm ve sosyalizm arasındaki önemli niceliksel karşılaştırmaları incelemeye davet ediyorum.

(Continental: Sosyal Araştırmalar Enstitüsü.[9] Bu tür çalışmalar, hakim ideolojilerce aforoz edilir  çünkü mecazlara ve bilgisiz ideolojik reflekslere güvenmek yerine kanıtları bilimsel olarak inceler. Dahası, küresel teori endüstrisi tarafından teşvik edilen eleştirel teorinin spekülatif biçimleri tarafından büyük ölçüde gölgede bırakılan, tarihsel ve materyalist çalışma türüdür.)

DEVRİM ÇAĞINDA ENTELEKTÜELLER ve KÜRESEL SINIF SAVAŞI

Genç yaşlarına, Rus Devrimi'nin dünya-tarihsel olayları ve Almanya'daki devrim girişimi damgasını vurmuş olsa da, Adorno ve Horkheimer, sözde kitle siyaseti bataklığına karşı ihtiyatlı estetlerdi. Bu olaylar Marksizme olan ilgilerini artırsa da, öncelikle entelektüel nitelikteydi. Horkheimer, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, özellikle konsey vahşice bastırıldıktan sonra, ona üye olanlardan bazılarına destek sağlayarak, Münih konsey cumhuriyeti çevresindeki faaliyetlere marjinal olarak dahil oldu. Bununla birlikte, o -daha çok Adorno için de geçerlidir- "dönemin patlayıcı siyasi olaylarından uzak durmaya ve kendini, öncelikle kendi kişisel kaygılarına adamaya devam etti."[10]

Sınıf konumları bu açıdan önemsiz olmaktan çok uzaktı, çünkü bu durum onları ve politik bakış açılarını toplumsal üretim ilişkilerinin daha geniş, nesnel dünyası içinde konumlandırıyor.

Her iki Frankfurt Okulu teorisyeni de varlıklı ailelerden geliyor. Adorno'nun babası "zengin bir şarap tüccarıydı" 11] ve Horkheimer'ınki "birkaç tekstil fabrikasına sahip" bir "milyoner”di. [12] Benzer şekilde, Horkheimer hiçbir zaman “herhangi bir işçi sınıfı partisinin açık bir üyesi” olmadı.[13]  “Horkheimer çevresine mensup olanların hiçbiri politik olarak aktif değildi; kökenleri ne işçi hareketinden ne de Marksizm'den geliyordu.”[14]

John Abromeit'in sözleriyle Horkheimer, teorinin sözde bağımsızlığını korumaya çalıştı ve "Lenin, Lukács ve Bolşeviklerin, eleştirel teorinin işçi sınıfında veya daha spesifik olarak işçi sınıfı partilerinde 'kökleşmesi' gerektiği yönündeki tutumunu reddetti".[15] 'Eleştirel' teorisyenleri, araştırmalarını "totaliter propaganda" olarak küçümsediği bir çalışma türü olan proletaryaya dayandırmak yerine entelektüel olarak özgür aktörler olarak çalışmaya teşvik etti.[16] Adorno'nun düşüncesinin genel konumunu, Herbert Marcuse'ninki gibi, Marie- Josée Levallée şu ifadelerle açıklıyordu: “Lenin'in Ekim Devrimi'nin öncüsü yaptığı Bolşevik parti, Sovyet Devletini kendi imajına göre şekillendirecek ve proletarya diktatörlüğünü kendi diktatörlüğüne çevirecek merkezi ve baskıcı bir kurumdu.” [17]

Horkheimer, 1930'da Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü'nün müdürlüğünü devraldığında, çaylak dönemi kapitalizm, sınıf mücadelesi ve emperyalizme ilişkin titiz tarihsel materyalist analizlerden ziyade, kültür ve otoriteyle ilgili spekülatif kaygılarla karakterize edildi.

Gillian Rose'un sözleriyle, Horkheimer yönetimindeki Enstitü, "akademiyi politize etmek yerine" "akademik siyaseti benimsedi."[18] Tercihi, “yalnızca uzaktan bile olsa siyasi olan her türlü faaliyetten değil, aynı zamanda Almanya'daki durumu duyurmak veya göçmenleri desteklemek için her türlü kolektif veya örgütlü çabadan da uzak durmaktır.”[19]

Nazizmin yükselişiyle birlikte, Adorno kış uykusuna yatmaya çalıştı. Rejimin yalnızca "siyasi olarak dikkatleri kendilerine çeken ortodoks Sovyet yanlısı Bolşevikleri ve komünistleri" hedef alacağını varsayarsak (aslında toplama kamplarına ilk konulanlar onlar olacaktı).[20] "Nazileri ve onların 'büyük güç' politikalarını kamuoyu önünde eleştirmekten kaçındı."[21]

AMERİKAN TARZI ELEŞTİREL TEORİ

İlerici siyasete açıkça katılmayı reddetme eğilimi, Enstitü liderleri 1930'ların başlarında onu Amerika Birleşik Devletleri'ne taşıdığında daha da yoğunlaştı.

Frankfurt Okulu kendisini "yerel akademik veya kurumsal hassasiyetlere uyacak şekilde geçmiş ve şimdiki çalışmalarını sansürleyerek yerel burjuva düzenine uydurdu."[22] ABD sponsorları ilginçti.[23] Ayrıca, Herbert Marcuse'nin daha sonra açıklayacağı gibi, her türlü siyasi faaliyet kesinlikle yasaktı.[24] Horkheimer enerjisini Enstitü için kurumsal ve devlet finansmanı sağlamaya harcadı ve hatta ABD'deki çalışmalarını tanıtması için bir halkla ilişkiler firması tuttu. -Stuart Jeffries'in sözleriyle- "Amerika'daki sürgünleri sırasında vakıf desteği arayışındaki fahişeler, baskıcı ABD toplumunun baskın ideolojisini desteklemek için becerilerini ve fikirlerini meta olarak satıyorlar."[25]

Gerçekten de entelektüel özgür ajanlardı! Kendi pazar anlayışına sahip eleştirel teori markaları için şirket ve devlet sponsorluğu arayışlarında onları hiçbir sol örgüt ya da işçi sınıfı sendikası eleştirmemiş, engel olmamıştı. 

BRECHT'İN YAKIN ARKADAŞI WALTER BENJAMİN

Benjamin, o dönemde Frankfurt akademisyenlerinin en önemli Marksist muhataplarından biriydi. Amerika Birleşik Devletleri'nde onlara katılamadı çünkü 1940'ta Naziler tarafından neredeyse kesin olarak tutuklanmadan önceki gece Fransa ve İspanya sınırında trajik bir şekilde intihar etti.

Adorno'ya göre, "Enstitü'nün daimi üyesi olduğu ve bunu bildiği" için "zaten kurtulduktan sonra kendini öldürdü". Ünlü filozof ve “maddi olarak tamamen bize güvenebileceğini” biliyordu.

Ulrich Fries tarafından yakın zamanda yayınlanan ayrıntılı bir analize göre, Frankfurt Okulu'nun önde gelen şahsiyetlerinin Benjamin'e Nazilerden kaçması için finansal olarak yardım etmeye isteksiz olmakla kalmayıp, aynı zamanda kendilerini samimiyetsiz bir şekilde onun hayırsever velinimetleri olarak sunmaya çalıştılar!  

İntiharından önce Benjamin, aylık bir maaş için mali olarak Enstitü'ye bağımlıydı. Bununla birlikte, Frankfurt bilim adamları, Brecht'in ve devrimci Marksizmin onun çalışmaları üzerindeki etkisini hep aşağıladılar. Adorno, Horkheimer'a Benjamin'in etkisinden "kesin olarak" kurtulması gerektiğini açıklarken, Brecht'i antikomünist "vahşi" sıfatıyla tanımlamaktan hiç çekinmedi.[28]

O halde Benjamin'in, kısmen Adorno'nun çalışmalarına yönelik eleştirileri ve 1938'de Baudelaire çalışmasının bir bölümünü yayınlamayı reddetmesi nedeniyle maaşını kaybetmekten korkması şaşırtıcı değildir.[29]

Horkheimer, aşağı yukarı aynı zamanlarda, faşist güçler etrafını sararken, Benjamin'e 1934'ten beri tek gelir kaynağının kesilmesine hazır olması gerektiğini açıkça söyledi. ABD'ye 200 doların altına mal olacak bir buharlı gemi bileti için ödeme yaparak Benjamin'in kurtuluşa giden yolculuğunu finanse etti.[30]

Ama bu, kelimenin tam anlamıyla "kendi adınai bir hesaba fazladan 50.000 ABD Doları aktardıktan bir ay sonra" idi ve bu, "sekiz ayda ikinci kez" ek bir 50.000 ABD Doları (2022'de 1 milyon doların biraz üzerine eşdeğer) güvence altına almıştı! [31] Temmuz 1939'da Friedrich Pollock, Arjantin'deki bir tahıl işletmesinden, emlak spekülasyonundan ve et ticaretinden elde ettiği kârla Frankfurt Okulu'nu finanse eden kapitalist bir milyonerin zengin oğlu Felix Weil'den, Enstitü için ek 130.000 dolar aldı.

EKSİK OLAN PARA DEĞİL SİYASİ İRADEYDİ

Eksik olan para değil siyasi iradeydi. Gerçekten de Fries, Horkheimer'ın Benjamin'i terk etme yönündeki zalimce kararının, yönetmenlerin "özel hayat hedeflerini gerçekleştirmeyi sistematik olarak diğer herkesin çıkarlarının üzerinde tuttukları gibi..." "yanlış bir imaj yaydıkları daha geniş bir modelin parçası olduğu konusunda Rolf Wiggershaus ile hemfikirdir. Nazi rejimi tarafından zulme uğrayanlara olağanüstü bir bağlılık.”[32]

Helmut Heißenbüttel'e göre, Benjamin'in tabutuna son çiviyi çakmak istercesine, edebi mirası, açık Marksist unsurlardan daha sonra temizlendi: “Adorno'nun Benjamin'in çalışmaları için yaptığı her şeyde Marksist-materyalist taraf silinmiş olarak kalır. [...] Eser, hayatta kalan tartışmalı muhabirin kendi görüşünü empoze ettiği bir yeniden yorumda karşımıza çıkıyor.”[33]

Todd Cronan, 1940 civarında - Pollock'un Devlet Kapitalizmi’ni yazdığı yıl civarında, Frankfurt Okulu'nun ırk, kültür ve kimliğe ayrıcalık tanımak adına sınıf analizine giderek daha fazla sırt çevirdiği genel siyasi yöneliminde elle tutulur bir değişim olduğunu savundu:

"Bana öyle geliyor ki" diye yazmıştı Adorno o yıl Horkheimer'a, "bir zamanlar proletaryanın bakış açısından gördüğümüz her şey bugün korkunç bir güçle Yahudiler üzerinde yoğunlaşmış durumda."[34]

Cronan'a göre, Adorno ve Horkheimer, "Marksizmin içinden, sınıfı ekonomiden ziyade bir güç, tahakküm meselesi olarak görme olasılığının kapılarını açtılar (Yahudiler ekonomik sömürü tarafından tanımlanan bir kategori değildi). Ve bu olasılık ortaya çıktığında, genel olarak solda baskın analiz tarzı haline geldi.”[35]

Başka bir deyişle, Frankfurt teorisyenleri, ekonomi politiği temel alan tarihsel materyalist analizden daha genel bir analiz için zeminin hazırlanmasına yardımcı oldular: Neoliberal çağda pekişecek olan çokkültürcülük ve kimlik siyaseti.

Enstitü'nün, 1944-45'te Pollock'un idaresi altında "Amerikan İşgücünde Anti-Semitizm" üzerine kapsamlı bir çalışma üstlenmiş olması bu açıdan son derece aydınlatıcıdır. Faşizm, kapitalist yönetici sınıfın kapsamlı mali desteğiyle iktidara gelmişti ve hâlâ dünya savaşı devam ediyordu. Yine de, Frankfurt akademisyenleri, faşizmin kapitalist fon sağlayıcıları veya onlara karşı savaşan gerçek Naziler yerine ABD işçilerinin sözde anti-Semitizmine odaklanmak için tutuldular.

HABERMAS: DOĞU'YU KÖTÜLE BATI'NIN EMRİNDE ONU SAVUN

1949-50'de Frankfurt Okulu'nun entelektüel paravanları, Enstitü'yü komünizme karşı entelektüel dünya savaşının merkez üslerinden biri olan Batı Almanya'ya geri taşıdı.

Perry Anderson şöyle yazıyor: “KPD'nin [Almanya Komünist Partisi] yasaklanacağı ve SPD'nin [Almanya Sosyal Demokrat Partisi] Marksizm ile tüm bağlarını resmen terk ettiği bu ortamda, Enstitü'nün depolitizasyonu tamamlandı.”[41]

İlk yıllarda zaman zaman Adorno ve Horkheimer'ı soldan geride bırakan Jürgen Habermas, ikincisini "eleştirel gelenekle çelişen oportünist uygunluk"la suçladı.

Habermas'ın liberal demokrasiyi eleştiren ve "devrim"den söz eden iki makalesini yayınlamayı reddederek Enstitü,  çalışmalarına sansür uyguladı ve "burjuva toplumunun prangalarından" kurtulma olasılığını öne sürmeye cüret etti.[43]

Özel yazışmalarında, Horkheimer, Adorno'ya içtenlikle, "bu prangacı cemiyetin kamu fonları üzerinde var olan bir Enstitü'nün araştırma raporunda bu tür kabullere sahip olmanın kesinlikle mümkün olmadığını" bildirdi.

Bu, Frankfurt Okulu'nun ekonomik temelinin, ideolojisinin veya en azından kamusal söyleminin arkasındaki itici güç olduğunun açık bir şekilde kabul edilmesidir.

Bu bağlamda, Horkheimer çevresinin sekiz üyesinden beşinin ABD hükümeti ve ulusal güvenlik devleti için analist ve propagandacı olarak çalıştığını hatırlamak önemlidir. Üyelerinin bir kısmı “hassas hükümet araştırma projeleri üzerinde çalışıyordu.”[45]

Horkheimer ve Adorno, Enstitü'den daha fazla destek aldıkları için aralarında yer almasa da, ikisinden sonuncusu, Paul için çalışmak üzere Amerika Birleşik Devletleri'ne göç etti. Lazarsfeld'in "hükümet psikolojik savaş programlarının fiili eklerinden" biri olan Radyo Araştırma Ofisi’ne...[46]

Bu iletişim araştırmaları merkezi, Rockefeller Vakfı'ndan 67.000 dolarlık önemli bir hibe aldı ve ABD ulusal güvenlik devleti (hükümet) ile çok yakın çalıştı. (Yıllık bütçesinin yüzde 75'inden fazlasını oluşturan para). Rockefeller Vakfı ayrıca Horkheimer'ın Almanya'ya ilk dönüşünü Nisan 1948'de, Frankfurt Üniversitesi'nde misafir profesörlük yaptığı sırada finanse etti.

Unutmayalım, Rockefeller'lar ABD kapitalizmi tarihindeki en büyük gangster ailelerinden biridir ve vakıflarını, çalınan servetlerinin bir kısmını "entelektüel faaliyet ve kültürün yozlaşmasında" seferber etmelerine izin veren bir vergi sığınağı olarak kullanırlar. [47]

Üstelik Frankfurt Okulu'nun sponsorluğu döneminde devletin doğrudan ulusal güvenliğine müdahil olmuşlardı. Amerikalılararası İşler Koordinatörlüğü Ofisi'nin (çalışmaları Stratejik Hizmetler Ofisi ve CIA'nınkine benzeyen bir federal propaganda kurumu) direktörü olarak görev yaptıktan sonra, Nelson Rockefeller 1954'te 'süper koordinatör' oldu. Soğuk Savaş Stratejisi için Başkanın Özel Asistanı unvanıyla gizli istihbarat operasyonları… Şirketle el ele çalışmanın kapsamlı bir geçmişi… (Kilise Komitesi raporunda ve diğer kaynaklarda açıklandığı gibi).

Kapitalist yönetici sınıf ve ABD imparatorluğuna tüm bu bağlarına karşın, ABD hükümetinin 1950'de 435.000 DM'lik (103.695 $ veya 1.195.926 $ eşdeğeri) çok önemli bir hibe ile Enstitü'nün Batı Almanya'ya geri taşınmasını desteklemesi şaşırtıcı. [49]

Bu fonlar, ABD'nin Almanya Yüksek Komiseri John McCloy tarafından yönetildi. McCloy, büyük petrol şirketleri ve IG Farben için hukukçu ve bankacı olarak çalışan ve Nazi savaş suçlularına kapsamlı aflar ve cezalar veren ABD seçkinlerinin çekirdek bir üyesiydi.

İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD ulusal güvenlik devletinin mimarlarından biri olarak hizmet ettikten sonra -derin devlet ile kapitalist yönetici sınıf arasındaki yakın ilişkinin göstergesi olan bir kariyer hamlesiyle- Chase Manhattan Bank'ın başkanı oldu.

Dış İlişkiler Konseyi ve Ford Vakfı. Enstitü, McCloy tarafından sağlanan fonlara ek olarak özel bağışçılar, Sosyal Araştırmalar Derneği ve Frankfurt şehrinden de destek aldı.

1954'te, "Anti-Bolşevik Birlik'in kurucu üyelerinden biri olan ve Nazi Partisi'ni finanse eden Mannesmann şirketi ile bir araştırma sözleşmesi bile imzaladı.

Kurul, Üçüncü Reich'ın Savaş Ekonomisi Lideri Nazi Wilhelm Zangen'di.[51] Frankfurt Okulu'nun bu şirketle yaptığı savaş sonrası sözleşmesi, işçi görüşlerinin sosyolojik bir incelemesi içindi.

Kapitalist hükümetlerin ve şirketokrasinin Sosyal Araştırmalar Enstitüsü'nü neden desteklediğinin belki de en net açıklaması Shepard Stone'un sözlerinde bulunabilir. İkincisinin, dünya çapında kültürel projeleri finanse etmek için CIA ile yakın bir şekilde çalıştığı Ford Vakfı'nda Uluslararası İlişkiler Direktörü olarak hizmet vermeden önce gazetecilik ve askeri istihbarat geçmişine sahip olduğunu not etmeliyiz (Stone bile oldu.

Kültürel Özgürlük Kongresi'ne, CIA kökenlerinin ortaya çıkmasından sonra yeniden markalaşma çabasıyla verilen yeni ad olan Uluslararası Kültürel Özgürlük Derneği Başkanı Stone, 1940'larda İşgal Altındaki Almanya Yüksek Komisyonu'nun halkla ilişkiler müdürüyken, Adorno'nun pasaportunu uzatması için ABD Dışişleri Bakanlığı'na kişisel bir not gönderdi: “Frankfurt Enstitüsü, Alman liderlerin eğitimine yardım ediyor.  Profesör Adorno gibi adamların o ülkede çalışma fırsatına sahip olmasının Almanya'daki genel demokratik hedeflerimiz açısından önemli olduğuna inanıyorum.”[52]

Enstitü, ABD devletinin ve kapitalist yönetici sınıfın yaptığı türden ideolojik çalışmalar yapıyordu.  

Enstitü'yü finanse eden "zincirleyen toplum"a ideolojik uygunluğun gerekliliklerini karşılayan ve hatta aşan Horkheimer, istihbarat servisleri eski kaynaklarla dolu olan Batı Almanya'daki ABD'nin komünizm karşıtı kukla hükümetine verdiği tam desteği açıkça ifade etti. Naziler ve Vietnam'daki emperyal projesi… (Çinlileri durdurmak için gerekli olduğuna karar vermişlerdi).[53]

Komünizm karşıtı Kulturkampf'ta propaganda karakolları olan Almanya'daki Amerika-Häuser'lerden birinde konuşurken, Mayıs 1967'de ciddi bir şekilde "Amerika Vietnam’da bir savaş yürütmek zorunda - ve şimdi beni dinleyin [...] ] bu çok fazla bir vatan savunması meselesi değil, ama esasen bir anayasanın savunulması, insan haklarının savunulması meselesidir.” dedi [54]

Adorno, büyük siyasi olaylar hakkında kamuya açıklama yapmaktan kaçınarak, sık sık küçük burjuva suç ortağı pasiflik siyasetiyle suçlansa da, yaptığı birkaç açıklama çarpıcı biçimde gericiydi.

Örneğin, 1956'da, Horkheimer ile birlikte, Süveyş Kanalı'nı ele geçirmeyi ve Nasır'ı devirmeyi amaçlayan İsrail, İngiltere ve Fransa tarafından Mısır'ın emperyalist işgalini savunan bir makale yazdı (Bu eylem Birleşmiş Milletler tarafından kınandı).

Bağlantısızlar hareketinin önde gelen sömürgecilik karşıtı liderlerinden biri olan Nasır'dan "Moskova ile komplo kuran […] faşist bir reis" olarak söz ederek şöyle haykırdılar: "Bu Arap soyguncu devletleri yıllardır İsrail'e saldırmak ve oraya sığınan Yahudileri katletmek için bir fırsat kolluyor.”[56]

Bu sözde “diyalektik tersine çevirme”ye göre, “hırsız” olan yerleşimciler değil, Arap devletleridir! Arapların kendi kaderini tayin hakkını ihlal etmek için çekirdek emperyalist ülkelerle çalışan sömürge karşıtı Adorno! Lenin'in, küresel teori endüstrisinde "diyalektik" için önemli olan çoğu şeyin özelliği olan bu tür bir safsatayla örtmek isteyenleri sert bir şekilde reddini hatırlamamız iyi olacaktır: "Diyalektiğin [...] safsataya bir köprü görevi görmesi ender değildir. Ama biz diyalektikçi olarak kalıyoruz ve genel olarak tüm dönüşümlerin olasılığını reddederek değil, verili olguyu somut ortamı ve gelişimi içinde analiz ederek safsatayla savaşıyoruz. [57]

Bu tür somut, materyalist analiz, Adorno ve Horkheimer tarzı idealist tersine çevirmelerde kesinlikle eksik olan şeydir!

Frankfurt Okulu'nun paravanları, en açık siyasi metinlerinden birini aynı yıl yayınladılar. Sömürgecilik karşıtı kurtuluş ve sosyalist bir dünyanın inşası için küresel hareketi desteklemek yerine, -birkaç küçük istisna dışında- Batı'nın üstünlüğünü kutlarken, Sovyetler Birliği'ni ve Çin'i defalarca aşağıladılar.

Doğu'daki "barbarlar"ın, "hayvanlar" ve "yığınlar" gibi açıkça insanlık dışı söz dağarcığını kullanarak tanımladıkları ırkçı betimlemelere başvurarak, onların "köleliği" seçen "faşistler" olduklarını açıkça ilan ettiler.[58] ] Adorno, yanlışlıkla, "Rusların sosyalizmden yana olduğunu" düşünen Almanları azarlıyor ve Rusların aslında "faşist" olduklarını hatırlatıyor. [59]

Adorno bu metinde, sanki onların yazdıkları her şeyi okumuş gibi, "Rusların yazdığı her şey ideolojiye, kaba, aptalca gevezeliğe kayıyor," diyor, her zamanki gibi tek bir kaynaktan alıntı yaparak. [60]

Düşüncelerinde, kendisine göre Marx ve Engels'te de bulunan "bir yeniden barbarlaşma unsuru" olduğunu iddia ederek, bunun "en ileri burjuva düşüncesinden daha fazla şeyleşmiş" olduğunu utanmadan ileri sürer. [61] Bu samimiyetsiz  tavır yetmezmiş gibi, Adorno, Horkheimer'la olan bu yazı projesini "kesinlikle Leninist bir manifesto" olarak tanımlama küstahlığını gösteriyor.

Adorno açıkça burjuva düşüncesini ve “en gelişmiş haliyle kültür” olarak adlandırdığı şeyi, sosyalist düşüncenin sözde barbarlığının üzerine inşa eder.[63]

Dahası, Horkheimer, -"Leninist" işbirlikçisinin çürütmesine yol açmayan dünya- tarihsel bir sonuca vararak, onların sosyal şovenizmini ikiye katladığını iddia ediyor: "Avrupa ve Amerika'nın muhtemelen en iyi uygarlıklar olduğuna inanıyorum. Refah ve adalet söz konusu olduğunda tarihin şimdiye kadar ürettiği şey burada. Şimdi kilit nokta, bu kazanımların korunmasını sağlamaktır.”[64]

Bu, 1956'da, ABD'nin hala büyük ölçüde ırk ayrımcılığı yaptığı, dünya çapında anti-komünist cadı avı ve istikrarsızlaştırma kampanyalarının yarıştığı zamandı.

İran (1953) ve Guatemala'da (1954) demokratik olarak seçilmiş hükümetleri deviren emperyalist eylemler sürerken. Avrupalı güçler sömürgelerini ellerinde tutmak ya da onları neo-sömürgelere dönüştürmek için sert mücadeleler yürütürken…

‘FAŞİZM ve KOMÜNİZM AYNI ŞEYDİR’

Adorno ve Horkheimer tarafından ileri sürülen en tutarlı siyasi iddialardan biri, sosyalist devlet inşası projelerinde, "Üçüncü Dünya"nın sömürgecilik karşıtı hareketlerinde ve hatta Yeni Sol'da, faşizm ile komünizm arasında "totaliter" bir eşdeğerlik olduğudur.

Her üç durumda da, "zorlayıcı toplumdan" kurtulduklarını düşünenler, işleri daha da kötüleştiriyor. Batılı kapitalist ülkelerin, kapitalist dünya içinde yükselen faşizme karşı önemli bir siper sunmadığı ve onu nihai olarak Sovyetler Birliği'nin mağlup ettiği gerçeği, onların bu cahil ve faşizmle yaşayabilirliği üzerinde düşünmelerine neden olmamış gibi görünüyor. (Basutçe söylersek bu, sosyalizmin sömürgecilik karşıtı hareketler ve 1960'ların ayaklanmaları için önemi hakkında hiçbir şey söylememektir).

Aslında, Auschwitz'in dehşetiyle ilgili tüm ahlaki görüşüne rağmen, Adorno bu kötü şöhretli toplama kampını fiilen kimin (Kızıl Ordu) kurtardığını unutmuş görünüyor!

Horkheimer, 1942'de yayınlanan ve Enstitünün diğer yayınlarının birçoğunun Ezop dilinden kopan sınırlı tirajlı bir broşürde, kendi at nalı teorisi versiyonunu özel bir netlikle formüle etmişti.

Friedrich Engels'i doğrudan ütopyacılıkla suçlayarak, üretim araçlarının toplumsallaşmasının baskının artmasına ve nihayetinde otoriter bir devlete yol açtığını ileri sürdü. Bu milyonerin oğluna göre, "burjuvazi daha önce hükümeti mülkü aracılığıyla kontrol altında tutuyordu", oysa yeni toplumlarda sosyalizm, birinin, yani partinin yani onun onurlu lideri aracılığıyla tutuyor.[65]

Horkheimer'ın bu makaledeki konumu, Batı Solu içinde çok yaygın bir ideoloji olan anarko-anti-komünizm ile mükemmel bir uyum içindedir. Domenico Losurdo'nun öngörülü bir şekilde işaret ettiği gibi, Nazi savaş makinesi 1940'ların başında SSCB'yi kasıp kavuruyordu ve bu nedenle Horkheimer'ın sosyalistlere devleti ve parti merkezileşmesini terk etmeleri çağrısı, onların Nazilerin soykırımsal saldırısı karşısında teslim olmaları talebinden başka bir şey değildi. [66]

Horkheimer'ın 1942 tarihli broşürünün sonunda, sosyalizmde arzu edilir bir şeyler olabileceğine ilişkin belirsiz imalar bulunurken, daha sonraki metinler, onların bu sosyalizmi tartışmasız bir şekilde reddettiklerini tam anlamıyla ortaya koyacaktı.

Örneğin, Adorno ve Horkheimer, Sovyetler Birliği ile ilişkileri hakkında kamuoyuna açıklama yapmayı düşünürken, Adorno, ortak yazarlığı planlanan bir yazının aşağıdaki taslağını Horkheimer’a gönderdi: "Toplumsal dünyanın diyalektik eleştirisi olarak felsefemiz, çağın eğilimi, Sovyetler Birliği'nden kaynaklanan siyaset ve doktrinin en keskin muhalefeti içindedir. Halk demokrasileri kılığına girmiş askeri diktatörlüklerin pratiğinde yeni bir baskı biçiminden başka bir şey göremiyoruz.”[67]

Adorno ve Horkheimer'ın fiilen var olan sosyalizme ilişkin materyalist analizlerinin ezici eksikliği göz önüne alındığında, bu bağlamda, CIA'in bile Sovyetler Birliği bir diktatörlük değildi.

Teşkilat 2 Mart 1955 tarihli bir raporda açıkça şunları söylüyordu: “Stalin'in zamanında bile kolektif liderlik vardı. Batı'nın Komünist düzen içinde bir diktatör fikri abartılıyor. Bu konudaki yanlış anlamalar, Komünist iktidar yapısının gerçek doğasının ve örgütlenmesinin kavranamamasından kaynaklanmaktadır.”[68]

1959'da Adorno, "Geçmişte Çalışmanın Anlamı" başlıklı bir metin yayınladı ve bu metinde, bu önceki taslakta atıfta bulunulan "utanç verici gerçek"i, - Soğuk Savaş ideolojisiyle tamamen uyumlu bir şekilde - geri dönüştürdü. Faşizm ve komünizm aynıdır çünkü bunlar "totaliterlik"in iki biçimidir!

Adorno, bu iki savaşan kampı açıkça birbirinden ayıran "politik-ekonomik ideoloji"nin avantaj noktasını açıkça reddederek, onları birleştiren daha derin bir sosyal-psikolojik dinamiğe ayrıcalıklı erişime sahip olduğunu iddia etti.[69]

"Otoriter kişilikler" olarak, ex cathedra, faşistler ve komünistlerin "zayıf egolara sahip olduklarını" ve kendilerini "gerçek var olan güç" ve "büyük kolektiflerle" özdeşleştirerek bunu telafi ettiklerini iddia etti.[70]

"Otoriter kişilik" kavramının kendisi, sözde diyalektik yoluyla karşıtları sentezlemeyi amaçlayan aldatıcı bir kroşe! Dahası, psikolojiyi, maddi güçler ve sınıf mücadelesinden daha merkezi görmek!

Faşistleri ve komünistleri psikolojik olarak tanımlamaya yönelik bu girişime rağmen, Adorno yine de aynı metinde, Nazilerin Sovyetler Birliği'ne saldırısının, Bolşeviklerin - Hitler'in kendisinin söylediği gibi - bir tehdit olması nedeniyle haklı gösterilebileceğini öne sürdü.

Adorno, "Doğu'nun Batı Avrupa'nın eteklerini yutacağı tehdidi apaçık ortadadır ve buna karşı koyamayan herkes, Chamberlain'in tavizini tekrarlamaktan tam anlamıyla suçludur."[71]

Analoji aydınlatıcıdır, çünkü bu durumda, "faşist" komünistlere karşı doğrudan savaşmazsa onları yatıştırmak lazımdır. Başka bir deyişle, kullandığı üslup ne kadar belirsiz ve dolambaçlı olsa da, bu, komünizmin yayılmasına karşı açık bir askeri muhalefet çağrısı gibi görünüyor (ki bu, Horkheimer'ın ABD'nin Vietnam'daki emperyalist savaşına verdiği destekle mükemmel bir uyum içindedir).

Adorno'nun fiilen var olan sosyalizmi şiddetle reddetmesi, Alfred Sohn-Rethel ile yaptığı mübadelede de tam olarak sergileniyordu.

İkincisi, Negatif Diyalektiğin dünyayı değiştirmekle ilgili söyleyecek bir şeyi olup olmadığını sordu ve Çin Kültür Devrimi'nin "olumlu gelenek"in bir parçası olup olmadığını kınadı.

Adorno, felsefeyi pratiğe dökmek için "resmi Marksizm"den gelen "ahlaki baskıyı" reddettiğini söyledi.[72]

"Bizi çaresizlikten başka hiçbir şey kurtaramaz." İyi bir ölçü olarak, komünist Çin'deki olayların umut için bir neden olmadığını ekleyerek, akılda kalıcı bir ısrarla, tüm düşünme yaşamının kararlı bir şekilde bu sosyalizm biçimine -ve muhtemelen diğerlerine- karşı çıktığını açıkladı: "Her şeyi inkâr etmek zorunda kalırdım. Bunu görünce dehşetten başka bir şey hissettiğimi kabul edeceksem tüm hayatım boyunca uzun düşündüm.”[74]

Adorno'nun umutsuzluğa açık hoşgörüsü ve aynı anda fiilen var olan sosyalizmden nefret etmesi, yalnızca kendine has, kişisel tepkiler değil, aynı zamanda sınıf konumundan ortaya çıkan duygulardır.

"Modern işçi hareketinin temsilcileri" diye yazmıştı 1910'da Lenin, "protesto edecekleri çok şey olduğunu ama umutsuzluğa kapılacak hiçbir şeyleri olmadığını görüyorlar."[75] İlk başarılı sosyalist devrim daha sonra "umutsuzluğun, kötülüğün nedenlerini anlamayan, çıkış yolu görmeyen ve mücadele etmekten aciz olanlara özgü olduğunu" açıklamaya devam etti.

Adorno, 1960'ların anti-emperyalist ve anti-kapitalist öğrenci aktivizmine yönelik eleştirilerinde de bu düşünce tarzını, daha doğrusu hissini sürdürdü. Kendisi de Hitler Gençliği'nin bir üyesi olan ve dört yıl boyunca "Nazi filozofu" (Heidegger'i betimlemesidir) kisvesi altında çalışmış olan Habermas ile bu aktivizmin "Sol faşizm" anlamına geldiği konusunda hemfikirdi.

Bazı öğrencilerin iddia ettiği gibi, Batı Almanya'yı “faşist” bir devletten ziyade işleyen bir demokrasi olarak savundu.[77] Aynı zamanda, Marcuse'nin eylemci öğrenciler ve savaş karşıtı hareket için yanlış yönlendirme olduğuna karar verdiği şey konusunda Marcuse ile tartıştı ve iyi diyalektikçiler için 'ne yapılmalı?' sorusunun cevabının hiçbir şey olmadığını açıkça iddia etti. [78]

Marksizmin temel ilkelerinden biri olan, özellikle de pratiğin önceliği olan diyalektik, safsata yoluyla tersine çevrilmiş olarak... Marx'ı tepetaklak ettiği bu bağlamda, kapitalist dünyanın ideolojik mantrasını bir kez daha tekrarladı: "Faşizm ve komünizm aynıdır."[79] [80]

İdealizm, Adorno ve Horkheimer'ın fiilen var olan sosyalizm ve daha genel olarak ilerici toplumsal hareketler hakkında düşüncelerinin ayırt edici özelliğidir.

Karaladıkları projeleri, bazen diğer konulara yaklaştıkları titizlik ve ciddiyetle incelemek yerine, somut analizden yoksun stok temsillere ve anti-komünist uydurmalara güveniyorlar (gerçi ara sıra birkaç anti-komünist yayına atıfta bulunuyorlar).

Emperyalist devletler ve onların istihbarat servisleri tarafından bolca finanse edilen ve desteklenen kudurmuş soğuk savaşçı Arthur Koestler'inkiler gibi...[81]

Bu, özellikle sosyalist devlet kurma projelerini kötülemeleri durumunda doğrudur. Konuyla ilgili yazıları, konuyla ilgili herhangi bir titiz bilime atıfta bulunmamakla kalmıyor, aynı zamanda bu kadar ciddi bir angajmana gerek yokmuş gibi davranıyorlar.

O halde, 68'li öğrencilerin Frankfurtlu alimlerin "teoride eleştirel, pratikte konformist" olan "otoriter devletin sol aptalları" olduklarını iddia eden broşürler dağıttıklarında haklı olup olmadıklarını merak etmekten kendini alamaz insan. [82]

Theodor Adorno'nun doktora öğrencilerinden biri olan Hans-Jürgen Krahl, akıl hocasını ve diğer Frankfurt profesörlerini alenen "Scheißkritische Theoretiker [boktan-eleştirel teorisyenler]" olarak lekeleyecek kadar ileri gitti. ABS Teorisinin bu sadık savunucuları Adorno'nun emriyle, Sosyalist Alman Öğrenci Ligi'ne katılımıyla ilgili bir üniversite işgali nedeniyle tutuklanırken  Negative Dialectics'in yazarının kendi öğrencilerini tutuklatmak için polisi araması, korkunç bir şeydir.

Ancak gördüğümüz gibi, bu buzdağının sadece görünen kısmı. Tuhaf bir anormallik olmaktan uzak, onun siyaseti, entelektüel aygıt içindeki toplumsal işlevi, sınıf konumu ve küresel sınıf mücadelesi içindeki genel yönelimi ile tutarlıdır.

BRECHT’İN YAZDIĞI OYUN: BATI ‘MARKSİZM’İNİN TUİS'İ

Brecht, metalaşmış bir kültürün özneleri olarak her şeyi geri alan (dolayısıyla Tellekt-uellen-in) entelektüellere (Intellektuellen) atıfta bulunmak için “Tuis” neolojizmini önerdi.

Bir Tui-Romanı hakkındaki fikirlerini 1930'larda Benjamin'le paylaşmıştı ve daha sonra daha önceki notlarından ortaya çıkan Turandot veya The Badwashers Congress adlı bir oyun yazdı. Kapitalist yönetici sınıfın sağladığı fonlarla Batı Almanya'ya yerleşen Frankfurt akademisyenlerinin aksine, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra sosyalist devlet inşası projesine katkıda bulunmak üzere Demokratik Alman Cumhuriyeti'ne dönen Turandot, kısmen bu Batılı “Marksistlerin hicivli bir eleştirisi olarak yazılmıştı.”

Oyunda Tuiler, her şeyi olduğundan farklı gösterdikleri için yüklü bir maaş alan profesyonel badanacılar olarak sunuluyor. Sen, ABS Teorisi'nin kısa bir özetini vermeden önce Turandot'ta "Bütün ülke adaletsizlikle yönetiliyor" diyor: "ve Tui Akademisi'nde öğreneceğiniz tek şey bunun neden böyle olması gerektiğidir."[84]

Tui eğitimi Sosyal Araştırmalar Enstitüsü'nün çalışması gibi, bize egemen düzenin alternatifi olmadığını öğretiyor ve böylece sistem değişikliği olasılığını ortadan kaldırıyor.

En çarpıcı sahnelerden birinde, Tui'ler badanacılar kongresine hazırlanırken gösteriliyor. Akademideki öğretmenlerden biri olan Nu Shan, konuşmacının yüzünün önünde bir sepet ekmek kaldırabilen veya alçaltabilen bir makara sistemi kullanıyor. Shi Me adlı genç bir adamı Tui olması için eğitirken, ona "Kai Ho'nun konumu neden yanlış" (Kai Ho, Mao Zedong'a benzeyen bir devrimcidir) konusunda konuşmasını söyler. Nu Shan, Shi Me yanlış bir şey söylediğinde ekmek sepetini başının üzerine kaldıracağını ve doğru olduğunda yüzünün önüne indireceğini açıklıyor. Shi Me'nin baskın ideolojiye uyma yeteneğiyle ilgili olarak çok fazla yükseltip alçalttıktan sonra, argümanları, rasyonel tartışmalardan yoksun, tiz bir anti-komünist iftira noktasına kadar yükseliyor: "Kai Ho, bir filozof değil, sadece boşboğaz. - sepet batıyor - bir baş belası, güce aç bir işe yaramaz, sorumsuz bir kumarbaz, bir pislik avcısı, bir tecavüzcü, bir inançsız, bir haydut ve bir suçlu. Sepet, konuşmacının ağzının hemen önünde havada asılı duruyor. Bir tiran!”[85] Bu sahne, mikro kozmosta profesyonel entelektüeller ve onların sınıflı toplumlardaki mali destekçileri arasında ilişkiyi sunar.

İlki, ikincisi için mümkün olan en iyi ideolojiyi sağlayarak akademik özgür ajanlar olarak ekmeklerini kazanıyor. Bu, düşünce için bir gıda meselesidir.

Frankfurt Okulu'nun "prangacı toplum"un ekmek verenlerine sunduğu şey artık önemsizdi. Sözde diyalektik safsatayı harekete geçirerek, 27 milyon Sovyet İkinci Dünya Savaşı'nda Nazi savaş makinesini yenmek için canını vermiş olsa da (en bariz biçimlerinden birini sayarsak), Dışişleri Bakanlığı'nın komünizmin faşizmden ayırt edilemez olduğu şeklindeki iddiasını, komünizm ve faşizm arasındaki karşıtlık kendisini bağırıyor olsa da abartılı bir akademik dille savundular. Dahası, sınıf mücadelesini pratik politik bağlardan kopmuş idealist bir eleştirel teori lehine değiştirerek, analizin temellerini tarihsel materyalizmden tahakküm, iktidar ve kimlik düşüncesinin genelleştirilmiş bir teorik eleştirisine doğru kaydırdılar.

Adorno ve Horkheimer böylece nihayetinde radikal iyileştiriciler rolünü oynadılar. Radikal bir görünüm geliştirerek, Batı yanlısı, anti-komünist bir ideoloji içindeki eleştiri faaliyetinin kendisini geri kazandılar. Batı Marksizmi'nin temelini oluşturan Avrupa ve Birleşik Devletler'deki küçük-burjuva entelijansiyanın diğer üyeleri gibi, Doğu'nun vahşi barbarları olarak tanımladıkları ve Batı'yı işgal etmeye cüret edenlere karşı, sosyal-şovenist tiksintilerini açıkça dile getirdiler. Lenin tarzı Marksist teorinin silahını, kendi kendilerini yönetebilecekleri ilkesine göre hareket etmek için kullanıyorlar. Batı'daki kapitalist tarafından finanse edilen profesörlük kalelerinin görece rahatlıklarından, kendilerini medenileşmemiş çevredeki bolşevik barbarların tesviye projesi olarak adlandırdıkları projeye karşı destekleyen Avrupa-Amerikan dünyasının üstünlüğünü savundular.

ABD ulusal güvenlik devleti de dahil olmak üzere kapitalist yönetici sınıf ve emperyalist devletler tarafından bolca finanse edilen ve desteklenen Frankfurt'taki Tui Akademisi'nin liderleri, bu nedenle, kapitalist uzlaşmanın anti-komünist politikasının nihai olarak küresel sözcüleriydi.

Tüketim toplumunun bazen dikkat çekici ayrıntılarla betimledikleri zaaflarına ellerini ovuşturarak, yine de, bu tür talihsizliklere sosyalist tedavinin, hastalığın kendisinden çok daha kötü olduğu şeklindeki temel varsayım nedeniyle, onlar hakkında pratik bir şey yapmayı reddettiler.

* Bu makale, kapsamlı referansları burada ileri sürülen iddiaları daha da destekleyen ayrıntılı bir analizden yararlanır ve daha da geliştirir. Gabriel Rockhill, "Critical and Revolutionary Theory"in Domination and Emancipation: Remaking Critique, Ed. Daniel Benson (Londra: Roman & Littlefield International, 2021). Bu makalenin önceki taslaklarında önemli geri bildirimler sağlayan, bazı argümanlar hakkında çekincelerini dile getirenler de dahil olmak üzere (bunların tüm sorumluluğunu kabul ediyorum) arkadaşlara ve meslektaşlarıma derinden minnettarım: Larry Busk, Helmut-Harry Loewen, Jennifer Ponce de Leon, Salvador Rangel ve Yves Winter.

NOTLAR

Kuir teori, ya da Queer Teorisi, 1990'lı yılların başında toplumsal cinsiyet çalışmaları alanında çıkmış olan, eleştirel kuramlar literatürüdür. Cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyet temelli LGBTI+ hareketinin politik, toplumsal, kentsel, ekonomik bağlamlarını inceler.

[1] "Critical and Revolutionary Theory"de Jürgen Habermas, Axel Honneth ve Nancy Fraser ile ilgili analizime bakın.

[2] Bakınız, örneğin, Thomas W. Braden, "I'm Glad the CIA 'Immoral'," Saturday Evening Post (20 Mayıs 1967). W.W. Rostow, CIA Direktörü Richard Helms aracılığıyla, Braden'in makalesini yayınlanmadan önce Amerika Birleşik Devletleri Başkanı ile paylaştı, bu büyük olasılıkla Teşkilat'ın "sınırlı görüşme" dediği şeydir. CIA Başkan Yardımcısı Victor Marchetti'nin eski yönetici asistanı Victor Marchetti'nin açıkladığı gibi, sınırlı görüşme, gizli profesyoneller tarafından kullanılan bir halkla ilişkiler taktiğidir: "Gizlilik perdeleri parçalandığında ve artık sahte bir örtbas hikayesine güvenemezlerse. Halkı yanlış bilgilendirerek, vakadaki kilit ve zarar verici gerçekleri saklamayı başarırken, bazı gerçekleri kabul etmeye - hatta bazen gönüllü olmaya - başvururlar. Bununla birlikte, halk genellikle yeni bilgilerle o kadar ilgilenir ki, meseleyi daha fazla sürdürmeyi asla düşünmez” (“CIA to Admit Hunt Involvement in Kennedy Slaying,” The Spotlight, 14 Ağustos 1978: https://archive.org /detaylar/marchetti-victor-cia-aug.-14-1978-ağustos-14-1978/mode/2up)

 [3] Bkz. Gabriel Rockhill, Radical History & the Politics of Art (New York: Columbia University Press, 2014), 207-8 ve Giles Scott-Smith, “The Congress for Cultural Freedom, the End of Ideology, and the Milan Conference of 1955: 'Söylemin Parametrelerini Tanımlamak'” Journal of Contemporary History, Cilt. 37 Sayı 3 (2002): 437-455. Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü'nün Paris şubesi, hangi çalışmanın bir Fransız dinleyici kitlesi için uygun olduğunu denetlemekten sorumlu olan Raymond Aron ile yakın işbirliği yaptı (bkz. Theodor Adorno ve Max Horkheimer, Yazışmalar: 1927-1969, Cilt I, ed. Christoph Gödde ve Henri Lonitz, çev.Didier Renault (Paris: Klincksieck: 2016), 146. Bildiğim kadarıyla Adorno ve Horkheimer'ın tüm yazışmaları İngilizce olmadığı için bu Fransızca baskıdan burada ve başka yerlerde alıntı yapıyorum). Savaş sonrası dönemde Aron, CCF'nin felsefi figürü ve kamuoyundaki görünürlüğü CIA desteğiyle son derece artan yorulmak bilmez bir anti-komünist ideolog haline geldi.

[4] "Etkin" derken, Lasky'nin kapsamlı anti-komünist propaganda çabalarında diğer ABD devlet kurumlarının yanı sıra CIA ile yakın bir şekilde çalıştığını kastediyorum, kendisinin bir CIA "vaka görevlisi" olduğunu değil (ki bu daha önce görülmemiştir). -Bildiğim kadarıyla onaylandı-. Lasky'nin CIA ve diğer kurumlarla işbirliği, çok sayıda dahili belgenin yanı sıra, diğerleri arasında Frances Stonor Saunders, Michael Hochgeschwender, Hugh Wilford ve Peter Coleman gibi araştırmacıların çalışmaları ile kanıtlanmıştır. Lasky'nin Adorno ile yazışmalarından bazıları Theodor Adorno ve Max Horkheimer, Yazışmalar: 1927-1969, Cilt. I-IV, ed. Christoph Gödde ve Henri Lonitz, çev. Didier Renault (Paris: Klinksieck: 2016).

[5] Bkz. Adorno ve Horkheimer, Correspondance, Cilt. III, 291.

[6] Bkz. Adorno ve Max Horkheimer, Correspondance, Cilt. III, 348.

[7] Freiheit in der Offensive'den Michael Hochgeschwender'ı görüyor musunuz? Der Kongreß für kulturelle Freiheit und die Deutschen (München: R. Oldenbourg Verlag, 1998), 488.

[8] Hochgeschwender, Freiheit in der Offensive?, 563.

[9] Bakınız, örneğin, Minqi Li, "21st Century: (Sosyalizme) Bir Alternatif Var mı?" Science & Society 77:1 (Ocak 2013): 10-43; Vicente Navarro, “Sosyalizm Başarısız mı Oldu? Kapitalizm ve Sosyalizm Altında Sağlık Göstergelerinin Analizi,” Science & Society 57:1 (bahar 1993): 6-30. Tricontinental, fiilen var olan sosyalizm ve bunun gerçekte var olan kapitalizmle nasıl karşılaştırıldığına ilişkin çok sayıda derinlemesine analiz sağladı: https://thetricontinental.org/.

[10] John Abromeit, Max Horkheimer and the Foundations of the Frankfurt School (Cambridge, BK: Cambridge University Press, 2011), 42.

[11] Thomas Wheatland, The Frankfurt School in Exile (Minneapolis: University of Minnesota Press, 2009), 24; Ingar Solty, “Max Horkheimer, A Teacher with a Class,” Jacobin (15 Şubat 2020): https://www.jacobinmag.com/2020/02/max-horkheimer-frankfurt-school-adorno-working-class- Marksizm; Wheatland, Sürgündeki Frankfurt Okulu, 13.

[12] Perry Anderson, Batı Marksizmi Üzerine Hususlar (Londra: Verso, 1989), 33; Steven Müller-Doohm, Adorno: Bir Biyografi, çev. Rodney Livingstone (Cambridge: Polity Press, 2005), 94.

[13] Anderson, Batı Marksizmi Üzerine Düşünceler, 33.

[14] Rolf Wiggershaus, Frankfurt Okulu: Tarihi, Teorileri ve Siyasi Önemi, çev. Michael Robertson (Cambridge, Massachusetts: The MIT Press, 1995), 104.

[15] Abromeit, Max Horkheimer, 150. Horkheimer'ın Sovyetler Birliği'ne yerleştirdiği yetersiz ve ihtiyatlı umut 1930'ların başında dağıldı ve “1950'den sonra Horkheimer, Batı'nın liberal-demokratik siyasi geleneklerini savunmaya başladı. […] tek taraflıydı” (Abromeit, Max Horkheimer, 15, ayrıca bkz. 181).

[16] “Eleştirel teori

Horkheimer, "ne totaliter propaganda gibi 'derin köklere sahip' ne de liberalist entelijensiya gibi 'bağımsız' değildir" iddiasında bulundu (Max Horkheimer, Critical Theory: Selected Essays, çev. Matthew J. O'Connell ve diğerleri (New York: Continuum, 2002), 223-4).

[17] Marie-Josée Levallée, "Ekim ve Devrim İçin Beklentiler: Arendt, Adorno ve Marcuse'nin Görüşleri", İdeal ve Pratik Olarak Rus Devrimi: Başarısızlıklar, Miraslar ve Devrimin Geleceği, ed. Thomas Telios ve ark. (Cham, İsviçre: Palgrave Macmillan, 2020), 173.

[18] Gillian Rose, Melancholy Science: Theodor W. Adorno Düşüncesine Giriş (New York: Columbia University Press, 1978), 2.

[19] Wiggershaus, The Frankfurt School, 133. Ayrıca bkz. Solty, “Max Horkheimer, a Teacher Without a Class” ve Rose, The Melancholy Science, 2.

[20] Müller-Doohm, Adorno, 181.

[21] Müller-Doohm, Adorno, 181. "Özel mektuplarında bile," diye yazıyor Müller-Doohm, "1930'ların ortalarına kadar, oldukça genelleştirilmiş, karamsar ruh hali resimlerinden ve açık ifadelerden başka bir şey bulamıyoruz. siyasi duruma ilişkin” (181).

[22] Anderson, Batı Marksizmi Üzerine Hususlar, 33. Thomas Wheatland, New York'taki Horkheimer Çevresinin “günün başlıca siyasi sorunları hakkında sessiz kalmayı ve kendi Marksizmini neredeyse tamamen [...gizlemeyi] seçtiğini” açıklıyor. [...] Horkheimer, siyasi aktivizmin olası yansımalarını ve hatta dönemin ana konularıyla siyasi angajmanı riske atmak konusunda isteksiz kaldı” (The Frankfurt School in Exile (Minneapolis: University of Minnesota Press, 2009), 99).

[23] Bkz. Stuart Jeffries, Grand Hotel Abyss: The Lives of the Frankfurt School (Londra: Verso, 2017), 72 ve 197.

[24] Bkz. Wheatland, The Frankfurt School in Exile, 72 (ayrıca bkz. 141).

[25] Jeffries, Grand Hotel Abyss, 136. Brecht, “Frankfurt Okulu'nun, bir yandan devrimin artık işçi sınıfının ayaklanmasına dayanamayacağı konusunda ısrar ederken, bir yandan da Marksist bir enstitü gibi görünerek bir burjuva el çabukluğu işlediğini ve kapitalizmin devrilmesinde yer almayı reddetmek” (Jeffries, Grand Hotel Abyss, 77).

[26] Alıntı yapılan Ulrich Fries, “Ende der Legende: Hintergründe zu Walter Benjamins Tod,” The Germanic Review: Literature, Cul

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
GÜNÜN KARİKATÜRÜ TÜMÜ
Karikatürler