'Sarışın' ve 'Kara' iki renge işaret etmiyor bu romanda
Sarışın ve Kara için epeyce bir belge araştırdığından, uzun yıllardır da plân ve kurgu yaptığından haberdarım bu yüzden. Adı üzerinde de, içeriği üzerinde de çok titiz çalıştığını biliyorum.
Aydınlık ve karanlık nedir? Okumuşluk ve cehalet ne demektir? Issızlığın ortasında geçer akçe nedir ki insanın insandan ayrıksılığı bu kadar sırıtmaya? Nasıl başarılmalı ki insan bu kadar yalnız kalmaya ve insanlığını hiç unutmaya… Bazen onun kitaplarını bir kez daha alıyorum elime. "Öğle uykusundan uyanırken" başlığı taşıyan denemesindeydi gözüm, okudum, muhteşem. O kadar uydu ki son haftaki ruh halime. Ondan kısmi alıntılar yapsam iyi olacak galiba dedim yazarsam Sarışın ve Kara kitabı üzerine. Hayır, alıntı yapmadım. Eş zamanlı okudum ikisini. Bana iyi geldi böylesi. Üstelik uyuyamadım ben de… Kitabın yazarı üniversite yıllarımdan tanıdığım bir gençlik arkadaşım. Daha doğrusu (benimle yakın yaşta olduğumuz için aynı sınıfta hukuk okuduğum öz dayımın ta ortaokul-lise yıllarındaki ‘Parasız Yatılı’ kardeşliğiyle gelen ve bana da aynı yerden akrabaymışçasına bağ kurulan) bir yakınım İsa Küçük. Sarışın ve Kara bir roman, Arkeo Pera yayınevinden, Ekim 2019 baskılı. Okul yıllarında kardeş okulumuzdaydı İsa ve haftada bir öğle arası okulun karşısındaki kahvehanelerin okey masalarında buluşulurdu dayımın yatılı okul kardeşleriyle. Ben de yancı otururdum masalarına, ortak olurdum çay ya da ıhlamurlarına. Sanki hepsinin yeğeniymişim gibi sahiplenirlerdi onlar da beni. Sonra okulları kimimiz erken bitirdi, kimimiz kaldık ve dağıldık birden. Çünkü 12 Eylül oldu, bu darbe çok acımasızdı, kimi arkadaşımız hiç bitiremedi okulu, bizim mezuniyete hazırlandığımız 1980 ve sonraki birkaç yılda. İnsanlar en yakınlarını aramaya korkar olmuştu sıkıyönetim ve olağanüstü hâl emirleri yüzünden. Ankara yıllarımızın son zamanlarıydı onun kaymakamlık için açılan maiyet memurluğu sınavına gelişi. Dayım ve benim hâkim adaylığımız sürüyordu ve son kez bizim Küçük Esat’taki evde kurmuştuk okey masasını. Ayrıldık, öğrenci olmanın doğası buydu, başka ildeysen hele, okulun bittiğinde ya geri dönersin doğduğun şehre ya gidersin görev için atanıp doyduğun yere… Ayrıldık hepimiz, erkekler askerliğe veya göreve, ben ilk kadın cumhuriyet savcısı olduğum ilçeye. Ama haberleştik de yıllar içinde. Onun ve diğer yatılı kardeşlerinin hangi ilçelerde çalıştığını Resmî Gazete ile öğrenip bir kutlama kartı yazıyordum bayramlarda ve yeni yıl her başladığında. Kimi kez tesadüflerle karşılaşıyorduk aynı ilçelerde ve yine izlerimizi yitirmeyecek tesadüfler de yaşanıyordu ayrıca. Hem ‘Dünya küçük!’ kadar küçük değil mi ülkemiz de. O atalar sözü ele alındığında. “Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur!” der ya. Öz dayım ile aynı ilçede hâkim olarak görev bile yaptım ben tesadüflerin yolumuzu bir kez daha birleştirmesiyle. Kimi kez benim birlikte çalıştığım meslektaşlarım onun görev yaptığı yerden gelmiş oluyordu ve biz akraba kavuşması olmuş gibi seviniyorduk yollanan bir selamı aldığımızda. Diğer bir yatılı kardeş benim doğduğum şehirde cumhuriyet savcısı olmuştu, yıllık iznimde evinde ziyaret etmiştim. O yıl oyunlar öğrettiğim küçük oğlunu yıllar sonra bir yazlıkçı ilçe adliyesinde cumhuriyet savcısı olarak ziyaret ettim ki işte buna denecek tek söz tesadüf kare. Yazardım o yüzden, yazılmış haberler almayı severdim, hem sonra yazılan bir kez daha okunur. Hem de ilkinde gözden kaçan vurgular, haberler, unutulan bilgiler ve başka anlamlar aranır dost mektupları ve kartlarında, yıllar içinde suretlerin yaşlandığı, ailenin kurulduğu, çocuklarla büyüdüğü izlenen kâğıda baskı fotoğraflarda. Hangi sevinci paylaşmış, o yıl hangi acıyla savaşmış anımsatır mektup ve kartlar anılara dalınca. Ama yıllar sonra araya yorgunluklar girdi, meslekte hiçbir hayalde yer almayan abuk sabuk olaylar gördükçe yaşananlardan bezdim ve elimle hazırladığım bayram kartlarını yapmaktan vaz geçtim yılın birinde… Son görev yerimdeydim. İşlere boğulmuştum. Zamansızlık da vurdu üstüne. O yüzden aksamaya başladı belki, ama kesin değil, vefa sadece benden yanaymış gibi olur öyle söylersem. Ama benden yana birden kesildi yüze yakın meslektaş, arkadaş ve akraba ile selâm sabahım diyeyim. Yazmadığım halde vefa ile birkaç yıl daha yazanlara da yanıt vermediydim galiba. GAZETEDE HABERİNE RASTLADIM Sonra bir gün gazete okurken haberine rastladım kitabının… Halet Abla Destanı’nı yazmıştı İsa. Çukurova’nın sıcağında küçük bir ilde valiydi ve o üretken kadın ile oradaki arkeoloji çalışmalarını gözlerken tanışmış, hayran olmuştu “Cumhuriyet’e borcum var, ödemeliyim!” diyen o yaşlı bilgeye. Sevincimi paylaştım “Arkadaşım bir kitap çıkartmış, okuyun!” dedim bir hukuk sitesinde. Orada kayıtlı, hukuk kökenli bir kaymakam haber vermiş yazımı. Sevinmiş arkadaşım. Ben şiir yazdığımı da edebiyata ilgimi de ancak o zaman duyurdum ona. Başka Şeylerin Şiirleri yayımlandığında-ki iki-üç yıl geçti üzerinden-tesadüfen İstanbul’da kalmıştım, kardeşimde, onlarla gittim yayınevleri ve okur buluşması yaşatan İstanbul büyük kitap fuarına. Sevgili eşi Emine ile gelmişti, sanki dün ayrılmışız gibi sohbet ettik üçümüz, dün ve gün üzerine. Sonrasında yazışmalar, paylaşmalar, fikir alıp vermeler sürdü. Çıkan kitaplarını imzalı yolluyordu arkadaşım, kimini oğlum adına, kimini bana. Hastalıklarımıza üzülüp, çocukların okul, evlilik haberleri kadar kitap ve yazı yayınlanma sevinçlerimizi paylaşıyoruz işte o günden bu yana. Sarışın ve Kara için epeyce bir belge araştırdığından, uzun yıllardır da plân ve kurgu yaptığından haberdarım bu yüzden. Adı üzerinde de, içeriği üzerinde de çok titiz çalıştığını biliyorum. Kapak desenini ta lise yıllarında yaptığını ve o yıllara ait defterleri arasında saklamış olduğunu yazayım da belgelere nasıl özen gösterdiğini anlayın derim. Olay, konu, kişi, zaman ve mekân için bir kez şiirsel bir metin paylaştığında “Biz hepimiz taşrada öyle ya da benzer şeyler yaşadık, yaşadıklarımız unutulmasın, onun da yaşadıkları unutulmasın, bulabildiğin kadar belgeye ulaş!” dedim söz ettiği şair kaymakam hakkında. “Çünkü unutulursa bir şey, her şey eksik kalacak türden bir hayat yaşamış olur yaşamı romanına esas alınan!” “O parçaların, o eksik kalmış şeylerin peşindeyim desem doğru!” demişti yanıtında. Çıktı haberini aldım zaman içinde, “Yazdım, bitti nihayet!” deyişinin biraz sonrasındaydı. Sonra postaya verdim bilgisini aldım geçen hafta başında. Postanın kaplumbağa hızına söylenerek bekledim sabırsızlıkla. Geldi. Dördüncü günde. Roman nihayet elimde. Bir ilk roman bu. Dört şiir kitabının üstüne. Bir solukta denir ya, öyleydi gerçekten. Okudum. Uykusuz geçen bir gece ve devamı gün içinde. Boğazıma bir yumru yerleşti okumam ilerledikçe. Yaşadıklarıma benzer sıkıntıların, gözlemelerin, izlemelerin ve neredeyse kalabalık içinde çırçıplak hissetmenin hissedilişini okudukça ilerleyen her sayfada. Roman ülkenin elli, altmış yıl öncesini kurgulamıştı. Bir gerçek kişi yaşamının izi vardı ve ama iyi gizlenmişti yer ve isimler. Onu fark ettim okudukça. Bulmaca çözsün artık okurlar. Edebiyat tarihi araştırsınlar! Daha sonra “Bize bu gömlek bol!” denip daraltılan bir anayasa çıkmasının hemen öncesi, sonrası ve azıcık daha sonrasındaki roman kişisinin Daristan adını verdiği bir ilçedeki bir yıla yaklaşan bir zaman dilimi ve kişiler ve doğa yer alıyor kitapta. Daristan sözcüğünün anlamını bulmak için baktım sanal sözlüğe, iç daraltan yer anlamını vereceğini tahmin ile… Öyle olmadı… Kürtçe orman anlamına geliyor. Başkaca bir anlamı yok bildiğimiz Türkçe ve içine karışan Arapça ya da Farsça sözlüklerde. Eh, anlamını veren tek dilden yürürsem, çalışılan o ilçe içinde yitilen bir orman gibiydi denmiş olmalı sanki. Hem güzel ve görkemli, işlenmemiş, el değmemiş, hem de ürküten, büyüklüğü ya da bilinmezliği ile. Ya da kim bilir bir darağacı imlenmişti bu sözcükle, her an oraya çıkartacak bir yargılama yaşanıyorsa görev yapılan yerde. O yıllara ait bazı bilgiler var ki insan inanamıyor okuduğunda. Hani en özgürlükçü anayasamızdı ya 1961 anayasası, işçilere sendikal haklar veren hükümler içeren o metin oylanırken madenciler şehri, yarısı gün yüzü görmeden yerin altında geçen ve erken biten ömürlere sahip Zonguldak seçmen çoğunluğu kocaman bir hayır demiş o anayasaya… Gerçi günümüzde de oy verme refleksi sırasında oyladığı metinde kendine verilen ya da alınan haklarla ilgisini kurmuyor çoğu kez köy, kent seçmeni. Doğduğumuz, ancak henüz okula gitmediğimiz yıllardır anlatılan. Genel ifadelerde yaklaşık bir on yılı imlense de ülkenin, asıl öyküsü belirli bir ilçedeki, bir yıldan az bir zamanda yaşanan gerçeklerin eli tutulmuştur gün ışığına dökülmek için. Herkesin başka köşesinden çektiği o yaşamın başındaki tüm sınırını çizen bir küçük ilçedeki mülki amirlik sıfatı gözden kaçmasın denmiştir anlatılanla. Sonrası herkesin gözü önünde ve büyük kentte yaşansa da temeli, özü, gerçeği budur o anlatılanların diyen bir anlatımla. Somut bir tarih vermek gerekirse 24 Ekim 1965 günlü Genel Nüfus Sayımı öncesi ve sonrasındaki yaklaşık bir yıllık zaman aralığıdır belgelerde izleri aranıp, bulunan ve yazılan yaşamın. Ülkenin bir Kurtuluş savaşı vermesi sonrası her alanda bağımsızlığı kurmakla geçen ve Atatürklü o güzel yıllar geçmiş, onsuz kalan ülke 2.Dünya Savaşı’na girmekten kurtarılmış ve ama yokluk, kıtlık yaşanan yıllarının da aşılmaya çalışıldığı yılların yirmi yıl kadar sonrası… Yollar yapılmaya, fabrikalar açılmaya devam edilirken asıl okullar açılmalıydı en küçük mezraya… Ama önceliği camiye verdirip, okula verdirmeyen yapılanmalar da ülkenin her yerinde ortaya çıkmaya başlamış ta o yıllarda… Oysa okuması önüne cahillik engeli dikilen, yıkılası gelenek duvarı örülü, okumaya aç köy çocukları vardı köylerde o yıllar. Biliyorum. Dedem göndermediği için Köy Enstitülü olamamıştı annem… O yüzden ayrımsız okumamız için elinden geleni yapmıştı yıllar sonra. İşte bu kitapta anlatılan yaşam kesiti tüm o yokların arasında bunalmış bir şair kaymakama ait. Hakkında o memuriyetin henüz başındayken sonuna yol aldıran idari soruşturma başladığında, ifade alan vali yardımcısına; “Kimi zaman uçuk -kaçık şeyler söylediği için biz bile anlamıyoruz dediklerini, cahil köylü nasıl anlasın?” diyen memurları var… Issızlık var ve sadece doğanın ıssızlığı değil, insanlardan yana olanı yoğun. Kalabalıkta bile yaşanan. Çok sevdiği ama onu tam anlamayan, kısıtlayan bir karısı var. Bir oğlu var. Ana karnında orada büyüyen ve çocuk gibi sevindiren yüreklerini dünyaya gelişiyle. Küçücük çıkarları için iftiradan kaçınmayan küçük insanları var her yerde olduğu gibi. Devletin şefkatli elini köylere okul, su, yol, yurt olarak götürme azmini kırmak için çıkarılan siyasi engeller kadar yıllık bütçedeki ‘ödeneksizlik’ kavramı etkin olmaktadır. ‘Yerel imkânlarla yapın!’ diyen o soğuk üst makam yanıtı kadar iç üşüten başka bir yanıt olacağını sanmam iş yapmak isteyen insana. Aynı soğuk yanıt kaç kez okunmuştur cumhuriyet savcısı olarak çalıştığım ilk beş yılımda. Kaç kez ilçe kaymakamı ve yerel yöneticiye telefon açılmıştı, “Cezaevi için ödenek gelmedi, mahkumlar soğukta ölecek, kömür isterim!” diye… İşte o nedenle bir solukta okudum, boğazıma takılan bir yumru ile. İyi bitse sonu diye diye. Şiir kazansa diye. Olmadı tabi! Ama iyi ki o yumruyu hafifleten bir su gibi aynı zamanda okudum Anday usta denemesini… Çünkü okuyanlar görecek ki basit bir kurgu öykü değil anlatılan. Yaşananın aynısı, yani yaşayanın gerçeği, yazanın yıllar sonra onlarca, yüzlerce kez aynısını yaşamak zorunda kaldığı ülke gerçeği. Yaşamın ve koşullarının acımasızlığı belki. Gerçi bu ülkede başka türlüsü mümkün başkaları için, onlar da göz önünde yaşıyor, diğerleri de! Bu romandaki şair kaymakam ya da sonra bu gerçeği romanla vermeyi düşünen sevgili arkadaşım da, benzerleri de çok iyi biliyorum ki o nahif yürekleriyle görev yaptıkları her yerde aynı ya da benzeri acıları çekmiştir bu ülkede. Ben sadece okuyun derim. Sarışın ve Kara sadece iki renk değil bu kitabın içinde. Kitaptan ne bir alıntı koyacağım ne de ip ucu kimdir bu kitapta anlatılan şair diye. Herkes kendi arayacak şairini ve kitabı okurken bulacak izlerini. Herkes kendi bulacak yazanın dilindeki, okurken kendi içinde dönen hiç yazılmamış şiirleri. GERCEKEDEBİYAT.COM
1980’de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. Karacasu, Ovacık, Sivaslı, Çerkezköy, Marmaris Kaymakamlıkları, Diyarbakır Vali Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Osmaniye valiliği ve Bartın valiliği görevinde bulundu. İsa Küçük halen Merkez Valisi olarak görev yapmaktadır. Halet Abla Destanı (2010), Bütün Hürriyetler Serbest (2011), Atlas ve Ateş (2016), Başka Şeylerin Şiirleri (2017), Olympos Mektupları (2019) şiir kitapları vardır. Sarışın ve Kara yazarın ilk romanıdır.
"Uyuyamayacaksın!" demişti Melih Cevdet Anday. On yedi yıl oldu bu dünyadan gideli.ÇÜNKÜ 12 EYLÜL OLDU
Benim ilk görev yerim Bartın’dı, birkaç yıl sonra il olmuş ve İsa oraya vali olmuştu çok yıllar sonra.
Ben telefonla konuşmayı sevmem pek. Söz uçar, ses sevindirse de… Yazı kalır…
Sonra ben onun yazılarının çıktığı bir dergiye ulaştım ve ileti adresini istedim editörü Tahsin Şimşek hocadan. İznini alıp paylaştı ve sanırım işte o haberleşme sonrası yeniden ve kopmayacak bir bağ yöntemi daha bulduk internet ve hız çağı başladığından.
Romanda gözlenen de işte bu iklimin doğal sonucu; Her yerleşim yerinde parmakla sayılacak okur-yazar, ulaşımı kara kışa bağlı köyler, bağnazlıkları ‘çarıklı erkanı harp’ uyanıklığıyla baskın ekabir ve kalan nüfusu ise köyden az kabaca ilçeler…
Ben romanda anlatılan o yıllardan yirmi, yirmi beş yıl sonra bile aynı soğuk devlet yanıtlarına muhatap olduysam… Aynı göz önünde yaşamın ağırlığını duymuşsam… Aynı kurumlar arası ilişkilerin soğuk duvarlarına çarpmışsam başımı… Kırk yılda bir denecek şekilde ülke için de güzellikler düşleyen birkaç kişiye denk düşünce kendimi çölde bir vaha bulmuş saymışsam… Ben adli alanın idari ve mali işlerinde o yoksunluklarda kapana kısık hissetmişsem kendimi… Romanın kaymakamı Çağlar bir benzerini yaşamıştı o yıllar…
Ünsal ÇankayaİSA KÜÇÜK KİMDİR?
YORUMLAR