Yazar efsane gazeteci Lütfü Akdoğan 91 yaşında ölmüştü
91 yaşında ölen yazar ve gazeteci Lütfü Doğan, deyim yerindeyse ayaklı tarihti. Birçok savaşa şahit olmuş, muhabirlik yapmıştı. Akdoğan 21 Ekim 2021 yılında toprağa verilmişti.
Ahmet Yıldız'ın Lütfü Akdoğan'la yaptığı bu konuşma ilginç konuşma 22. 10. 2017 yılında Odatv'de yayınlanmıştır: * Ortadoğu’da Krallarla devlet başkanlarıyla adı birlikte anılan gazeteci Lütfü Akdoğan’ı, yeni çıkan romanı "Efsane Cengo" üzerine konuşmak üzere ziyaret ettik. Yaşça aramızda dağlar olmasına karşın, bir edebiyatçı kardeşliğiyle samimi, sıcak bir sohbet gerçekleştirdik. Lütfü Akdoğan, gazetecilik yıllarında o güne kadar konuşmaya dahi cesaret edilemeyen konularla ilgili röportajlar yapan bir gazetecimiz. Ağrı dağına çıkan ilk gazeteci unvanına bile sahip. Bu unvanlara, hiç kimsenin şimdiye dek yazmadığı ve bir daha hiç kimsenin yazamayacağı olayları ve bu olaylara bakış açısını içeren ve Boyalıkuş yayınlarınca yayınlanan Efsane Cengo adlı romanı yazarak bir yenisini ekledi. Lütfü Akdoğan’la kitabı üzerine Ahmet Yıldız konuştu... Ahmet Yıldız: Değerli Lütfü Akdoğan bey. Son romanınız Efsane Cengo yayınlandı... Lütfü Akdoğan: Roman olarak değerlendiriliyor mu? Yıldız: Başarılı bir romanın tüm öğelerini barındırıyor. Üstelik anlattığınız olaylar inanılmaz... Cumhuriyet tarihinin uluslararası ilişkilerde arka yüzünü hatta karanlık yüzünü aydınlatıyorsunuz... Paris’te Veliaht Abdülmecit’in Atatürk için söylediklerini hemen sormak istiyorum... Akdoğan: Bakın bir kere herkesin sandığının aksine Atatürk askerî olarak değil, politikacı olarak bir dahidir. Savaştığı Rusya’yla anlaşma yapıyor, üstelik para alıyor, silah alıyor; oradaki güçlerini Anadolu’ya topluyor... Savaştığı Fransa’yla anlaşma yapıyor, üstelik silah alıyor, güneydeki bütün güçlerini Anadolu’ya esas ana savaş merkezine çekiyor. Ondan sonra da Yunanların k.çına tekme ata ata denize döküyor. Bu bir deha işi... Öyle Atatürk’ü Çanakkale’de filan aramaya gerek yok. İngiltere’yi, Fransa’yı, Yunanistan’ı rakip devletleri bu hale getirmek için yarattığı politikalar büyük bir dehanın ürünü...
Ben de bu romanı yazmak zorundaydım. Fikir adamı, yazar dediğin önce namuslu olacaktır. Benim mürekkebim kanımdır, kalemim vicdanımdır. Solcu sağcı ne dersen de, ben buyum. Yıldız: Kitapta birinci derecede tarihi kişilikler var. Saddam, Demirel, Nasır... Örneğin Nasır... Darbe yapmadan önce CIA elemanı roman kahramanınız Jack’le anlaşmaları madde madde var... Akdoğan: Ve hiçbir yerde neşredilmemiş... Yıldız: Sizin başınızdan geçenler mi? Akdoğan: Hayır kahramanımız Cengo anlatıyor... Yahu bu kitabı okuyacak adam kalmadı Türkiye’de. Okuma oranı %2 bile değil. İsveç Norveç %100! Yine de kitabı okuyan herkes Cengo sen misin diye soruyor nedense... 1980’e kadar toplumun dikkatini çeken ne kadar eser varsa okudum; mutluyum. Ondan sonra pek okumadım, ama iddia ediyorum bu kitap, Efsane Cengo, asrın kitabıdır. Bilhassa Türk okuyucuların, gençlerin, Türkiye’yi yönetmek isteyen herkesin bu kitabı okuması lazımdır. Ne yazık, yazdığım her kitabı TBMM ve hükümete, askeri kesime göndermiş olmama rağmen bugüne kadar gelen teşekkür mektupları onu geçmez. Bir eleştirmen var mı Türkiye’de? Üzülerek söylüyorum ki, ülke olarak kültüre, bilgiye ve yazarlara karşı son derece kötü davrandık. Bu yazarların cehaletini değil yöneticilerin cehaletini gösterir. Bundan son derece ürktüm. Maalesef bundan şu anlaşılıyor. 80 milyon insanı cahiller yönetiyor. Bunu büyük harflerle yaz... Bir kitap yazıyorsun, mahkemeye veriyorlar filan; bir kitap yazma yüzünden on kere savcılığa gidiyorum; rahatsız oluyorum. Bu yüzden inanır mısınız 60 yıl ülkemde yaşayamadım. Yıldız: Ne yazık ki Türk yazar ve şairinin kaderi oldu bu durum. Ve bugünkü kısır ortama kadar geldik. Kitabınıza dönersek, Anadolu’da tarihte Hititler’den bu yana kurulmuş devletleri birer Cengo olarak değerlendiriyorsunuz... 14. Cengo CIA ajanı bir Türk, Jack... Cumhuriyet sınırlarımız içinde kalalım düşüncesine de bir isyan bu kitap aynı zamanda... Akdoğan: Tarih ve coğrafya hocamdan şunu öğrendim: Eskiyi tamamıyla ortadan kaldıracaksın ki yeni yeşerebilsin. Bu, tümüyle yanlış bir düşünce... Her gelişme bir önceki gelişmelerin ürünüdür. Osmanlı veya bu topraklarda bizden önce yaşamış Hititler, her devlet bizim için bir deney alanıdır, bizimdir. Atatürk bütün İttihatçıların özlediklerini gerçekleştirmiştir. Örneğin II. Mahmut’un yaptıklarını inceliyor, hatmediyor. Ondan sonra devrimleri başarıyor. II Mahmut Atatürk’ten daha devrimciydi kılık kıyafette. Osmanlı deyip de bir kenara atmaya gerek yok. Cumhuriyet tarihi bu yüzden yanlışlıklarla dolu… “Hey koca Osmanlı yemen çöllerinden Viyana kapılarına niye gittin!” Oysa tam tersi, niye bu hırsı gençliğimize vermedik, vermeyelim, mahrum bırakalım. Kaç devletin ecdadı var bunları başarmış. Kitabıma o bölümü koyarak bizden önceki devletlerin hangi hataları yaparak yıkıldıklarını anlattım. Bugünkü yöneticilerimiz görsün diye. Ama nerde... Yıldız: Hititler hem yöneticileri zayıf, hem komşularıyla iyi geçinememişler, Urartular da zengin fakir ayırımı uçurum varmış aralarında, İyonlar savunma sistemi kurmamış, Lidya paralıyım diye paralı askerler tutmuş yok olmuş, Selçuklular taht kavgalarından yıkılmışlar... Akdoğan: Türkiye'yi yönetenler gibi... İskender ne olmuş, okudun değil mi Cengo’da? En yakınlarından ihanete uğramış. Gaddar bir adammış. Koca imparatorluğu kumandanlar arasında paylaşılmış. Türkiye de bölünmez diye bir şey yok. Bugünkü yöneticilere ders olsun diye yazdım bunları... Eski hikâyeleri de onlardan deney kazanıp istifade etmek için... Yıldız: Bu kitabı okuduğumda, Türk solcuların teorik olarak açıklamaya çalıştığı Cumhuriyet döneminde başımızdan geçen belaların gerçek nedenlerini gördüm. Nasıl yabancılar tarafından yönlendirilip yönetildiğimizi anladım. Öyle komplo teorisi filan değilmiş olup bitenler. 1960 ihtilali bile CIA darbesiymiş! Akdoğan: Evet, iyi değerlendirme. Hepsinin gerçek nedeninin belgeseli gibidir bu romanım. Yıldız: TKP tutuklamaları CIA’nın bizzat yönettiği bir şey miydi gerçekten kitapta değinildiği gibi? Akdoğan: Ortadoğu’da ister komünist, ister faşist, ister kapitalist, hangi ad altında hangi örgüt kurulmuşsa arkasında ya Rusya, ya ABD, ya İsrail, ya İngiltere, ya Fransa vardır... Türkiye yoktur ama... Yıldız: Kitapta De Gaulle üzerinde çok duruyorsunuz. Özel bölüm ayırmışsınız; neden? Örneğin ABD büyükelçisine ayağa kalkıp, burası Grand Fansa diyor açıkça... Çekip gideceksiniz diyor... Akdoğan: İyi noktaya değindiniz. Bir devlet adamı örneği olarak onu vermek istedim. Beş parasız ölmüş ama Fransa’yı yeniden kurmuş bir devlet adamı örneği. Orada kime karşı kafa tutuyor? Fransa’yı kurtarmak için Normandiya Çıkarması’nda yüz binlerce askerini şehit bırakmış ABD’ye kafa tutuyor! Düşünün, ABD bizim neyimizi kurtardı şimdiye kadar? İstiklal savaşında yoktu, Lozan’da karşımızdaydı, ama kafa tutamıyoruz!
Yıldız: Romanda kahramanınız 14. Cengo namı diğer CIA ajanı Türk Jack, dünyanın kurtuluşunun Kafkasya Ortadoğu ve Balkan (KOB) halklarının kurtaracağına inanan bir doktrin hazırlayıp buna göre gizli çalışmalar yürütüyorlar. KOB düşüncesine siz de inanıyor musunuz? İnsanlığı kurtaracak kültürün burada olabileceğini inanıyor musunuz? Akdoğan: Bütün kalbimle... Yıldız: Oysa dünyanın en ihtilaflı toprakları buralar... Akdoğan: Yaşadıkları olumsuz her şeye rağmen Avrupa tarihçileri çok şey öğrenmişlerdir tarihten. Bizim gibi değil. Onların istedikleri tek şey Ayasofya’dır. Kudüs’ün İsrail’de oluşu bizi rahatsız ediyor mu etmiyor mu? En yüksek din kaynakları, en büyük eserleri Ayasofya onların... Mekke Medine gibi; ha Mekke Medine ha Ayasofya... Hiç namaz kılmayan bile Mekke ve Medine’nin Fransızın, İngilizin elinde olmasına bozulur... Türkiye’ye bakışlarını buradan anlayalım lütfen... Yıldız: Siz KOB diyorsunuz ama Dünya’nın şu anda geldiği noktada SSCB’nin dağılmasıyla bir Türk dünyası oluştu; Nazarbayev’in bir liderlik, kendisine biçtiği bu misyon var görünüyor. Bir Türk paktı oluşabilir mi? Niçin KOB’la yan çizmek... Akdoğan: Geleceğin Yüzyılı kitabımı okuyun. Bunlar fikir kitaplarıdır... Yıldız: Türkiye’den Arap ülkeleriyle Londra üzerinden ancak konuşulurken siz bütün Arap ülkeleri liderleriyle ahbaptınız, oraları 35 yıl karış karış geziyordunuz... Oraları önce siz öğrendiniz sonra Türk kamuoyuna gazetelerde tefrika ederek öğrettiniz... Akdoğan: Ben onları yazmasaydım, bugün de yazmasam büyük bir vicdan azabı çekerdim. Büyük politikacıların devleti yöneten tüm kesimlerin bunları okumasını bir şeyler öğrenmesini istedim... Şu cennet Boğaz’a bak, buralar en değerli dünya toprakları Türkiye böyle insanlarca mı yönetilmeli... Devletten, gelip geçmiş tüm hükümetlerden davacıyım. Atatürk hariç, İsmet paşa dahil bugüne dek gelen tüm hükümetlerden davacıyım... 20 asrı kirleten, vatandaşlarımı cahil bırakan, milletimi açlığa sürükleyen bu hükümetlerin tümünden bir kere değil, bin kere davacıyım! Ben bir gazeteciyim, yazarım, benim Bağdat’ta işim ne, Suudi Arabistan’da işim ne Fransa’da işim ne? Orada çok mu mutluydum. Çocuklarım orada sıcakta soğukta okumak mecburiyetinde kaldılar 10 kere okul değiştirdiler, bir arkadaşları olmadı... Bak bakalım bir büyük şair var mı son otuz yılda, büyük yazar var mı? Yazara şaire gazeteciye düşman bir memleket yönetimi olabilir mi? Affetmiyorum. Vatan haini bile dediler bana. Alevi oldum Kürt oldum Arap oldum bir türlü Türk olamadım. Yavuz’la Mısır’ı fethetmeye giden askerlerin içinde dedelerimin dedesi yahu... Yurt dışında büyük itibarım vardı ülkeme giremiyordum. Romandaki Cengo’yu bana benzetiyorlar okurlar, Cengo sensin diyorlar... Yıldız: Son soru. Yeni çalışmalarınız var mı? Akdoğan: Cengo’nun devamını yazıyorum... Yıldız: Cengo, eşi ve çocuklarıyla hacdan dönerken Golan Tepeleri üzerinde “Bum” diye bombalanmadı mı? Akdoğan: Uçak bombalandı, ama öldüklerini siz romanda okuyup şahit oldunuz mu? Yıldız: Merakla bekliyoruz yeni romanı. Teşekkür ederim zaman ayırdığınız için. Ahmet Yıldız Fransız işgali altındaki Antakya’da 24 Temmuz 1930’da doğdu. İlkokulu Fransızca ve Arapça okuyarak bitirdi. Öğrenim hayatını devam ederken 1950’de mesleğe polis-adliye muhabiri olarak başladı. Yeni Sabah, Tercüman, Akşam, Yeni İstanbul gazetelerinde çalıştı. Tercüman’da ülkenin dış ve iç politikasına yön veren yazıları, röportajları ve yeniliklerle gazete dönemin en yüksek tirajlı gazetelerinden biri haline geldi. Milletvekilliyken bile büyük bir sevgi ve saygıyla bağlı olduğu mesleğinden kopmadı ve 1967 ile 1973 Arap-İsrail Savaşları’nda harp muhabirliği yaptı. Bab-ı Âli’den ayrıldıktan uzun süre sonra kamuoyunda büyük yankı uyandıran Hürriyet gazetesinde yayınlanan Saddam Hüseyin röportajını yaptı. Toplamda 10 savaş ve 20 ihtilal gördü. Yazarlığını konuşturduğu birçok esere sahiptir. Bunlardan bazıları; Krallar ve Başkanlarla 50 Yıl (2’inci, 3’üncü cilt), Türkiye Nereye, Geleceğin Yüzyılı, İslam’ın Özü, Molla Mustafa Barzani Anlatıyor. Gerçekedebiyat.com'ÖYLE ATATÜRK’Ü ÇANAKKALE’DE ARAMAYA GEREK YOK…'
'80 MİLYON İNSANI CAHİLLER YÖNETİYOR'
'BUGÜNKÜ YÖNETİCİLERE DERS OLSUN DİYE YAZDIM BUNLARI'
'HA MEKKE MEDİNE HA AYASOFYA…'
'ATATÜRK HARİÇ, BUGÜNE DEK GELEN TÜM HÜKÜMETLERDEN DAVACIYIM'
LÜTFÜ AKDOĞAN KİMDİR
YORUMLAR