Türk edebiyatı üzerinde bir hayalet dolaşıyor: 2010 Kuşağı
KANON 2010 dergisinin çıkışı ile gündeme gelen bir diğer tartışma konusu da “Türk edebiyatında 2010 Kuşağı var mı?” sorusu üzerindeydi. Eleştiriler genelde “Siz yoksunuz.”, “Siz biz istemeden var olamazsınız.”, “Şu an kuşak oluşacak bir toplumsal kırılma gerçekleşmedi.”, “Haddinizi bilin, kuşak olmak için kimden icazet aldınız?” gibi kibir ve korku içeren temelsiz yadsımalar üzerine kurulmuştu. Aslında bu "inkâr" politikasında bir nebze de olsa haklıydılar. Korkuyorlardı çünkü; köhne ve duruş bozukluğu yaşayan sanat anlayışlarının yerini yeni ve duruş sahibi bir kuşağın sarsmak üzere olduğunu anlamışlardı. Tek çareleri bizi kibirle sindirmek, “Yoksunuz!” diyerek yok saymaya çalışmaktı. Bu yaşlı şairlerin gerçeklikle bağlantıları o denli kopmuş durumda ki Gezi gibi, 15 Temmuz gibi iki büyük toplumsal olayı yaşamış bir kuşağa “Siz hiçbir toplumsal kırılma ya da çatışma görmediniz.” gibi akıl ve mantıkla izah edilemeyecek tezlerle saldırmakta bile bir çelişki görmediler. Ancak biz biliyoruz ki bu inkâr her zaman var olan bundan sonra da var olacak bir psikolojik sürecin ürünüdür. İnsan, şair de olsa küçük bir işletmede şef garson da olsa bir gün ulaştığı konumdan düşme korkusu yaşar. İnsani bir kaygıdır bu. Kaygıdan kurtulmak için de bazı savunma mekanizmaları geliştirilir. Şef garson diğer garsonlara olmadık kusurlar isnat ederek kendi psikolojik ve mesleki unvan sigortasını sağladığını düşünür. Yaşlı şair genç ve yenilikçi kuşağa olur olmaz, mantık ve akıl dışı söylemlerle saldırıp yok saymaya çalışarak aklınca kendi saygınlığını ve psikolojik üstünlüğünü muhafaza eder. Bu muhafaza esnasında genç kuşaktan kendisine mürit olarak var olabileceğini düşünen birkaç kapı kulu da bulabilir. Ancak doğanın da edebiyatın da değişmez bir kanunu vardır. O da değişimdir. İster sağcı olsun ister solcu değişime karşı söylem geliştiren her yaşlı şair mazisini putlaştıran bir idealisttir. Değişmezliği ve statikliği savunan sahtekâr bir tarikat şeyhinden farkı yoktur. Gerçeği yadsıyarak kendi benliğini gerçeğin önüne koyma gafleti içerisindedir. O da bilir aslında: Ağaç yaprakları sonbaharda sararıp solar, sararmış yapraklar ne kadar uğraşırsa uğraşsın dalına tutunamaz. Yerini yeni açacak yapraklara bırakmak zorunda kalır. Olgunlaşan meyveler zamanla yere düşer, yerde çürü toprağa karışır, topraktan bambaşka bir ürün olarak çıkar. Diyalektik böyle ilerler. Zıtlar çatışır, (yeni-eski; doğru-yanlış; iyi-kötü) bu çatışma ile en mükemmel ortaya çıkar.
Türk edebiyatında kendini 2010 Kuşağı olarak adlandıran bu yeni kuşağı kabul etmeyenler, yeniliğin varlığına tahammül edemeyenler, eski ve köhnemiş olanın varlığını sonsuza aktarmak isteyenler; en çok da diyalektiğin ışığından mahrum kalmış bir avuç zavallı takımıdır. 2010 Kuşağı ile ilgili çokça sorulan bir diğer soru da şu: “Peki ama bu 2010 Kuşağı kimlerden oluşur?” Bunun cevabını bir zamanlar Cafer Keklikçi’nin yaptığı gibi “şu dergilerde şiiri çıkanlar, şu kadar kitabı çıkanlar, şu dergide hakkında yazı çıkanlar vs.” gibi edebiyatla ilgisi olmayan kıstaslara bağlayacak değilim. Cafer Keklikçi de bilir 2 bin TL’si olan herkesin kitap sahibi olabileceğini, “iyi” bir abisi olan herkesin ödüllü şair yapıldığını, “iyi” bir edebiyat tarikatına mensup olan herkesin hakkında yazılar yayımlanacağını... Bunları bilip itiraf edememek de bizden önceki kuşakların yok oluş nedeni olacaktır zaten. Gerçeklikle olan bağlantılarını koparmaları, çürümenin ve çukurlaşmanın teşhirini yapamamaları nedeniyle birkaç yıl içerisinde hak etmeden oturdukları tahtlarından indirileceklerdir. Kaan Eminoğlu
Gercekedebiyat.com
YORUMLAR