2016 Yılında edebiyatımız / Ahmet Yıldız
Hemen baştan söyleyelim ki 2016 yılı Türk edebiyatı için toplumsal gelişmelere koşut, onun da itici gücüyle ortaya çıkmış büyük kırılmaların olduğu bir yıl olmuştur.
Türkiye’de son yirmi yılda edebiyat ve yayıncılık alanında yaşadığımız gerçek ne yazık ki bir “gayri milli” edebiyat egemenliğidir.
Bu edebiyat anlayışı, geniş halk kesimleri için değil, “etnik” ve “mezhep” temelinde mesai yapan yazar şairlerle,“çokkültürlülüğü pekiştirecek” biçimde yapılandırıldı; böylece Türk insanı adeta romansız, şiirsiz, öyküsüz bırakıldı.
HALKINA "DÜŞMAN" EDEBİYAT
İtalya’nın ünlü Como Gölü kıyılarında Rockfeller Vakfı şatosunda 5-8 Ağustos 1999 tarihleri arasında düzenlenen ve CIA eski başkanı Soros’un, Açık Toplum Vakfı vs.nin katıldığı ünlü toplantıdan sonra TESEV kurucusu Tarhan Erdem, Doğuş Yayıncılık, Doğan Medya gibi ülkemizin en büyük yayın kuruluşlarının başına getirildi. Aynı yıllarda uluslararası yazar örgütleri, telif ajansları, PEN gibi kuruluşlar, bizim gibi ülkelerde, sahte “sorun”larla ilgilenen ve kendi insanını dışlayan yazarlara destek oldu.
Varlık Dergisi’nin Nisan 2016 sayısında Hasan Bülent Kahraman’ın, “Türkiye’de tümüyle eski edebiyatı değiştirmeyi ve dönüştürmeyi başardık” demesi anlamlıdır.
İnsan sormadan edemiyor, acaba Orhan Kemal, Attilâ İlhan, Nâzım Hikmet, Talip Apaydın, Fakir Baykurtların sesi ve onları izleyenlerin önü bunun için mi kesildi?
Edebiyatımız, tarihte başka bir ülkede görülmemiş biçimde -üstelik çağdaş edebiyatımızın kurucusu Yaşar Nabi Nayır’ın kutsal dergisinin kapağında bile- “Türk edebiyatı” olmaktan “Türkçe edebiyat” olmaya bunun için mi evrildi! Hak etmediği halde Türk edebiyatının zirveleri işgal ettirilen Elif Şafaklar, Ahmet Altanlar, Suriye işgali öncesi Esad’a utanmadan mektup yazıp “Seni ne Çin ne Rusya kurtarabilir? Sonun Kaddafi gibi olacak...” diyen Orhan Pamuklar bunun için mi beslenip kollandı.
2016 yılı, büyük yayınevlerince el üstünde tutulmuş, büyük yazar diye halka dayatılmış hormonlu yazarların nicesinin emperyalizmin denetiminde, halka karşı suç işleyen örgütlerin destekçisi kriminal birer vaka olarak döküldüğü yıl oldu.
Komşularımızda örnekleri yaşandığı halde, ülkelerinin bölünüp parçalanarak karanlık çağlara sürüklenmesine bilerek ya da bilmeyerek de olsa katkıda bulunmak hainliği affedilemez bir suçtur.
Dünyada halkına karşı, halkına ihanet ederek büyük kalmış tek bir yazar, şair, sanatçı yoktur!
Örneğin halk “FETÖ” ideolojisinin tehlikesini anlamayabilir, politikacılar bile “yanılmış” olabilir! Ama yazar ve şairin yanılması çok daha acıdır.
2016 yılında mahkemeler 51 gazeteci yazarla birlikte Can Dündar’ın, Hilmi Yavuz’un mallarına el koyma kararı aldı. “Gelin” Elif Şafak yurtdışına kaçtı.
Ahmet Mehmet Altan kardeşler, Aslı Erdoğan, “Dil Mes’eleleri” yazan ve bu “mesele”den etnik dillere özgürlüğü anlayan Necmiye Alpay tutuklandı. (Bu satırların yazıldığı sırada yurt dışına çıkma yasağı konarak serbest bırakıldıklarını öğrendik.)Türk halkını yoklukları ilgilendirmedi.
Kitap Fuarı zamanı Alman Yazarlar Birliği üyelerinin cezaevi kapısı eylemine tek bir Türk yayıncı katılmadı.
Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi “Atatürkçü” olduğunu açıklamış bir şairin ödülünü HDP kurucusu şaire vermek Musa Anter üzerine konmuş ödülü Yekta Güngör Özden’e vermek gibi bir şeydi.
Doğal olarak, 2016 yılı boyunca bu gevşek yapı, Seyyit Nezir inatçılığıyla, protesto derecesinde eleştirildi; kral çıplak dendi.
2016 yılı Doğan Medya çevresinde kümelenmiş yayınlarda haksız yere pompalanmış, Doğan Hızlan gibi hacıyatmaz eleştirmenler ve ödüller aracılığıyla şişirilmiş yetenek yoksunu ya da yetenekli ama kötü niyetli yazar şairler için kâbusun başlangıç yılı oldu.
Bu güzel ülkenin güzel insanlarının edebiyatlarının adını gasp edip kaymağını yediği halde kendisini o milletten saymayan tuhaflıkta bir yazar şair yayıncı dergici topluluğu, şimdi iflasın eşiğine geldi. Özellikle “15 Temmuz faşist darbe girişimi” sonrası yayınevleri kitap satamıyor, dergilerini kimse almıyor.
“Özgürlükçülük”, “çok kültürlülük” gibi neoliberal kavramlar etrafında birbirine kenetlenmiş, her türlü edebî, ahlaki kaygının, yüce ideallerin dışında feodal bir örgütlülükle gericileşmiş ve kendinden olmayanları dışlayan faşizanlıkta, fena halde tarafgir bu asalak yapı, 2016 yılında büyük bir sarsıntı geçirdi.
Türk yerelini inkâr eden, emekçi yoksul halkına değil, emperyalist Batı’nın ödülleri için yazan anlamsız edebiyatın bunlar daha güzel günleri!
MİTİNGTE ŞİİR OKUMAK
7 Ağustos 2016 Pazar günü İstanbul Yenikapı’da yapılan ve üç milyon kişiden fazla insanın bulunduğu iddia edilen ve en az elli milyon insanın da televizyon başında canlı izlediği mitingte biz edebiyatçılar için şaşırtıcı bir şey oldu: Ahmed Arif’in ünlü “Diyarbekir Kalesinden Notlar ve Adiloş Bebe’nin Ninnisi”, Nâzım Hikmet’in “Güneşi İçenlerin Türküsü” başbakanın ağzından dinlendi, muhalefet liderinin ağzından dinlendi.
Okuyan siyasi zatların niyetleri ne olursa olsun bizim şairlerimizden şiir okumak zorunda kaldılar. Niçin? Şiirin bu halk için vazgeçilmez “ulusal” bir güç olduğu, şiirsiz şairsiz bir toplumun yaşayamayacağı, şairlerin toplumların en son kalesi olduğu için. Niçin bizim şairler?
Çünkü bu ülke için, bu halk için, bu kültür için, bu topraklar için yüreği samimiyetle, sevgiyle ve saygıyla dolu dürüst şairler, sığınılacak liman oluyor.
Yüreği bu ülkeye soğuk, ikiyüzlü, her fırsatta yoksul emekçi halkı, temsil ettiği kültürü aşağılayan malum taifenin şiiri hiçbir zaman bu mertebeye ulaşamayacak.
Ahmet Yıldız
(Aydınlık, 29 Aralık 2016)
YORUMLAR