Arap devletleri, Soğuk Savaş sonrası dünyada eşi benzeri olmayan bir Batı askeri müdahale alanı olmaya başladı:

ABD'nin Irak'ı işgal etmesi, NATO'nun Libya'yı bombalaması, ABD'nin Suriye'deki vekilleri, Yemen'de Washington destekli Körfez İşbirliği Konseyi saldırısı.

Peki ya geleneksel düşmanları?

İkinci İntifada sırasında, bu sayfalarda yer alan bir makale, iki milliyetçilik (Siyonist ve Filistin) arasındaki, Oslo Anlaşmalarının çıplak eşitsizliklerine yansıyan güç dengesini araştırıyordu. (1) O zamandan bu yana ne değişti? Çok az şey!

İLK İNTİFADA

İlk İntifada, yeni yaratılmış olan yerel üniversitelerden gelen yeni nesil Filistinlilerin isyanıydı. İşgalcilerin güvendiği işbirlikçi ileri gelenleri yerinden ederek üç yıllık bir halk gösterileri, grevler, boykotlar ve işbirlikçilerin cezalandırılması dalgasına öncülük ettiler.

Tunus'da sürgün olan FKÖ gafil avlandı. Ancak, Lübnan'daki üslerinden sürülen ve Körfez Savaşı'nın ardından Suudi Arabistan ve Kuveyt tarafından finanse edilen örgüt, kendisini anavatanın bazı bölgelerine gösterişli bir şekilde geri döndüren Oslo anlaşmalarıyla zayıflığından kurtarıldı.

1994 yılında kurulan ve ulusal kurtuluş mücadelesinde bir dönüm noktası olarak sunulan Filistin Yönetimi, tasarım itibarıyla Batı ile İsrail'in ortak yapımıydı; temel işlevi Siyonizm'e karşı direnişi somutlaştırmak değil, kontrol altına almaktı!

Batı açısından, Yeni Dünya Düzeni'ni tamamlamak için Çöl Fırtınası Harekatı'nın zaferinden sonra kalan kalıntıların toparlanması gerekiyordu. İsrail açısından Filistin Yönetimi, Batı Şeria'da devam eden Yahudi yerleşimlerini tehlikeye atma tehdidi oluşturan ve genişlemesi yerli bir paramiliter güç için daha güvenli bir ortam gerektiren ilk İntifada'nın kaynaklarını bloke etme konusunda İDF için uygun maliyetli bir vekil görevi görecekti.

Filistin Yönetimi, başından beri herhangi bir bağımsız gelirden yoksundu; gelirinin yüzde 70 ila 80'i Batı sübvansiyonlarından ve İsrail transferlerinden geliyordu. Maddi olarak bağımlı olmadığı ve ihtiyaçlarını göz ardı edebileceği bir nüfustan kopuk, rantiye bir devletin asalak bir minyatürü olarak heykeli  dikildi. Kaçınılmaz olarak çok daha önemli olan, maaşların nasıl ödeneceğiydi.

Arafat rejimi ayaklanmanın liderliğini potansiyel bir tehdit olarak gördü ve Batı Şeria'ya yerleştikten sonra onu bertaraf etti. Geleneksel ileri gelenler, El Fetih aygıtı etrafında inşa edilen, Tunus'tan paraşütle indirilen ve işbirliğinden elde edilen gelirlerle genişletilen bir iktidar yapısına yerleştirildi.

İşgal Altındaki Toprakların neredeyse tamamı Filistinindi. Yeni yüzyıla (2000) gelindiğinde Filistin Yönetimi'nin maaş bordrolu çalışanı 140000'in üzerine çıktı; bunların yaklaşık 60000'i güvenlik mensuplarıydı. Birbiriyle yarışan on iki baskı aygıtı (jandarma, gizli polis, başkanlık muhafızları, askeri istihbarat, özel kuvvetler, sahil güvenlik ve daha fazlası) Batı Şeria'yı dünyadaki en sıkı polis denetimine tabi tutulan nüfuslardan biri haline getirdi: on altı kişiye bir ajan!(3) Hepsi CIA tarafından eğitildi ve donatıldı ve Ürdün'de işkencenin rutin olduğu bu şişirilmiş güvenlik kompleksi bütçenin üçte birini tüketiyor ve bu da eğitim ve sağlık harcamalarının toplamından daha fazlaya mal oluyordu.  FKÖ, bakışlarını işgalci İsrail'e değil, yurttaşlarına yöneltmiştir.

Baskı, işbirliği ile cilalanmıştır. Tüm rantçı eyaletlerde olduğu gibi, himaye, -dağıtılan ya da reddedilen- sistem açısından kritik önem taşıyor, özellikle de güvenlik için. (4) Tüm hanelerin yaklaşık beşte birinin geçimi rejim tarafından dağıtılan iaşelere ya da yardımlara bağlı. Yolsuzluk, başkanlık ve bakanlık düzeyindeki büyük zimmete para geçirmelerden küçük çalıntılara kadar yönetimin tüm basamaklarına nüfuz ediyor.

IMF'nin tahminlerine göre, 1995 ile 2000 yılları arasında İsrail'in gizli anlaşmalarıyla doğrudan Arafat ve çevresinin cebine 1 milyar dolara yakın para girdi. (5) Tekel sözleşmeleri ve ticaret imtiyazları dağıtıldı, yetkililer de paylarını aldı. Yabancı fonlarla yüzen STK'lar, yöneticileri için self-servis ATM'ler haline geldi.

El Fetih çetelerinin koruma şantajları ve gaspları artık sıradanlaşmış durumda.(6) Yargının itibarı polisinkinden bile daha düşük. Ramallah çevresindeki villalarda, hırsızlık ve kaçakçılıkla zenginleşen (İsrail için Ayrım Duvarı'nın inşasına yardımcı olmak için Mısır'dan çimento bile kaçıran) bir bürokrat ve işadamları tabakası, Oslo'nun tüm ülkelerdeki göçmen işlerini kapatmasının ardından beş parasız işçiler ve işsizler manzarasının üzerinde refaha kavuşuyor.

İKİNCİ İNTİFADA

İkinci İntifada zamanına gelindiğinde, İşgal Altındaki Topraklarda ortalama gelir beşte iki oranında düşmüş ve yoksulların sayısı üç katına çıkmıştı. (7)

2001'deki intihar bombalamalarıyla yaşanan ayaklanma, ülkede bir hüsran ve umutsuzluk patlamasıydı.

Bu arada Zion'un erişim alanı giderek genişledi. 1991'deki Oslo Anlaşması'nın arifesinde Batı Şeria'da yaklaşık 95000 Yahudi yerleşimci vardı. Yirmi yıl sonra 350000 kişi oldu! İsrail'in Doğu Kudüs'ü ele geçirmesinden beş yıl sonra Yahudi nüfusu hâlâ yalnızca 9 000'di. Bugün bu sayı 150 000'in üzerinde, belki de 200 000'dir. (17)

Toplamda, şu anda yarım milyondan fazla Yahudi İşgal Altındaki Topraklarda yaşıyor. Bunların yerleştirilmesi, yaklaşık 28 milyar dolarlık iş. Bu yerleşim akışını organize eden, finanse eden ve koruyan devletin kasıtlı ve sürekli bir girişimi olmuştur. (18) Oslo'dan bu yana, büyüme oranları İsrail nüfusunun iki katından fazla arttı. Yaygın inanışın aksine, Oslo Anlaşmalarında bunları yasaklayan hiçbir şey yoktu; bunlar barış sürecinin tamamen yasal yönleridir ve doğası gereği başından itibaren en iyi örneği oluştururlar.

İKİ YERLEŞİM: DOĞU KUDÜS VE BATI ŞERİA

Tasarım açısından Doğu Kudüs ve Batı Şeria iki farklı yerleşim planı oluşturuyor. İsrail, 1967'de ilkini ilhak etti ve bölünmemiş şehri bundan sonra başkenti ilan etti. Daha yüksek öncelik, daha yüksek yoğunluk anlamına geliyordu.

Doğu Kudüs'teki Filistinliler şu anda Batı Şeria'dan ayıran Yahudi mahallelerinden oluşan bir örgüyle çevrelenmiş durumda. İsrail’in nüfus oranında daha az avantajlı olduğu Batı Şeria'da öncelik bölgesel boyuttan ziyade stratejik kontroldür. Onları İsrail şehirlerine bağlayan bir otoyol ağıyla Filistin halkını ikiye bölen Yahudi köyler, özel vergi indirimlerinden, konut yardımlarından ve imtiyazlı su tahsisinden yararlanıyor. (20)

Bariyer inşasından bu yana Batı Şeria'dan gelen intihar saldırılarının sayısı hızla azaldı. İşgalin ellinci yıldönümü yaklaşırken, uzun bir süredir 'yerleşim' kelimesinin üzerinde başka bir anlam beliriyor.

İSRAİL'E GÖÇ VE ZENGİNLİK

Yeni yüzyılda İsrail zenginleşti. Savaş sonrası gelen Aşkenazilerin yani ortalama eğitim ve beceri düzeylerinin çok üzerinde olan eski Sovyetler Birliği'nden bir milyon göçmenin (yarısı profesyonel: öğretmenler, doktorlar, bilim adamları, müzisyenler, gazeteciler (21) enjekte edilmesi ekonomiyi yeniden canlandırdı.

İsrail ikinci İntifada'nın ezilmesinden bu yana, OECD'deki emsallerinden sürekli olarak daha yüksek büyüme oranları kaydetti. 2003'ten 2007'ye kadar ülke tarihindeki en uzun süreli genişlemenin ardından İsrail, 2008 mali krizini Batı Avrupa ve Kuzey Amerika ekonomilerinin herhangi birinden daha iyi atlattı ve o zamandan beri onlardan daha iyi performans göstermeye devam etti.

ABD ve Japonya'nın iki katı kadar, dünyanın en yüksek bilim adamı ve mühendis oranına sahip olan (22) İsrail, insansız hava araçları ve gözetleme teknolojisinde son teknolojiyle artık dördüncü en büyük yüksek teknolojili silah ihracatçısı konumunda. BİT sektörü, silah ve ilaç sektörünün çok gerisinde olmayan bir ihracat hamlesine öncülük etti ve bu da gelişen turizmle birlikte cari açığın karada kalmasına yardımcı oldu. Ülkenin hiçbir dış borcu yok ve on yılı aşkın bir süredir net dış varlık fazlasına sahip.

Gayrimenkul, inşaat ve perakende ticaretteki yurt içi patlamanın yanı sıra yurt dışından, özellikle de Amerika'dan artan bir yatırım dalgası geldi ve bu, diğer pek çok şeyin yanı sıra Intel ve Microsoft tarafından yurt dışında kurulan ilk Ar-Ge operasyonlarını da beraberinde getirdi. (23)

AKDENİZDE GAZ

İş dünyasının moralini daha da yükselten bir gelişme, açık denizdeki gaz çıkarımından elde edilecek enerji bolluğudur. Çevresel direniş şu ana kadar kaya petrolü sondajını engellemiş olsa da ülke, onu aynı zamanda petrol ihracatçısı yapabilecek kadar bol rezerve sahip. İstatistiksel olarak, 2014 yılında kişi başına düşen geliri 37.000 dolar olan İsrail, şu anda İtalya ve İspanya'dan daha zengin.

Seksenlerdeki neo-liberal dönem (1985'teki istikrar planının bir dönüm noktası olduğu dönem) daha radikal bir ivme kazandıkça, toplumsal açıdan bu tür bir başarı her zamankinden daha çarpık. 2003 politika paketinde Likud-İşçi koalisyonu kurumsal vergileri düşürdü, hükümet çalışanlarını işten çıkardı, sosyal yardımları ve kamu sektörü ücretlerini kıstı, devlet varlıklarını özelleştirdi ve mali piyasalardaki denetimleri kaldırdı. İki yıl sonra İsrail Bankası, 1985'teki şok terapisinde Amerikalı danışman, IMF'nin direktör yardımcısı ve şu anda Federal Rezerv'in başkan yardımcısı olan Stanley Fischer'in yönetimine verildi ve ekonomik disiplinin uluslararası simgesi haline geldi. 1984 ile 2008 yılları arasında kamu harcamalarının GSYİH'ye oranı yüzde 40 düştü.

İsrail'in Batı Şeria'da istediğini yapma özgürlüğü başka bir konudur. Orada, Atlantik'in her iki yakasında da statükodan duyulan rahatsızlık arttı, ancak eşit ölçüde değil. Avrupa başkentleri Washington'dakilerden farklı bir dizi kısıtlamayla karşı karşıya. AB hükümetleri için ABD ile genel diplomatik dayanışma, sorumlu bir dış politikanın olmazsa olmaz koşuludur ve Avrupa'nın Yahudi Soykırımı'ndaki suçluluğu, İsrail'e ideolojik bağlılığın teminatıdır. Ancak Avrupa'da Amerika'dakiyle kıyaslanabilecek siyasi, kültürel ve ekonomik güce sahip herhangi bir Yahudi cemaatinin bulunmaması ve çok daha fazla sayıda Arap ve Müslüman kökenli göçmenin varlığı, Yakın Doğu'ya ilişkin değerlendirmeler için hesaplamalardan farklı bir bağlam oluşturuyor.

Avrupa siyasi elitlerinde,  İsrail'in, Amerika'dakiler kadar ateşli bir şekilde kucaklandığı, ülkeye AB'nin onursal bir üyesi gibi davranıldığı ya da doğrudan Birliğe kabul edilmesi çağrısı yapıldığı görülüyor.

Ortak Dış ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Javier Solana, Haaretz'e şunları söyleyebiliyor: 'Avrupa kıtası dışında, İsrail'in Avrupa Birliği ile sahip olduğu türden ilişkilere sahip başka bir ülke yok. İsrail, şunu söylememe izin verin, Avrupa Birliği'nin kurumlarına üye olmasa da üyesidir.''

SPD'nin Dışişleri sözcüsüne göre bu durum de facto de jure olmalı: 'İsrail'in AB'nin tam üyesi olmasını gerçekten diliyorum.’

Merkez Soldan gelen bu tür İspanyol ve Alman sesleri, Merkez Sağda, o zamanki Başbakan olan Berlusconi'nin aynı davayı teşvik eden İtalyan desteğine sahip: 'İtalya, İsrail'in AB üyeliğini destekleyecektir.'

Kendi adına ilerici düşünceye sahip, ülkesinin Avrupa projesine dahil edilmesi durumunda, dönemin Dışişleri Bakanı Tzipi Livni şunu haykırabildi: 'Sınır gökyüzüdür.' (32)

Bu tür umutlar prensipte yersiz değildir. Türkiye’yi Kıbrıs'la olan ilişkilerinde askeri işgal ve etnik temizlik olarak suçlayabilen Brüksel, Batı Şeria ya da Gazze konusuna neden laf atsın ki?  

Ancak AB, İsrail'i Birliğe dahil ederse kendine karşı dürüst olmaktan vazgeçmeyecek olsa da, bunu yapma şansı yok. Ekonomik disiplinin tehlikede olduğu durumlarda kamuoyu bir kenara bırakılabilir: kemer sıkma politikalarını oy sandığı kabul etmez.

Filistin başka bir mesele; hem çok daha az önemli hem de daha yanıcı. Siyasi sınıfın İsrail'in günlük gasplarına karşı göçmenlerin tepkisinden tedirgin olmak için nedenleri olmakla kalmıyor, aynı zamanda yerli seçmenler ve medya da onları giderek daha fazla eleştirmeye başlıyor. Savunma Kalkanı Operasyonu (Batı Şeria 2002), Dökme Kurşun Operasyonu (Gazze 2008-09), Koruyucu Hat Operasyonu (Gazze 2014) popüler duygudaki değişimin aşamalarına işaret etti. Büyük farklarla endişe ve tiksinti ağır basmaya başladı.

Koruyucu Hat'tan önce bile BBC'nin 2012'deki anketleri, Fransa'da nüfusun yüzde 65'inin, Britanya'da yüzde 68'inin, Almanya'da yüzde 69'unun ve İspanya'da yüzde 74'ünün İsrail hakkında olumsuz görüşlere sahip olduğunu gösteriyordu.

Koruyucu Hat'ın ardından İngiliz katılımcıların üçte ikisi İsrail'i Gazze'deki savaş suçlarından suçlu buldu. Kuruluş düzeyinde bu tür tutumların yankısı çok azdır. Hiçbir büyük Avrupa ülkesinde tek bir hükümet bile BM Dökme Kurşun Raporu'nu onaylamaya istekli değildi. Almanya, İtalya, Hollanda, Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya ABD ile birlikte red yönünde oy kullandı; Fransa, İngiltere, İtalya, İspanya, İsveç, Danimarka ve Finlandiya çekimser kaldı.  

Ancak politik olarak etkili olabilmek için kamuoyunun organize edilmesi gerekmektedir. Orada ikinci bir boşluk açılıyor. Statükoya karşı gerçek anlamda öne çıkan kampanyalardan biri, 2005 yılında Filistin'de başlatılan Boykot Yatırımların Geri Çekilmesi Yaptırımları hareketidir. Güney Afrika örneğinden esinlenen bu hareketin amacı, şirketleri, üniversiteleri ve diğer kurumları, İsrail'i uzun süre ekonomik karantina altına almaya zorlamaktı. İşgal Altındaki Toprakları baskı altına almak ve vatandaşlarının eşit haklarını reddetmeye devam etmek.

On yıl süren eylemlerin ardından pratik etkisi sıfıra yakın oldu. Bunun nedeni kısmen, bariz nedenlerden ötürü -kültürün ahlaki çağrılara sermayeden daha duyarlı olması- en uygun hedeflerinin üniversiteler olması, ancak bunların İsrail ekonomisine büyük yatırımları yalnızca ABD'de olması; ki Avrupa'da genellikle devlet tarafından finanse edilirler. Amerikalı gençler arasında İsrail'e duyulan hayal kırıklığı da arttı (30 yaşın altındakilerin yarısından fazlası Gazze'ye yapılan son saldırıyı kınadı) ve ABD'deki BDS kampanyacıları kampüslerindeki yatırımların durdurulması için yiğitçe mücadele etti. Şu ana kadar sadece küçük bir New England koleji onlara yönelik bir jestte bulundu. Avrupa'da boykot -esasen akademik- daha önemli bir talep oldu, ancak tamamen sembolik anlık birkaç kararın ötesine pek geçemedi.

Strasburg ve çeşitli ulusal parlamentolar, Abbas'ın hayalet otoritesinin bir Filistin devleti olarak tanınması yönünde 'prensipte' oy kullandı; bunu yalnızca İsveç başarmıştır. İsrail'in her ne olursa olsun savunulması giderek zorlaşırken, AB, Tel Aviv'i ülke içindeki utançtan kurtarmak için Yol Haritası'nı uygulamaya devam etmesi konusunda ABD'den daha güçlü bir şekilde Tel Aviv'e çağrıda bulundu. Her ne kadar geleneklerden bu tür sapmalar şimdiye kadar ılımlı ve isteksiz olsa da, Avrupa'da Siyonizm'e karşı bir ruh halinin ortaya çıkmasının tehlikeleri İsrail'de hafife alınmıyor.

2011 yılında Knesset, boykot çağrısında bulunan herkesi, haksız fiil ve devlet yardımlarının geri alınması davası açma yükümlülüğüyle cezalandıran bir yasayı kabul etti. Tasarının çoğu maddesi dar görüşlüydü ancak arkasında yatan kaygı daha büyüktü!  Önde gelen bir düşünce kuruluşu çalışmasının başlığı şunu anlatıyordu: İsrail'in meşruiyetinin bozulmasına karşı bir Siyasi Güvenlik Duvarı İnşa Etmek.

Likud iktidarda olduğu sürece İsrail geçmişte olduğundan daha az hoş karşılanıyor. Ancak Batı'nın, özellikle de Avrupalıların ve daha az ölçüde Amerika'nın desteğindeki bu düşüş, İsrail'in Orta Doğu'daki konumunun gücünde bir artışla dengelendi.

Bunu iki değişiklik şekillendirdi.

Bir yandan hızlı ekonomik büyüme, İsrail devletinin artık geçmişe göre çok daha fazla kendi kendine yeterli olduğu anlamına geliyordu. 2007'den bu yana Washington'dan gelen askeri olmayan yardımlar aşamalı olarak kaldırıldı. Savunma harcamaları GSYİH'nin yüzde 7'si kadar, yani ABD'deki seviyenin oldukça üzerinde seyrederken bile, İsrail'in Washington'un imrenebileceği bir cari fazla fazlası var.

Ekonomik baskılara direnme kapasitesinin artmasıyla birlikte etrafındaki stratejik baskılarda da azalma meydana geldi. Amerika'nın Irak işgali ve Arap Baharı sonrasındaki bilanço, onu Altı Gün Savaşı'ndan bu yana hiç olmadığı kadar güçlü bir konumda bıraktı.

Mısır'da Sisi diktatörlüğü, Mübarek rejiminden bile daha yakın bir müttefikti; ülke içinde Müslüman Kardeşler'e uyguladığı baskının bir uzantısı olarak Gazze'yi tamamen kapatıyordu.

Perry Anderson

Ürdün, ülke içi huzursuzluklardan etkilenmeyen sadık bir ortak olmaya devam ediyor.

Güney Lübnan sınırında, Hizbullah'ın saldırılarına karşı bir koruma sağlayan Fransız, İtalyan ve İspanyol komutanlardan oluşan BM birlikleri devriye geziyor. Suriye'de İsrail'in en uzlaşmaz düşmanı olan Esad rejimi, ABD'nin vekilleri tarafından silahlandırılan ve finanse edilen ayaklanmalarla parçalanmış eski halinin bir gölgesidir. Dahası, Kuzey Irak'taki ilan edilmemiş Kürt devleti, İsrailli istihbarat ajanlarını, askeri danışmanları ve iş adamlarını memnuniyetle karşılayan samimi bir müttefiktir. Bölge genelinde Şii ve Sünni güçler arasındaki şiddetli çatışma, Soğuk Savaş sırasındaki Çin-Sovyet bölünmesinde olduğu gibi Amerika'nın birbirlerine karşı oynamasına olanak tanıyor, inançlıları bölüyor ve dikkatlerini dağıtıyor, bu da onlara karşı ortak bir cephe olasılığını ortadan kaldırıyor. bir zamanlar yeni bir Haçlı devleti olarak damgalanan şey. İran uzak bir umacı olmaya devam ediyor. Ancak bu ortak düşmanla karşı karşıya kalan Suudi Arabistan ve İsrail, giderek daha fazla aynı fikirde oluyor; uzak düşman, Siyonizm'e yakın bir dost daha sunuyor. Ortadoğu sahnesi elbette beklenmedik şekillerde değişebilir. Ancak şimdilik İsrail nadiren daha güvenli oldu.

EDWARD SAİD VE OSLO GÖRÜŞMELERİ

Başından beri hiç kimse Oslo Anlaşmalarının doğasını Edward Said kadar net göremedi. Ölümünden önce, bir program olarak değil düzenleyici bir fikir olarak iki uluslu bir devletten bahsetmeye başladı; kısa vadede ne kadar ütopik görünse de, Filistin'de barışın tek uzun vadeli umuduydu. O zamandan bu yana geçen on beş yılda, aynı öneriyi daha uzun ve daha spesifik bir şekilde sunan seslerin sayısı arttı. İki savaş arası dönemde Yishuv'da azınlık düşünce çizgisi olan ve 1948'de sönen şey, İsrail'de de bazı yankılarıyla birlikte Filistin düşüncesinde önemli bir yön haline geldi. Batı Şeria ve Doğu Kudüs'teki yerleşim birimlerinin genişletilmesi, Ayrım Duvarı'nın inşası, Gazze'nin izolasyonu, El Fetih ile Hamas arasındaki bölünme, İsrail'de Arap temsilinin yararsızlığı, Yol Haritası'nın güvenilirliğini az da olsa zayıflattı. İkinci İntifada'dan birkaç ay sonra, bir Filistinlinin tek devletli çözüm yönündeki ilk keskin argümanı Aralık 2001'in başlarında Lama Abu-Odeh'nin Boston Review'daki bir makalesinde ortaya çıktı; bugüne kadarki en anlaşılır ve anlamlı makalelerden biriydi. 

Uykuya yatan bu düşünceye tam üç yıl sonra, kitap uzunluğundaki bir yazıyla ilk destek Lübnan'daki Al-Adab dergisindeki Ghada Karmi'den son derece politik bir makaleyle geldi. Ardından Amerikalı bilim adamı Virginia Tilley'nin, İsrail'den gelen solcu bir eleştirmene etkili bir yanıt olarak daha da geliştirilen Tek Devlet Çözümü yeniden ateşlendi.

Daha sonra hendekler açıldı. 2006'da Filistin asıllı Amerikalı Ali Abunimah'ın Tek Ülke adlı kitabı çıktı; zarafeti ve bakış açısının ilhamıyla Said'in çalışmalarına en yakın tek kitap.

2007'de Joel Kovel, Siyonizmin Üstesinden Gelmek: İsrail/Filistin'de Tek Demokratik Devlet Yaratmak adlı kitabında Yahudi milliyetçiliğinin geleneklerine sert bir eleştiri yayınladı.

2008'de Said'in yeğeni Saree Makdisi, İşgal Altındaki Toprakların durumuna ilişkin tüm raporların en iyi belgelenmiş ve en dokunaklı olanı olan ve tek bir devlet için kendi davasıyla sonuçlanan İçten Dışa Filistin'i yazdı.

2012'de İsraillilerin iki çalışması ve İsrail ve Filistinlilerin katkıda bulunduğu üçüncüsü birkaç ay arayla yayınlandı: Ariella Azoulay ve Adi Ophir'in Tek Devlet Durumu, Yehouda Shenhav'ın İki Devletli Çözümün Ötesinde ve Siyonizmden Sonra: Tek Devlet İsrail ve Filistin için, editörler Anthony Loewenstein ve Ahmed Moor’du.

2013 yılında, Rashid Khalidi'nin Aldatma Komisyoncuları adlı çalışması Filistin resmi yönetiminin kendi kendini feshetmesi ve tek bir devlette tam demokratik haklar için mücadeleye geçilmesi çağrısında bulunurken, Hani Faris'in editörlüğünü yaptığı İki Devletli Çözümün Başarısızlığı adlı cilt, yaklaşık yirmi katılımcının tek devlet gündemine ilişkin bugüne kadarki en kapsamlı düşünce ve önerilerini bir araya getirdi.

Bu literatüre hem İsrail hem de Filistin tarafından tepkiler yavaş yavaş geldi. 2009'da Benny Morris, Tek Devlet, İki Devlet, Hussein Ibish Tek Devlet Gündeminin Nesi Yanlış?; 2012'de Asher Susser İsrail, Ürdün ve Filistin: İki Devletli Zorunluluk; 2014 yılında bir grup İsrailli ve Filistinli, İsveç'in rehberliğinde Tek Toprak, İki Devlet projesinde işbirliği yaptı.

Olmert'in Vaat Edilmiş Topraklarda tek bir devlete ilişkin artan tartışmaların İsrail'e yönelik tehlikeleri konusunda uyarıda bulunabileceği yeni bir entelektüel manzara ortaya çıkmaya başladı.

Böyle bir devlet için öngörülen formlar, herkese eşit sivil ve siyasi haklara sahip üniter bir demokrasiden, Belçika çizgisinde iki uluslu bir federasyona ve etnik kantonlardan oluşan bir konfederasyona kadar uzanıyordu.

Ancak Doğu Kudüs bir yana, Batı Şeria'nın her yerinde, Yahudi lojistiği ağı ve Yahudi yerleşim düzeni geri döndürülemeyecek kadar derinleşti. İsrail'in bu yayılması, Siyon içinde yuvalanmış ikinci bir devlet olasılığını fiilen yok etti. Eğer şekillenecek olsaydı, ikinci devlet Filistinlilere teklifte bulunacaktı; çünkü Oslo yalnızca birinciye bağımlı olabilirdi; coğrafi yakınlıktan, ekonomik sürdürülebilirlikten ya da gerçek siyasi egemenliğin temellerinden yoksundu: bağımsız bir yapı değil, İsrail'in ek binasıydı.  

Ancak bunun gerçekleşmesi bile sürekli olarak ertelendiği için, durumu zalimlerin aleyhine çevirmek ve en azından ikisi arasında demografik eşitliğin olacağı tek bir devlet talep etmek daha iyi olacaktır. Altında mücadele edilecek siyasi bir bayrak olarak sivil hakların -bu iddiaya göre- ulusal kurtuluştan daha güçlü bir uluslararası çekiciliği var. Eğer İsrail’in etnik saldırısı zaptedilemezse, demokratik baskıya karşı da savunmasız kalınır.

Joel Kovel'in tanımına göre, 'iki devlet kavramı esasen, 'Yahudi devletinin giderek küçülen bir toprak parçası üzerinde az çok ihmal edilebilir bir 'diğer devlet' ile birlikte sürekli olarak büyütülmesi' için bir kod sözcük değilse(35) ne demektir? Bugüne kadar kabataslak çizildiği şekliyle tek devletli çözüm fikrinden mi söz edilecek? Filistinlilerle dayanışmasının gücü ve iki devletli çözümün gerçekte ne anlama geldiğine ilişkin vizyon, Siyonist devlete karşı iki uluslu ve uluslararası muhalefetin büyümesinde kritik bir noktaya işaret ediyor. Etkisinin en iyi ölçüsü, ona verilen resmi tepkidir. On yıldan fazla bir süre önce, Filistin Yönetimi'nden bir yetkilinin bu konuya -tamamen taktiksel bile olsa- ilgi gösterdiğinin ilk ipucu üzerine Dışişleri Bakanı Powell, ABD'nin iki devletli çözüme yönelik yol haritasının "şehirdeki tek oyun" olduğunu duyurdu.(36) İsrail'in ilk alaycı tepkisi 'Ay'da bir Filistin devleti kurulması çağrısında da bulunulabilir' şeklindeydi.

Nitekim çok geçmeden Olmert, Filistinlilerin “Cezayir paradigmasından Güney Afrika paradigmasına, kendi deyimiyle 'işgale' karşı mücadeleden tek adamın/liderin (Mandela) tek oy mücadelesine geçebileceği" korkusunu ifade etmeye başladı.

Bu Filistin için elbette çok daha temiz bir mücadele, çok daha popüler bir mücadele ve sonuçta çok daha güçlü bir mücadele.

Olmert alelacele İsrailli yurttaşlarını Filistin Yönetimi ile mümkün olduğu kadar çabuk bir anlaşmaya varmaya çağırarak şunları söyledi: 'Esas tehlike iki devletli çözüm çöktüğünde ve eşit oy hakkı için Güney Afrika tarzı bir mücadeleyle karşı karşıya kaldığımızda gelir!’ (37) Bir tarafın uyarısı, diğer tarafın ipucu kadar taktikseldi; her biri ülke içindeki pozisyonunu desteklemekle ilgiliydi. Ancak herhangi bir tek devletli çözümün Siyonizmin ve onun Batı Şeria'daki izdüşümünün (FKÖ) sonu anlamına geleceği her iki taraf için de açıktı.

Neyse ki, bunun uygulanabilirliğinin sıfır olduğu konusunda hemfikirler, çünkü ne Yahudiler ne de Filistinliler buna en ufak bir istek duymuyorlar: Her birinin kendi devletine ve kendi inancına olan tutkulu bağlılığı, tek bir siyasi yapı içinde birleşmelerinin önünde aşılmaz bir engel. Her iki tarafın siyasi kurumları açısından da bu kesindir elbette: bir intihar anlaşması yapmayacaklar. Aynı şey İsrail'in kalesi olduğu Yahudi cemaatinin ezici çoğunluğu için de geçerli. Ancak bu durum, İsrail'e entegrasyon için ayrı bir devlet umudundan vazgeçmeyi, statükoda belirsiz bir boğulmaya tercih edilebilecek Filistinli kitleler için mutlaka doğru değil. Filistin Yönetimi'nin basın özgürlüğü açısından diğer tüm Arap hükümetlerinden iki kat daha aşağıda olduğu Abbas döneminde (Said'in eserleri Arafat tarafından yasaklanmıştı) sansür ve gözdağı, kamuoyunun güvenilir şekilde değerlendirilmesini zorlaştırıyor. Ancak sivil toplumun henüz tamamen ele geçirilmediği ya da ezilmediği ya da üniversitelerin dize getirilmediği açık görünüyor; ve bunların arasından süzülen şey, FKÖ'nün resmi hedefleriyle ilgili giderek artan hayal kırıklığının işaretleridir.

O halde, tek devletli çözüm kitabından korkmak için en acil nedeni olan partinin, ABD’nin Batı Şeria'daki adamları El Fetih rejiminin olması sürpriz değil. Amerika'nın Filistin Görev Gücü olan El Fetih, 2006 başlarında Hüseyin İbiş'in bu iddiayı (tek devletli çözüm) çürütmesini "sunmaktan gurur duyuyordu." Ibish gerçekte neyin gerekli olduğunu şöyle açıklıyordu: ‘ Filistinlilerin, Filistin toplumunda kanun ve düzeni sağlamak, uluslararası ve İsrail'in güvenliğe ilişkin beklentilerini karşılamak ve güvenlikle ilgili uluslararası ve İsrailli beklentileri karşılamak için sağlam, profesyonel ve bağımsız bir güvenlik hizmetine ihtiyaçları var. Muhalif milis grupları ve özel amaçlı militanların yükselişi ancak böyle dirdirilabilir.’(40)

İsrail tarafındaysa, Ibish'in 'değerli(!)’ çalışmasını ele alan Asher Susser, bu fikri göz ardı etmeye çalışıyordu: ‘Bu günümüzün küreselleşmiş dünyasında ciddi etkiler yaratacaktır. Her ne kadar gerçekçi olmasa da, tek devlet fikri İsrail'e ve Siyonist projeye karşı siyasi savaşın tercih edilen bir aracı haline gelecektiri. İsrail'in rızasını değil, İsrail'in tamamen gayri meşru hale getirilmesinin doğal sonucu olarak uluslararası toplumun zorlamasıyla ortaya çıkacak kolektif teslimiyeti getirecektir.  Susher, bu şekilde, 'Hem İsrail'in hem de iki devletli çözümün meşruiyetini tartışmasız bir şekilde aşındırdı. Durum bazı yönlerden Güney Afrika'daki apartheid rejiminin dışlanması gibi İsrail'in de aşamalı izolasyonunda etkili olacaktı! (41) İsrailliler, kendilerini tehlikeye atarak bunun yıpratıcı etkilerini görmezden geleceklerdi.

Boşa giden barış

Yitzak Rabin ve Yaser Arafat. Oslo Anlaşmasından sonra ikisi de öldürüldü.

Ancak bu risk, Clinton'un ana hatlarını çizdiği ve Taba'nın az farkla gözden kaçırdığı "çözümün neye benzediğini hepimiz biliyoruz" gerçeğinin basit bir şekilde tekrarlanmasıyla en iyi şekilde atlatılır mı? 2014 yılına gelindiğinde, "birçoğunun kendi taraflarındaki liderlerle yakın bağları olan bir grup seçkin İsrailli ve Filistinli akademisyen ve uzman", barış sürecinin emektarları ve onun "Oslo müzakerelerinden önce ve sonra son derece gizli kanalları" bir araya geldi.

OBAMA’NIN İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜMÜ

Yol Haritası'nın meyvelerini vermediği talihsiz olayda, daha yaratıcı bir şeyin gerekli olduğu düşünülüyordu.(42) İki devletli çözümün güvenilirliğini yeniden canlandırmak için, bunun alternatif bir uygulaması tasavvur edilebilirdi: toprakların bölünmesi değil, çoğaltılması yoluyla! Paralel İsrail ve Filistin devletlerinin aynı alanda faaliyet göstermesi ve her birinin kendi egemenliğine sahip olması.

Tek Ülke, İki Devlet, şu ana kadarki herhangi bir tek devlet önerisinden çok daha ayrıntılı ve karmaşık bir planın ana hatlarını çiziyor -İsveç yardımları kurumsal detayları dolduruyor- Siyonistlerin bunlara yönelik nefretini daha iyi karşılıyor. İsrail'i Filistin gölgesinin yanı sıra sağlam bir şekilde koruyan 'Paralel Devlet Projesi', İsrail'i meşruiyetini kaybetme tehlikelerine karşı koruyor. Paralel olmak elbette eşit olmak anlamına gelmez. Bir katkı, böyle bir çözümle ilgili derin korkuları gidermenin en iyi yolunun 'açık bir güç asimetrisini sürdürmek' olduğunu açıklıyor. Çünkü, yalnızca güvenlikle ilgili soruları ele alırsak, 'İsrail tarafı olası tüm konfigürasyonlarda bir miktar askeri avantajı korumakta ısrar edecektir.'(43)

Obama Yönetiminin ısrarla üzerinde ısrarla durduğu iki devletli çözüm, İsrail'deki revizyonist kampta hiçbir zaman diplomatik mücbir sebeplere karşı taktiksel bir taviz olarak gönülsüz bir taklitten öteye gitmedi. Gazze'nin boşaltılmasının bir sonucu da, daha cesur ruhların burayı tamamen yok etmeyi düşünmelerini sağlamak oldu. 2014 yılında Jerusalem Post'un genel yayın yönetmeni yardımcısı ve İDF öğretim görevlisi Caroline Glick, İsrail Çözümü: Orta Doğu'da Barış için Tek Devlet Planı'nı yayınladı ve Yahudiye ve Samiriye'nin doğrudan ilhak edilmesini ve buraların İsrail'in ayrılmaz bir parçası haline getirilmesini önerdi. Çağdaş Siyonizmin doğal sınırlarını tamamlamak için Doğu Kudüs gibi yerleri ilhak etmek…  Batı Şeria ajanslarının Arap nüfusu için ürettiği şişirilmiş istatistiklere dayanarak, bunun İsrail'deki Yahudi üstünlüğünü tehdit edeceği yönündeki korkular asılsızdı. Arap devletlerinin yardım edebilecek durumda olmadığı Filistin Yönetimi'nin kapatılması, ABD'nin üzerindeki ekonomik yükü kaldıracak ve ABD'ye değişikliği memnuniyetle karşılaması için bir neden ver

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)