Birçok kere, geceleyin, ayağınız hayali bir merdiven basamağından kayar gibi olmuştur. Aslında pek zararı olmayan önemsiz bir düşüş, bütün bedenimizde inanılmaz bir sarsıntı yaratmıştır. Bütün bu düzensiz hareketlerde, yorulmak nedir bilmeyen bir zalim olan ağırlığın etkisini hissederiz.

Adalelerimizin çalışması ve almış olduğumuz tedbirler, genellikle ona karşıdır ve küçük yaşımızdan beri bu hep böyle olagelmektedir. Ne bir parça rahat nefes alma imkânı vardır, ne de herhangi bir ustalıkla işin içinden sıyrılabilme umudu. İnsan ayakta iken dengesini bulma konusunda şaşırtıcı bir kabiliyet göstermektedir. Bedenini bir yana doğru eğmeden kolunu uzatamamaktadır. Her adım, derhal durdurulmuş olan bir öne doğru düşüşü ifade etmektedir.

İnsanın derisinin ayakların altında ellerin içindekinden daha az hassas olmadığını görmek insanı şaşırtabilir; çünkü ayaklar ne bir şeyi kavrayabilir, ne de bir şeye dokunabilir. Buna karşılık, bitkilerin ayakları her zaman için toprağa dokunmakta ve baskının yer değiştirmesi sayesinde bitki bütün gövdenin dengesinde meydana gelen en küçük değişiklikleri bile hissetmektedir. Ellerin, kulakların, burnun ve gözlerin, bedenimizin yöneticisi durumunda olan beyne hiçbir önemli haber göndermedikleri bir durumu hayal etmek mümkündür; bunun için etrafımızdaki her şeyin alışılmış düzende olması yeter. Fakat bir insan ayakta durdukça, ayakların yüzeyi hiç ara vermeksizin acele birtakım haberler göndermekte ve bunlar da düşme tehlikesi dolayısıyla derhal belirli bir etki yaratmaktadırlar. Burada bütün adalelerin istisnasız ahenk hâlinde çalışması gerekmektedir; çünkü ağırlık derhal hâkim duruma geçmektedir; hiçbir şeye karşı bu hafif düşme başlangıcına olduğu kadar hassas değilizdir. Gene bunun içindir ki, düşmekten daha kolay tasavvur edilebilecek hiçbir şey yoktur, düşmek, başlangıçta bize bağlıdır. Böylece, düşme korkusu, adalelerdeki en ufak bir paniğin derhal etkilediği herhangi bir düşme belirtisi karşısında çarçabuk kuvvet kazanmaktadır. Bu sebeple, baş dönmesi hiç şüphesiz hayal gücünün ilk kuvveti olarak görünmektedir.

Tekrar tekrar ortaya çıkan bu gibi uyarımların tam tersine, istirahat hâlini, mümkün olan her türlü düşmenin son bulduğu bir durum olarak tanımlamak isterim. Bu takdirde, insan bedeninin mümkün olduğu kadar bir sıvı şeklini alması gerekmektedir. Öyle ki, hiçbir adale ağırlığa karşı harekete geçmesin, her biri beden yapısının imkân verdiği ölçüde birbiri üzerine dayanacak şekilde dinlenebilsin. Oysa bu sık sık rastlanan bir şey değildir. Buna ancak çok küçük çocuklar kolayca ulaşabilmektedirler; çünkü yalnız onlardır ki, ağırlık konusunda hayal gücünden ileri gelen böyle bir güvensizlik duymamaktadırlar. Öyle sanıyorum ki birçok insan şu veya bu şekilde ayakta imiş gibi yatmaktadır; yani bedenlerinin bir kısmı ile denge hâlinde durmaya ve çok iyi bilinen o yakın düşmana karşı savunma durumunda kalmaya devam etmektedirler. Bu yüzden, istememelerine ve niçin olduğunu bilmemelerine rağmen çoğu zaman uyanık kalmaktadırlar. Öyle görünüyor ki, mahiyeti ne olursa olsun bütün kaygılarımız, ağırlığı kollamak ve bize oynayacağı oyunları bozmaktan ibaret olan esas kaygımızın üzerinde işlemektedir.

Ayakta uyumak da mümkündür. Savaş sırasında askerler bu güç durumun ne demek olduğunu öğrenmişlerdir ve çok geçmeden düşeceklerini, bu yüzden derhal uyanacaklarını da çok iyi bilmektedirler. Bu bakımdan dört ayağı olan atlar daha şanslı bir durumdadır.

Şimdi aynı şeyin kötü bir şekilde yatanların, yani yattıkları hâlde âdeta ayakta imiş gibi kalanların da başına geldiğini sanıyorum. Yavaş yavaş uykuya dalmaktadırlar; bu yüzden bedenlerinin ayakta duran, denge veya savunma durumunda bulunan kısımlarında ağırlığa karşı koyamamakta ve kendilerini ağırlığın etkisine bırakmaktadırlar. Bu sebeple, fark edilmeyen veya pek az fark edilebilen bir düşüş meydana gelmekte, fakat çok şey ifade eden bu düşüş derhal uyuyan şahsı uyandırmaktadır. Çünkü hiç kimse en ufak bir düşmenin başlangıçta meydana getirdiği sarsıntıya aldırış etmemeyi öğrenememiştir ve öğrenemez de. Herkes, insanı bir düşme duygusu ile uyandıran o belli belirsiz, fakat çok nahoş rüyaları çok iyi bilmektedir. Bu rüyalar az veya çok süslü olabilir; fakat tehlike uyarımı daima aynıdır; ve hiç şüphesiz çoğu zaman hayal gücünün herhangi bir müdahalesi olmaksızın yalnızca bu uyarım bizi uyandırmaktadır. Ağırlığa hiçbir şekilde güvenemediğimiz ve ağırlığa karşı bütün varlığımızla silâhlanmış olduğumuz için, bu hafif korku bizi uyandırmakta ve bedenimizin yatmış gibi gözükmesine rağmen, bizi yeniden ayaktaki durumumuza getirmektedir.

Belirtmiş olduğumuz bu hususlar, birçok uykusuzlukları açıklayabilmektedir.

Bu gibi uykusuzlukların çaresi, her şeyden önce, ağırlığımızı hiçbir şekilde hissetmeyecek bir hâle gelebilmektir.

Yatarken bir sıvı şeklini almaya çalışınız.

Alain
(Minerva veya Bilgelik, DoğuBatı, çev. Ayda Yörükan, s. 81)

Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)