Âşık Veysel’in hayatı / Enver Gökçe
Veysel Şatıroğlu 1310 yılında, Sivas’ın Şarkışla kazasına bağlı Ağcakışla nahiyesinin Sivrialan köyünde doğmuştur. Babası Şatıroğulları’ndan Karaca lâkaplı Ahmet adında bir çiftçi, annesi Gülüzâr adlı bir kadın. Anası Veysel’i güzlek yolunda doğurmuştur. Veysel’in maceralı hayatı yedi yaşından sonra başlar. 1310 yılları çiçek hastalığının salgın devridir. Veysel daha dünyaya gelmeden “Ahmet Efendi” iki kız çocuğunu çiçeğe kurban vermiştir. Veysel’in çocukluk yılları yavaş yavaş ilerlerken, 1317 yılına doğru yeni bir çiçek kasırgası geliyor. Küçük Veysel artık yataktadır ve çocuk gözleriyle doyamadığı dünyayı bir daha göremeyecektir. Âşık Veysel’in ıstıraplı hikâyesi işte burada başlıyor. Onu dinleyelim: “Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeğe gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kayarak düştüm, Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmışım… Çiçek zorlu geldi. Sol gözüme çiçek beni (beyi) çıktı. Sağ gözümde de, solun zorundan olacak, perde indi. O gün bu gündür dünya başıma zından.” Hastalık üç ay sürüyor. Küçük Veysel gözlerini iyice kaybetmiştir. Kardeşi Elif, Veysel’i gezdirmekte ve onu eğlendirmektedir. On yaşına doğru babası Ahmet Efendi, Veysel’in canı sıkılmasın ve teselli bulsun diye ona bir saz alıyor. Veysel’de saz çalma merakı ve sevgisi böyle doğmuştur. Mahallelerindeki Molla Hüseyin adlı komşuları, Veysel’in sazını düzenliyor, kırılan tellerini yapıyor. Zaten Sivas ve köylüleri âşık yatağıdır. Birçok saz şairleri eski âşık tarzını ve geleneklerini devam ettirmektedir. Bu arada Sivrialan’a da birçok âşıklar gelip gitmekte, saz çalıp türkü söylemektedirler. Küçük Veysel’de çalmak ve söylemek için merak gittikçe artıyor. Bu sırada köylerine Kangal-Divriği’nin Çamşıhı köylerinden Alâ adlı bir âşık geliyor; Ahmet Efendi’nin bostanını ekiyor, güzel de bağlama çaldığından Veysel bu adama bütün varlığıyla bağlanıyor. Fakat henüz sazı beceremediği için neşesizdir. İşte bu Alâ isimli âşık, Veysel’imizin ilk tel ustasıdır.
Şık Veysel’in hayatından ikinci mühim değişiklik seferberlikte başlamıştır. Kardeşi Ali de cepheye gitmiş, küçük Veysel kırık telli sazıyla yalnız kalmıştır. Harp patladıktan sonra Veysel’in bütün arkadaşları, emsali cepheye koşuyorlar. Veysel bundan da mahrum… Böylece münzevi olan ruhunda ikinci bir inziva da açılmıştır. Arkadaşsızlık acısı, sefalet, onu mutsuz, bedbin, umutsuz ve mahzun ediyor. Artık küçük bahçesindeki armut ağacının altında yatıp kalkmakta, geceleri ağaçların tâ tepelerine çıkarak içindeki derdini göklere ve karanlıklara bırakmaktadır. Sözü yine Âşık Veysel’e bırakalım: “Eve girerim yüzüm asık; anam babam halimi bilmez. Ben onarla derdimi, dokunmasın diye açamam.. Onlar benim kafa tuttuğumu zannederler, bense derdimi dökmekten çekinirken, öyle ki, sazdan bile farır gibi olsum.” Burada bir parça durmak lâzım. Veysel’in acısı üzerinde, hayat gerçeklerinin kırık ve kederli ruhunda açtığı derin yara üzerinde durmak lâzım… Veysel dayanılmaz bir kora düşmüştür, çok dertlidir. Onda, onu boş gözleriyle karanlıklara, sonsuzluklara atacak kuvvetli bir aşk doğmuştur. Veysel iyi saz çalmadığı için dertlidir; anadan doğma âşık ruhlu olduğu halde derdini dökemediği için, tek mısra bilemediği için dertlidir. Veysel’in annesi ve babası seferberlik sonlarına doğru “belki biz ölürüz de kardeşi Veysel’e bakmaz” düşüncesiyle Veysel’i Esma isimli bir kızla evlendiriyorlar. “Bahtı karalı” Veysel’imizin on günlük oğlan çocuğu annesinin memesi ağzında kalarak ölüyor. Bundan sonra Veysel’in bir kız çocuğu olmuşsa da 1337 yılının 24 Şubatında annesi, 17 gün yattıktan sonra, ondan sekiz ay sonra da babası ölüyor. Veysel şimdi ağabeyisi Ali ile yaşamaktadır. Veysel, bağ, bostan işleriyle uğraşıyor. Bu sıralarda köye âşıklar gelip gitmektedir. Karacaoğlan’dan, Emrah’tan, Âşık Sıtkı, Âşık Veli gibi saz şairlerinden çalıyorlar. Veysel köy odalarındaki bu âşık fasıllarından geri kalmamaktadır. Ağabeysinin bir kız çocuğu daha olunca çocuklara ve işlere bakılması için azap (hizmetkâr) tutuyorlar. Bu hâdise ileride Veysel’in bağrında yeni bir yara açacaktır. Bir gün Âşık Veysel hasta yatarken, kardeşi Ali de kevende iken Azap, Veysel’in Esma’sını kandırarak kaçıyor. Âşığımız artık hayattan umudunu kesmiştir. Kendisinin biricik arkadaşı sazıdır. Efkârlanıyor. Fakat henüz kalbine bir ilham düşmüş değildir. Aynı zamanda küçük çocuklara da annelik ediyor. Veysel’in hayatında en acılı anlar işte bu zamanlara raslar. O artık âlemden, bu diyardan uzaklaşmak, göçmek isteyen bir ruh haleti içindedir. 1928’de en iyi arkadaşı olan İbrahim ile Adana’ya gitmeye karar veriyorlar. Fakat Sivas’ın Karaçayır köyünde deli Süleyman isminde birisi âşığı ilk seyahatından vaz geçiriyor. Veysel’i dinleyelim: “Bu adam, saz çalarım dinler, söze başlarım keser. Gideyim derim ‘ah kivra, çoluk çocuk ağlaşıyor, gel gitme’ diye elime ayağıma düşer. Nihayet dayanamadım, gitmiyorum vesselâm diye bu seyahattan vaz geçtim.”
Veysel’in köyünden ilk ayrılışı şöyledir: Zara’nın Barzan Beleni köyünden Kasım adında birisi Veysel’i köyüne götürerek iki üç ay beraber yaşıyorlar. Kendisini Adana’ya göndermeyen Deli Süleyman Sivaslı Kalaycı Hüseyin, Veysel’e yol arkadaşlığı ediyorlar. Dönüşte Veysel, Harif’in Yalıncak köyüne ve Zara’nın Girit köyüne uğrayarak 9 liraya güzel bir saz alıyor; Sivas’tan Sivrialan’a dönerlerken başlarından garip bir macera geçiyor. Veysel’in arkadaşları bir “üç kâğıtçı” grubuna yakalanarak bütün paralarını kaybediyorlar. Arkadaşları Veysel’in 9 lirasını da alarak kumara veriyorlar. Veysel bu hadiseden bir müddet sonra Hafik’in Karayaprak köyünden Gülizar adlı bir kadınla evleniyor. Bu ara evvelki kız çocuğu ölmüş, yeni ailesinden bir kız çocuğu olmuştur. Bu sırada (1931) Sivas’ta bir Halk edebiyatı hareketi olmuş, o zaman Lise edebiyat öğretmeni olan Kutsi Tecer ve arkadaşlarının yardımıyla “Halk Şairleri Koruma Derneği” adlı bir de kurum teşkil edilmişti. Bu kurumun ömrü pek kısa olmuş, fakat Sivas çevresindeki bütün halk şairleri ve hikâyecileri tanınmaya başlanmış ilk defa olarak üç gün süren bir Halk Şairi Bayramı (5.11.1931) da yapılmıştır. İşte Veysel de bu derneğin üyelerinden ve bu bayramın belli başlı âşıklarından biri olmuştur. Veysel’in o zamana kadar kapalı olan hayatı birden açılmaya başlamış, onun dışla olan teması bütün hayatında ona yeni bir ufuk açılmıştır. Âşığımızın Ankara’ya ilk gelişi Cumhuriyetin onuncu yıldönümüne raslar. Âşık Veysel ilk şiirinibu büyük milli bayram gününde söylemiştir. Ne mutlu bir rastlayıştır ki kırk yıldır dili bağlı, ilhamlarının kördüğümüyle susmuş olan bu insan, ilk mısrasını Cumhuriyetin onuncu yıldönümünde söylüyor. İşte kırk yıllık Veysel’in ilk söylediği destanın ilk mısrası: “Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası” O zaman Ağcakışla nahiye müdürü olan Bay Ali Rıza, Veysel’in bu destanını çok beğeniyor, “Ankara’ya gönderelim” diye âşıktan istiyor. Veysel de “Ata’ya ben giderim” diye vefalı arkadaşı İbrahim ile yayan yola çıkıyor. Karakışta yalınayak, başıkabak yola çıkan bu iki arı gönül, bu iki insan örneği, üç ay yol çiğneyerek Ankara’ya geliyorlar. Veysel Ankara’da konuksever tanıdıkların evlerinde kırkbeş gün misafir kalıyor. Destanı Atatürk’e getirmek hevesiyle geldiğini söylüyorsa da destanı Ata’ya okumak kabul olamıyor. Fakat Hâkimiye Milliye (Ulus) matbaasından destanı gazeteye veriliyor. Bundan sonra Âşık Veysel’i Ankara’lılar Dağ Mahallesi kahvelerinden dinlemektedirler. Veysel az zamanda kendini tanıtıp sevdiriyor; Halkevlerinin de yardımıyla Halkevinde bir konser vererek memleketine dönüyor. Bundan sonra Âşık Veysel’in başlıca gezdiği memleketler şunlardır: Adana, Çorum, ve köyleri, Malatya, Gaziantep, İslâhiye, Fevzipaşa, Dörtyol, İskenderun, Antakya, Ceyhan, Tarsus, Mersin, Silifke, Ulukışla, Niğde, Nevşehir, Ürgüp, Konya, Aksaray, Afyon, Denizli, Sal,hli, Turgutlu, Manisa, Soma, İzmir, Akhisar, Kırkağaç, Balıkesir,Bandırma, İstanbul (6 kere), Yalova, İzmit, Eskişehir, Bursa, Polatlı, Kırkşehir, Yozgat, Keskin, Kalaycık, Çankırı, Kırıkkale Çubuk, Kastamonu, İnebolu, Zonguldak, Merzifon, Tokat, Turhal, Zile, Kayseri, Sivas, Akdağmadeni, Divriği, Yenihan, Hafik, Adapazar, Zara. *** Yukarıdan beri hayatını anlatmaya çalıştığımız Âşık Veysel işte böyle bir halk çocuğudur. Onun bir tiyatro, bir dram, bir roman olan hayatı şimdi “49 yıl gece gündüz” menziline ulaşmaktadır. Bugün kendisi altı çocuk babasıdır. Çocuklarının dördü kız, ikisi oğlandır. Türküleri plaklarda ve herkesin dilindedir. Fakat Veysel’in bütün hayatında ona en çok gurur ve haz veren şey son yıllarda Köy Enstitüleri’nde, doğrudan doğruya köyün emrinde, köyün sanat hayatı için çalışmak talihine ermesidir. Âşık Veysel geçen iki yıl içinde Arifiye ve Hasanoğlan’da, şimdi Eskişehir’de, Çifteler Köy Enstitüsü’nde çocukların halk türküsü öğretmenidir. Bundan ötesi Veysel’in telinden ve yüreğinden okuyabilirsiniz. (**) (*) Enver Gökçe, “Âşık Veysel’in Hayatı,¨ Âşık Veysel, Deyişler (için), Ankara 1944, Ülkü Yayını, s. 90- (**) ENVER Gökçe’nin yazdığı “ Âşık Veysel’in Hayatı “ yazısı, Ali Ekber Ataş’ın derlediği ve h2okitap’dan çıkan “Doğumunun 100.Yılında ENVER GÖKÇE’YE Armağan” kitabından alınmıştır. Enver Gökçe
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR