Vadideki Zambak üzerine
Balzac'ın Vadideki Zambak eserinde yeni bir ekol temsilcisi olarak büyük bir iddia yoktur ama gerçek bir incelik, sanatlı bir ifade vardır.
Dünya Edebiyatında sağlam bir yer işgal edip ün salan eserlerden biri «Vadideki Zambak»dır. Realizmi üstün tutan Balzac'ın derin ve romantik bir aşk olayı sebebiyle tahlil ve çözümlemelere giriştiği ve bu konuda gerçek bir başarıya ulaştığı bir eserdir bu. Bilindiği gibi devirlerin ve şartların değişmesi sebebiyle tekâmül eden insanların değişmez bir özü vardır. Eserde işlenen de bu özdür. Balzac'a göre, toplumların sonsuz bir şekilde gelişeceği söz konusu olduğunda yalnız insan kendi üzerine gelişmeler kaydedecektir. Bireysel hayatın olayları toplum hayatı kadar önemli ve derinliklerine inilmeye değerdir. Vadideki Zambak'da Madame de Mortsauf'la aşkı arasında geçen o gizli savaş belki herkesin bildiği ünlü savaşlardan herhangi biri kadar büyüktür. Edebi bir cennet hülyası ile şerefi uğruna genç bir kadının nefsine hâkim olma yolunda gösterdiği azim, bu yolda ölümü bile göze alış dikkate değer bir bireysel zaferdir. Bu «zafer» kelimesi görgü ve felsefelerin, değerlendirmelerin türlü renklere buladığı ve değiştiği devrimiz okuyucularının tenkitlerini üzerine çekecektir. Her zaman için eserleri devir ve şartlarına göre değerlendirme zarureti vardır. Söz konusu, bir fikrin savunuluşu değil insanın kendi sınırları içinde hayat mücadelesidir. Bu konuda Balzac'ın «Tutkudur bütün insanlık. Onsuz, din de, tarih de, roman da, sanat da faydasız olurdu.» sözü doyurucu özlü bir açıklama olacaktır kanısındayım. “Vadideki Zambak” bir tutkuyu hareket noktası ve ağırlık merkezi yaparak bir ruhu anlatma ve aydınlatma çabasıdır. İnsanlar bulundukları durumlar içinde gözleyen ve tabiata en uygun bir şekilde her türlü görünür ve davranışlarıyla ifade etmesini bilen Balzac, o tanrısal gücünü burada da göstermiştir. Şefkatten yoksun büyüyen, içe dönmeye zorlanmış bir delikanlının âkibetini Felix'in kaderinde apaçık görür ve yaşarız. Bu kader oluşumu eğitim alanında yanlış yollara sapan ebeveynlerin dikkatini çekmesi gereken bir uyarımdır. Felix kendisinden büyük, üstelik evli bir kadına niçin böylesine sonsuz ve ihtirası gönlü dağlayan bir aşkla bağlanmıştır. Buraya aldığım satırlardan da anlaşılacağı gibi zaten o kendisini buna hazırlamıştır. Henriette ihtirastan nerdeyse çatlayacak olan bu kalbin kapısını özlenen ufuklara açan sihirli bir anahtar, mutlu bir raslantıdır. «Bastırılmış isteklerle boyuna çalkalanan bir kafanın çektiği acılar, bitmez, tükenmez yoksunluklarla kararan bir hayatın sıkıntıları kendimi okumaya atmaya zorlamıştı beni. Bir delikanlılığın, içinde sayısız yakınmanın bulunduğunu sezinlediğiniz bu üstünkörü çizgilerini çizmek zorundaydım geleceğim üzerindeki etkisini anlatabilmek için. Bunca kötü öğenin baskısı altında kaldığım için, yirmi yaşımı geçmişken, gene ufak - tefek, sıska, saz benizli bir çocuktum. Ruhum, isteklerle dolu, görünüşte zayıf gövdesiyle, gerçekte ise, yaşını bir Tourslu hekimin dediği gibi, demirden bir yaradılışın son erimesinin ateşi içinde çırpınıyordu. Yapıca çocuktum, kafaca yaşlıydım; öyle çok okumuştum, öyle çok düşünmüştüm ki, hayatın dar boğazlarının engebeli sarplıklarını ovalarının kumlu yollarını görmek üzere olduğum sırada hayatı, madde ötesinde, bütün yükseklikleriyle tanıyordum. İşitilmemiş tesadüfler beni ruhun ilk kargaşalıklarının ortaya çıkıverdiği, şehvete karşı uyandığı, her şeyi tatlı, taze gördüğü o zevk dolu çağın ortasında bırakıvermişti. Çalışmalarım yüzünden uzayan yeniyetmeliğimle yeşil dalları bitmekte geciken erkekliğim arasında kalmıştım. Hiçbir genç adam duymaya, sevmeye benim kadar hazırlanmamıştır.» Ailesinden göremediği fakat ölesiye duyduğu şefkat ihtiyacı ve ten ihtirasları arasında bocalayan Felix'ın Henriette'ye karşı beslediği aşk tek yönlü değildir; o, bu kadında özlediği ana şefkatini, madde ötesine ulaşan göksel varlıkların ruhunu bulur; engin muhayyelesi onun mânaya eşsiz renkler ve görünümler katan ilhamlarıyla dolar taşar. İçe dönen bakışlar kalbin tapınağında mabudunu bulmuş, kayıtsız şartsız ona teslim olmuştur. Madde ne türlü çılgın heveslere kapılırsa kapılsın; Arabella o baştan çıkarıcı dişiliği ile ne türlü oyunlar hazırlarsa hazırlasın; anları dolduran zevkler inanç dolu bu ruhu mabudundan ayırabilir mi? Şüphesiz, hayır, günahlar pişmanlıklar yaratır ancak, günahkâr eskisinden daha fazla bir şevk ve özlemle tapınağına çekilir, mabud ne kadar erişilmez olunca o derece yücelir, fazilet maddenin buyruklarına set çeker. Fazilet kelimesini kullandım, bu kelimeyi ağırlık merkezi yayapacak olursak (Henriettenin fedakârlıklarını göz önünde bulundurarak) «Vadideki Zambak» bir fazilet mücadelesidir. Duyarlı bir kalp bunu okurken mutlaka etkilenecek, kendi şartlarına ve duyarlığına göre bir şeyler kazanacaktır. Henriette'nin hissiyatı ve ideali Andre Gide'nin Alissa'sını ne kadar hatırlatır. Realist bir yazar olarak bilinen Balzac'ın derin tahlillere daldığı bu eserinde okuyucuyu romantizmin engin ufuklarına salan bir lirizm hâkimdir. Bunda kendisini toplumsal bilimler doktoru olarak gören Balzac'ın eşsiz üslubuyla Victor Hugo'nun öncülüğünü yaptığı romantizmin etkisinden bütün bütün kurtaramayışının rolü olabilir. Katı gerçeklerin yanı sıra ebedi bir mutluluk uğruna kalp ve beden isteklerine set çeken Henriette romancının ideali arama ve yaşatma çabasına giriştiğini dolaylı bir şekilde de olsa sezinletebilir. Yeni bir akımın öncüsü olarak bu eser, Balzac'ın karekter olgunluğunu yansıtan bir eser sayılamaz; bununla birlikte kendisine özgü bir orjinalitesi vardır; mânevi değerlerin tatlı zevklerine ve zenginliklerine daldırır okuyucuyu. Romanın en ilgi çekici yönleri tahlilleri ve ayrıca aşk, analık duyguları, şefkat, şehvet arasında bocalayan Henriette'nin Felix'e yazdığı mektuptur. Bu mektupta Henriette ilâhi ilhamlarla dolu ruhunun yüce seziş gücüyle Paris'de toplum hayatına katılan Felix'in başarılı olması için neler yapması gerektiği hususunda bir takım öğütler vermektedir. Bu öğütler hayata yeni atılmış gençlere ışık tutacak kadar kıymete ve olgunluğa haizdir. Buraya mektuptan bir pasaj alıyorum: «Toplumlar tanrısal bir kökten mi gelir, yoksa insanlar mı icat etmişlerdir, bilmiyorum. Kesin olarak gördüğüm şu ki toplum diye bir şey var. Bir kere bunu kabul ettiniz mi, insanlardan uzak yaşıyacak yerde, toplumun kuruluş koşullarını benimsemelisiniz. Yarın, bu koşullarla aranızda sözleşme gibi bir şey imzalanacak. Bugünkü toplum, insana kendisinin yararı dokunacağı yerde, daha çok kendisi mi ondan yararlanıyor? Bence öyle. Yalnız, insan ister toplumda kendisi için yarardan çok yük bulsun, ister elde ettiği yararları pahalıya ödesin, bu sorunlar yasaları yapanları ilgilendirir, bireyi değil. Bunun için, bence, herşeyde genel yasaya uymak zorundasınız, hiç tartışmadan; ister çıkarınıza uygun olsun, ister aykırı Bu ilke size nekadar basit görünürse görünsün, uygulaması zordur. Özsu gibi bir şeydir bu. Ağaca can vermek için en ufak kılcal damarlarına kadar girecek, böylece onun yeşilliğini koruyacak, herkesin hayranlığını uyandıran çiçeklerini geliştirecek, yemişlerini dolgunlaştıracak. Yasaların hepsi kâğıda yazılı değildir; gelenekler de yasa yaratırlar, bunların en önemlileri de en az tanınanlarıdır. Eylemlerinizi, sözlerinizi, dış yaşayışınızı, dünyaya karşı davranışlarınızı, ya da servete karşı tutumunuzu düzenleyen bu hukukun ne öğretmeni vardır, ne kitabı, ne de okulu. Bu gizli yasalara aykırı davranmak, toplum düzeyinin üstüne yükselecek yerde, dibinde kalmak demektir. Toplumu bireyin mutluluğuyla — herkesin zararına olacak tustaklıkla bir tek kişiyi ele alarak — açıklamaya çalışmak kötü bir iştir, bundan çıkarılacak kesin sonuçlar insanı şöyle bir kanıya sürükler: Sanki insanın yasa, dünya, kişi hiçbir zarar görmeden gizlice elde ettiği bir şey hakkıymış. Bu kurala göre usta hırsız suçsuzdur; belli etmeden ödevlerini yerine getirmeyen kadın mutludur, akıllıdır; adaletin eline bir tek ipucu vermeden birini öldürün, böylelikle Macbeth'in tacını ele geçirirseniz, iyi etmişsiniz demektir. Sizin çıkarınız yüce bir yasa oluyor; bütün iş, geleneklerin, toplumun gizinle istekleriniz arasına koyduğu güçlükleri, ortada hiçbir tanık, hiçbir ipucu olmadan atlayıvermekte. Toplumu böyle gören bir kimse için, servet elde etme işi bir kumar olup çıkıverir, azizim... Öyle bir kumar ki, kazanırsa işin içinde milyon var, kaybederse hapis; kazanırsa siyasi bir mevki, kaybederse şerefsizlik. Kaldı ki, yeşil çuha örtüde herkese yetişecek kadar geniş değil, vurgunu sağlayabilmek için deha ister. Ey kalbimin sevgili çocuğu, suçlularla ilgili bu görüşümü, dehşete kapılmakla birlikte, gene de paylaşırsanız, toplumu ancak sağlam kafaların gördüğü gibi, ödevler kuramına uygun olarak görürsünüz. Evet, insanlar binbir çeşit biçimler içinde birbirlerine birtakım şeyler borçludurlar. Buna göre, dükler, baronlar bir zanaatkâra, ya da yoksul bir kişiye bunların onlara olan borçlarından daha çok şey borçludurlar. İnsanın üzerine aldığı sorumluluklar toplumdan elde ettiği kazançlar ölçüsünde artar; çünkü, siyasette olduğu gibi ticarette de doğru olan bir kural vardır: Her alanda ilginin derecesi çıkar alanının genişliğine bağlıdır. Kafanıza, yeteneklerinize uygun bir yer almak istediğiniz toplumu böyle gözden geçirirseniz, demek oluyor ki, genel ilke olarak, şu düsturu benimsemek zorundasınız: İnsan kendi vicdanına da, kamu vicdanına da aykırı birşey yapmamalıdır.» Eser mektup şeklinde yazılmıştır; ağırlığını Felix'in mektupları ve dolayısıyle hissiyatı teşkil ettiğinden otobiyografik bir karekter arzeder; kuvvetli bir psikolog edasıyla iç gözlem ürünüdür denilebilir. Öyle ki, Balzac'ın karekteristik özelliği olan uzun ve yorucu tasvirler tahlillerin yanında az bir yön teşkil eder. Yeni bir ekol temsilcisi olarak büyük bir iddia yoktur ama gerçek bir incelik, sanatlı bir ifade vardır. Bu kitabı okumakla okuyucu mutlaka çok şey kazanacaktır. Sabahat Emir (Büyük Eserler Özet İnceleme Eleştiri ve İlhamları, Yaylacık Matbaası 1971. S. 74-79) Gercekedebiyat.com
YORUMLAR