Türk Edebiyatı İki Dostunu Yitirdi… / Erendiz Atasü
Edebiyat aşkı bambaşka bir şeydir, an gelir yaşamınızın pek çok yanını paylaşmadığınız bir insan en yakınınız oluverir. Türkolog ve çevirmen Beatrix Caner’le yirmi dokuz, Musa (Moris) Farhi ile on sekiz yılı bulan ve görüşmelerdense yazışmalarla süren dostluk ilişkilerimizde böyle ömre bedel anlar paylaşmışızdır. İkisini de peş peşe kaybettim, daha doğrusu kaybettik.
Beatrix, ismi gibi candan bir kadındı. 1992 de ilk tanıştığımızda aramızda hemen doğuveren kardeşlik bağında galiba ikimizin de, sevdiğimiz kişiler ve yakın durduğumuz kavramlar ve ideolojiler hatırına dahi olsa, ‘’kara’’ya ‘’ak’’ diyemeyen, ama ‘’gri’’yi de aceleyle ‘’kara’’ ya da ‘’ak’’ kategorisine koymayan ‘’doğrucu Davut’’ damarımız etkili olmuştu. Beatrix beni yazar olduğuma, yazdıklarımın has edebiyat olduğuna inandıran insanlardan biriydi. Beatrix, Macardı; bir Türkle evliydi ve Almanya’da yaşıyordu. O bir dünya vatandaşıydı.
Onun Türklere ve Türk edebiyatına yakınlığı, verdiği emek, yıllar boyunca edebiyatımızı Alman ve Avusturya kültür hayatına tanıtabilmek uğruna çalışkan arılar gibi birlikte çabaladığı eşi Mesut Caner’e olan sevgisini aşan bir şeydi. Beatrix, unutkan bir gelenekten gelen, halkının faili de kurbanı da olduğu zulümlerden habersiz Türk aydınının, Batıda kimi kez yolunu dikilen karşıtlık duvarında şaşkın ve savunmasız kalakaldığını anlamıştı. Anaç tavrı sanırım bundandı. Türk edebiyatı onun tamamen hakim olduğu ve üstüne titrediği alanıydı.
Eşiyle birlikte yürüttükleri, işlevini ismiyle açığa vuran Literaturca yayınevinde, kuşağımın Tomris Uyar’dan, Pınar Kür’e, Ayla Kutlu’ya kadar bir çok yazarının eserlerinden de öte, edebiyatımızın Namık Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi klasikleşmiş değerlerinin yapıtlarının çevirilerini de yayımlayıp tanıttılar. Birçok çeviriyi Beatrix bizzat kendisi yaptı. Son yaptığı çeviri benim kitabımdı. Uzun yıllar süren ve yiğitçe mücadele ettiği hastalık döneminde bu çeviriyi yapmak istemiş ve asla vaz geçmemişti.
Musa (Moris) Farhi Ankara’lı bir Musevi ailenin oğluydu. ‘’Kaza ve kader’’ onu İngiltere’ye, kalemini de İngilizceye sevk etmişse de vatanına sevgisini yitirmemişti. O ne Türkologdu ne de çevirmen; o bir yazardı ve yazarların halinden anlardı. Hele günümüz neoliberalizminin koşullarında, şanssız bir dilde yazan edebiyatçıların arkalarına ‘’büyük sermaye-siyaset’’ kliklerinin desteğini almaksızın dünyaya açılabilmelerinin imkânsıza yakın zorluğunun farkındaydı ve Türkçemizden İngilizceye çevrilmiş tek tük eserin üstüne titrerdi.
İngiltere’nin ve İngilizce’nin iklimi farklıdır. Koca Britanya İmparatorluğundan bağımsızlaşmış birçok genç devlette, Hindistan gibi köklü bir uygarlıkta bile yerel diller ve /veya kabile dilleri arasında bir uzlaşı sağlanamadığından, emperyal efendinin dili İngilizce’dir hâlâ hem gündelik hayattaki ortak dil, hem entelektüel faaliyetin dili. O nedenle –bambaşka kültürlerden kaynaklanıldığı için– ‘’İngilizce edebiyatlar’’ teriminin hayatta bir karşılığı vardır. İngiltere (Birleşik Kırallık) kitap piyasası bu farklı edebiyatlarla dolup taşar; yani orada bizlere pek yer kalmaz. Edebiyatımızdan tam yirmi iki eseri bu koşullarda İngiltere’de yayımlamayı başarabilmiş Milet yayınevinin, Musa Farhi’nin tek başına sürdürdüğü gönüllü destekten başka dayanak bulamadığını ifade etmesi hazindir.
Musa (Moris) Farhi, Young Turk (Genç Türk, çev. Niran Elçi, İthaki yayınları, 2005) adlı romanın yazarıdır. Romanın kahramanları Türkiye Yahudileri ve diğer azınlıklardır. ‘’Farhi’ nin yapıtı, Cumhuriyet tarihinde azınlıkların kimi zaman göğüslemek durumunda kaldıkları haksızlıkları, incinmeleri göz ardı etmez’’* ; ancak onun kişileri ‘’Osmanlı’nın kendine özgü sentezinin yıkıntıları üstünde yükselen insancıl Atatürk ulusçuluğunun’’ çerçevesinde, ayni yurtta karar kılmış, acı dolu olsa da ortak tarihten gelen, ortak bir dil ortamında birbiriyle iletişim kurabilen, ortak bir geleceğe yönelen bir insan topluğu olarak Türkiye halkının, Türk ulusunun üyesi hissederler kendilerini; zira İmparatorluklardan arta kalmış göç coğrafyalarında toplum bilincini, ırk başta olmak üzere her hangi bir etnik özelliğe dayandırmak akıl işi değildir. Kimi aydınlarımızın ‘’Türk’’ kelimesinden adeta utandığı bir tuhaf tarihsel dönemde, Musa Farhi yukarıdaki tanım çerçevesinde ve kendi ifadesiyle Türk kimliğini yitirmeyen bir dünya vatandaşı olarak yaşadı ve göçtü dünyamızdan.
Bu iki kayıp, edebiyat ortamımızda belki şu anda anlamına tam olarak varamadığımız kadar derin boşluklar bırakacaktır.
Anıları önünde saygıyla eğilirim.
ERENDİZ ATASÜ
GERCEKEDEBİYAT.COM
YORUMLAR