Bu bayram tatilinde, Turgut Özakman'ın Mudanya Mütarekesi'ni, Lozan Anlaşması'nı ve Cumhuriyet'in ilanını anlattığı Cumhuriyet'in birinci cildini, 14 yıl sonra ikinci kere okudum. 2-10 Ekim 1922 günlerinde yapılan Mudanya Mütarekesi'nden kısaca söz etmek istiyorum.

9 Eylül 1922'de İzmir'de Yunanlıları denize döken ordu birliklerimiz, Çanakkale bölgesine yaklaşınca, İstanbul yanında Çanakkale Boğazı'nı da kontrolü altında bulunduran İngilizler ile çatışma tehlikesi doğmuştu. Bu gerginlik içinde İngiliz, Fransız ve İtalyan delegeleriyle başlayan Mütareke müzakerelerine, Trakya bölgemizi işgali altında tutan Yunanistan'ın delegesi katılmamıştı.

Mütarekenin başlıca konusu Trakya'nın, İstanbul ve Boğazların tahliye edilmesiydi. Müttefik delegasyonunun başkanı olan İstanbul İşgal Kuvvetleri Başkumandanı General Harrinton, Trakya'nın sulh anlaşması sonunda  tahliye edileceğini bildirip bunda ısrar edince, görüşmelerin kesilmesi ihtimali belirmişti. Bunun üzerine, Çanakkale ve İstanbul bölgelerindeki birliklerimize, Trakya'ya geçmek için hazırlanma talimatı verilmişti. Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, ordu karargahının taşındığı Bursa'ya gelmişti. 

Görüşmeler uzayınca, Mustafa Kemal Paşa, delegemiz ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa'ya, 6 Ekim akşamına kadar anlaşma olamazsa, Trakya'yı kurtarma harekatı emrini vermişti. İsmet Paşa'nın, bu durumu General Harrinton'a ihsas etmesi ve iki bölgedeki ordu birliklerimizin açıkça harekat hazırlığına giriştiği görülmesi üzerine, anlaşmaya varılmıştı. Buna göre, Yunanlıların bir ay içinde boşaltacağı Trakya'da emniyet ve asayişi, 8 000 kişilik bir Türk jandarma kuvveti koruyacaktı. İstanbul ve Boğazların tahliyesi de, sulh anlaşmasından sonraki iki ay içinde yapılacaktı.

İngiliz,-Türk çatışması eşiğinde ve çetin müzakereler sonunda yapılan Mudanya Mütarakesi anlaşması, uzun süren savaşı sonlandırmış ve Lozan Anlaşması'nın yolunu açmıştır  Mütareke, özellikle Türk delegesi İsmet Paşa için, Lozan'ın küçük bir provası da olmuştu...

Mudanya Mütarekesi bahsini okurken, canlanan bir anımı anlatmazsam, içim rahat etmeyecektir.

Bursa Bölge Adliye Mahkemesi'nde hakim olan kızımın ailesine bir gidişimizde bir gün, Mudanya'nın turistik Trilye Mahallesi'ne gitmiştik. Mübadelede boşaltılan eski bir Rum köyü olan Trilye'nin yan tarafındaki sırta olan çay bahçesinde, sahilleri seyrederek börekle çay içtik. Bir dere ağzındaki mahalleyi şöyle bir dolaşıp, dükkanlardan zeytin meytin aldık. Dönüş yolunda, önündeki caddeden geçtiğimiz Mudanya Mütareke Müzesi'ni ıskalayıp eczacı kızımın meslektaşının eczanesine ve sonra da bir balıkçı lokantasına uğradık. Yani, istediğim halde, Mütareke Müzesi'ni gezemedik...

Şimdi düşünüyorum. Biz, tarih derslerinde okuduğumuz Mudanya Mütarekesi'ni, Kurtuluş Savaşı'nın sonunda, yorgunluk kahvesi içilen alel usul bir toplantı gibi algılamaştık. Zaten Mudanya'ya, Müzesi için değil, sayfiye yeri Trilye için gitmiştik. Müzeyi görsek de olurdu, görmesek de...

Bu durumun, genel bir tavır olduğu söylenebilir. Tarih bilincimiz zayıftır. Atalarımız ne demişti: Leylek benim ne kuşum; yazın gelir, kışın gider.

Sözü, tarihçi Niall Ferguson'un iki cümlesiyle bağlayacağım: Ferguson, Uygarlık adlı kitabının Önsöz'ünde "...halen yaşayan insanların, ölülere yeterince ilgi göstermediklerini" kaydetmiştir. Oysa "Geçmiş artık geride kalmış olsa da bugün yaşadıklarımızı anlamak açısından vazgeçilmez önem taşır."

Ertuğrul Taylan
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)