Ahmet Soysal: Çocuk ve Allah'tan sonra yazılmış ilk kitabınız Taş Devri.

Dağlarca: Çocuk ve Allah, şiir söylemenin kendimce ilk düşünülmüş başarısıdır. Havaya Çizilen Dünya'da ne demek istediklerimi yazmıştım. Çocuk ve Allah'ta demek istediklerimi yazdım. Çocuk ve Allah'ı izleyen Taş Devri, demek istediklerimle ne demek istediklerimi yeniden bir araya getirir. Demek istediklerimle ne demek istediklerim, siz de biliyorsunuz, bambaşkadırlar. Birisi yarını düşünmek gibidir. Birisi yarının sizi düşündüğüdür.

Kitabı az önce okuduk. İlk izlenimleriniz?

Söz dalgalarının dağlara çarpması. İlk karanlığın sözleri daha iri göstermesi. Beş sözcük bilen bir duyarlığın söz selinde duyduğu korku. Çaresizlik... Kaçma... Ürkü... Şuna da benzetebilirsiniz: bir çocuk kırda oynarken, akan küçük suyun içinde sözlerin yüzdüğünü görüyor, anlamıyor yüzen sözlerin çoğunu, anlamadığının resmini yapıyor. Buna benzer bir şey.

Niçin 41'de yazılıp, 45'te yayımlandı?

Biliyorsunuz, Türkiye'mizde yayın konusu bir rastlantıdır. Hele benim asker olmamı, yayıncılarla ilişkilerimi çok zorlaştırmıştır. Görevimin bulunduğu yerler de çoğu kez en ücra bölgeler olmuştur. Bu yayın seyrekliği bundandır. Bu olay benim için bir kazanç. Yapıtlarımın uzun sürelerin çalışmasını taşıması bundandır. Ben yapıtlarımdan bir kule yapmak istedim, yaptığımı da sanıyorum. Yapıtlarımın adlarını mermerlere yazınız. Bütün mermerler dört-dört boyutunda olsun. Bunlarla yayın sıralarına göre alttan yukarıya doğru bir düzenleme yapınız. Karşınızdaki kule Dağlarca'yı anlatacaktır. Yapıtların kule birliği sizde bütün şiirlerin birlikteliğini, birlikte çalıştığını yaratacaktır. Belki hepsinin de bir tek şiir olduğunu anlayacaksınız. Benim yaşamam uzun sürmüştür. Bu olay, şiirlerimin bana bağışıdır. Bu yapıtlarım, ne güzel insanlarmış!

Kitapta, ilk insanlığı anlatıyorsunuz: bir bakıma, varoluşun ile yazını. Şimdi de ilkyaza yeni girmiş bulunuyoruz...

Şairler bütün çalışmalarında yeniden doğarlar. Doğumlar birbirini bilmez, işitmez, duymaz. Çok uzak bir ses, şairlerin duymadığı bir ses, yapıtlarını birbirine duyurur. Bu, ortak sözcüklerden mi ötürüdür, kimi yazıların sağır yerlerinin dizeleri birbirine yaklaştırmasından mıdır, geceleri gözümüzü  açmamızdan gündüzleri gözlerimizin kapalı olmasından mıdır, yürürken ayaklarımızın el gibi olmasından, okşarken ellerimizin yoklukta dolaşan ayaklar gibi olmasından mıdır, bilmiyorum. Tek bildiğim, yazarken daha yaşamalı olmamdır.

Kitabın da dört bölümünü oluşturan dört ögeyi — Hava, Toprak, Su, Ateş — neden seçtiniz?

İlk felsefelerin inandırdığı o dört öge, beni çok düşündürmüştür. Bu görüşün yetmezliği, yetersizliği apaçık olsa da, insani bir tadı vardır. Büyük bilinmezliği sanki avucumuza sığdırmıştır. İlk bakışta hepimizin değdiği, hepimizin kullandığı, hepimizin yaşadığı bu Dörtlü, yeryüzünü oyunlaştırmıştır. Oyunu seven insan çocuğu, hangi yaşa gelirse gelsin kendini gelecek günlerin ortağı saymıştır. Çok eski bir konuşmamda, Varlık dergisinde çıkan bir konuşmamda, şiir bir oyundur demiştim. Şimdi 90 yıllık düşüncelerimi parmaklarımla tararken gülümsüyorum. Hava Toprak Su Ateş ne güzel bir oyuncak! Hâlâ içimdeki çocuğun bu oyuncağını bilim de felsefe de kıramamıştır. Büyümüş de küçülmüş gibi olmam bundan olmasın?

Somut varlıktan söz eden bu kitap, büyük bir soyutlama gücü içeriyor... Bu ilişki üstüne ne söyleyebilirsiniz?

Biz insanlar böyleyiz. Kendimizin körüyüz. Bütün yaratıklar, insanlar en başta, soyutla somutun bileşkesidir. Kendimiz bile neyimizin soyut neyimizin somut olduğunu sezemeyiz. Sorsalar bir insana, neren somut neren soyut deseler, çoğu susar. Birkaçı der ki gözlerim soyuttur, ağzım somuttur. Ona sormak isterim: ağzın neden somut? Yalnız yemeye yarar da ondan diyecektir. Ağzın türkü söylemez mi diyeceğim. Ağzın başına gelen ilk sıkıntıda bütün gövdeni özetleyen bir sese aracılık etmez mi diyeceğim. Görüyorsunuz insan bütün gövdesiyle hem somuttur hem soyuttur. (Bu soyutluk, soyut sanatı da yaratmıştır.) Soyutluğu, duyarlığı ölçüsündedir. İlk insanlar daha çok soyuttular. Ayrıcalıklığı olan da var. Hepsi bir değil. Örneğin, yaşamayı makineleştirirken ister istemez daha somut oluruz. İlk kitaplarımda o güzel çağları yazdım. Yalanın, ikiyüzlülüğün, sömürü tadıyla yaşamanın uzağında Allah'a daha yakın olan insancıkları yazdım. Hep de oralarda kalmak isterim. Yakından izlerseniz, son kitaplarımda bile natüralist Buffon hikâyesindeki saflığı, doğanın ilk sıcak yüzünü, olduğu gibi yaşatmak istemişimdir. Bu, şiirin soluğudur. Sanatta da bu görülür.

Yayımlandığında nasıl karşılandığını merak ediyorum, çünkü Taş Devri'nin hiçbir benzeri yok, tamamiyle eşsiz bir yapıt, Çocuk ve Allah'a yakın, ama ayrı bir bütünlüğü var. “Taş Demi” gibi bir olguyu imgesel düzlemde yeniden canlandırmaktan öte — ki yüzeysel bir yaklaşım, bunu böyle düşünebilir — bütün çağlara ait olan kökensel bir insan-canlılar-doğa birlikteliğini metafizik bir derinlikte ele alıyor. Yazılmış Türk şiirinden o kadar ayrı ki! Dünya şiiri içinde de o kadar özgün ki!

O günlerde Türkiye'mizde şiir kamuoyu yoktu. Yayımlanan dergiler, çok küçük baskı sayıları içinde yaşamasızdılar. Belli çevreler de, geleneğin daha uyandırılmamış bakışları içinde, sanki yoktular. Çok az kişice okunmuştu Taş Devri Taş Devri, okuyucuyu büyütmemişti. Beni büyütmüştü. Taş Devri'nde yapabildiklerimi özetlersem, şunları diyebilirim: Çocuk ve Allah'ta ulaşabildiğim özellikler, daha deneyimli bir gücün avuçlarımda olduğuna, artık ne istersem bütün ayrımlarıyla okuyucularıma ulaştırabildiğime beni inandırmıştı. Bu yapıt, gizli bir devrimdir. Soyutla somutu, ikisine de dokunmadan, ikisini de kullanmadan, dizelerimde buluşturmuştur. O kitap için hiç kimse soyuttur ya da somuttur diyemez. Bir adamın akşamları kendi evinde olması gibi somut, bir adamın düşüncesindeki yere varmadığını göstererek soyuttur. Aradan şu kadar yıl geçtikten sonra, nice yapıtlar yazdıktan sonra, şunu düşünebiliyorum: yapıtlar, yeni bir şey söylemez, yeni şeyler yapıtları söyler.

Niçin ‘Bütün Yapıtlar’ınıza girmedi?

Bu olay bir rastlantıdır. Taş Devri dışındaki bütün yapıtlarım, birçok baskılardan geçti. Sonra toplandılar, bir dizi oluşturdular. Taş Devri, bir kez basıldığı için, sanki unutulmuş gibi oldu. Dağlarca dizisini basanlar, diziye katmadılar. Bense, yeryüzünün ilk sözü olan şiirin doğmasıyla ilgili çalışmalarımı Taş Devri'nin de içinde olacağı bir kitapta toplamak istediğimden, bu duruma sessiz kaldım.

Konuşma: Ahmet Soysal - İlkbahar 2005

Fazıl Hüsnü Dağlarca
(Taş Devri, Norgunk y. 2006.)
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)